21 Yıldır Devam Eden, “Demokratik Cumhuriyet’e Parti Arayışı” Macerasının Geldiği Nokta, Millet İttifakı

Bu yazıda, Abdullah Öcalan’ın, ABD tarafından Türkiye’ye teslim edildiği 1999 yılına dönmek ve bu dönüş sonrasında “Demokratik cumhuriyet’e parti arayışı” başlığıyla Fatih Polat tarafından yazılan ve Evrensel gazetesinde yayınlanan bir yazıdan bahsetmek istiyorum. (¹)

Söz konusu yazı, 28 Şubat müdahalesinin ardından, kapatılan RP’de gözlenen “üslup değiştirerek” kabul edilebilir bir çerçeveye oturma arayışı, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından Kürt sorunu bakımından da yaşanıyor. Öcalan’ın PKK’ye yaptığı “silah bırakma ve demokratik cumhuriyete katılma” çağrılarıyla eşzamanlı olarak, Türkiye’de bazı siyasi çevrelerin katılımı ile başlatılan “demokratikleşme, Kürt sorunu ve barış” eksenli toplantılarda yeni bir oluşum tartışılıyor” sözleriyle başlıyor.

Linkini sizlerle paylaştığım ve herkesin okumasını arzu ettiğim söz konusu yazıda oluşumun katılımcı ve destekçilerinin kimler olduğu da ayrıntılı bir şekilde yer alıyor. O zamanın HDP’si HADEP’lilerin öncülük ettiği toplantıya katılanlar arasında kimler yok ki. Murat Bozlak, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Ufuk Uras, o dönem ÖDP’li şimdilerde üst düzey CHP’li olan Yıldırım Kaya, Ercan Karakaş, Tarık Ziya Ekinci ve Kenan Sönmez, bir dönem CHP’den Beyoğlu Belediyesi başkan adayı da olan sinema sanatçısı Halil Ergün, Mehmet Metiner, yazar Altan Tan ilk akla gelenler.

Yazıda, toplantı fikrinin kaynağı, izlenecek yolun/yöntemin ve tabii ki nihai amacın ne olduğu/ne olması gerektiğinin düşünüldüğü konusunda da ayrıntılı bilgiler yer alıyor.

Yazının başında sizlerle paylaştığım alıntıdan anlaşıldığı kadarıyla, fikrin en azından görünürdeki sahibi Abdullah Öcalan. Kendisini Türkiye’ye teslim edip, hemen ertesi yıl Irak’ı etnik ve mezhepsel kimliklere yönelik olarak bölme planını devreye koyan ABD önderliğindeki koalisyonun, bu fikrin oluşmasındaki etkisi konusunu sizlerin değerlendirmesine bırakıp devam edelim.

Söz konusu alıntı da, başarıya ulaşmak için izlenmesi gerektiği düşünülen yol da konusu da son derece net olarak ifade edilmiş.

28 Şubat müdahalesinin ardından, kapatılan RP’de gözlenen “üslup değiştirerek” kabul edilebilir bir çerçeveye oturma arayışı, Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından Kürt sorunu bakımından da yaşanıyor cümlesi ile kastedilen şeyin o tarihlerde, Anayasa mahkemesine Refah partinin kapatılması için evrak taşıyan eski refah partisi ileri gelenlerinin izinden gitmek olduğu anlaşılıyor.

Nereden çıkarıyorsun bunları diyecek olanlar olabileceğini düşünerek yazıdan iki alıntıyla ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım.

Birinci alıntı; “Katılımcılar tarafından HADEP merkezli olmaktan çok, ortak bir girişim gibi yansımasına özen gösterilen girişimin, “demokratik cumhuriyet” adlandırmasıyla birleştirmesinin daraltıcı olabileceği ve doğrudan İmralı sürecini çağrıştırabileceği için değişik çevrelerce olumsuz karşılanabileceği düşünülüyor.

İkinci alıntı; “…Muş eski Milletvekili Mehmet Emir Sever, HADEP Genel Merkezi’ndeki toplantıya katıldığını belirttikten sonra, “Yeni bir yapı oluşturma konusunda bir eğilim belirlemesi yapıldı” dedi. Sever, dünyanın bugünkü normlarına uygun araçlar yaratmak gerektiği ve yeni sürece eski araçlarla girilemeyeceği yönündeki görüşünü belirttikten sonra, “Böyle bir yapı Kopenhag kriterlerini gözetmeli. Örneğin tahkime, özelleştirmeye karşı çıkarak böyle bir süreci karşılayamayız” dedi. Sever, CHP içinde bazı doğulu milletvekillerinin de bu oluşuma sıcak baktıklarını dile getirdi.”

Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi?

Gelelim bu oluşumun amacının ne olduğu konusuna. Bu sorunun doğru yanıtını bulabilmek için öncelikle, “niçin oldukları gibi görünmekten kaçınıyorlar, kendilerini farklı bir yapı olarak algılatmak istiyorlar” sorusunun yanıtını vermek gerekiyor.

Sorunun yanıtı, oldukları gibi görünürlerse amaçladıkları hedefe ulaşamayacaklarının farkında olmaları.

Eğer doğrudan üniter devlete karşı olduklarını söyleseler, kurucu iradeye sahip çıkan gerçek Atatürkçülerin, özelleştirmeye karşı çıksanız, küresel sermayenin desteğini almanız mümkün değil. Bu durumda yapmanız gereken şey, üniter devlete karşıyım demek yerine üniter devleti savunur gibi yapıp, etnik, mezhepsel kimlikler üzerine kurulu sistemi “Kürt sorunu” vb. gerekçeler öne sürerek ve yerel demokrasiyi geliştirmek, toplumsal barışı sağlamak gibi süslü bir pakete sararak yutturmaya, özelleştirmeden, tahkimden bahsetmeyerek sermayeyi ürkütmemeye çalışmak oluyor doğal olarak. (²)

21 yıl önce yazılmış bu yazıyı güncel kılan şey ise o günkü senaryonun şimdilerde “demokrasi cephesi adı altında, bir kez daha siyasi çözüm, AKP’den kurtuluşun yegane yolu olarak pazarlanıyor olması.

Ancak bu işi becermek 2000’li yılların başında olduğu kadar kolay değil günümüzde.

2002’den farklı olarak, verilecek siyasi tavizlere gerekçe yapabileceğiniz bir AB havucunuz olmadığı gibi, demokrasi ve din düşmanı, millet iradesi önünde duran “vesayet kurumları” diyerek hedef gösterebileceğiniz Anayasal Kurumlar da kalmamış durumda. Bir diğer zorluk, 18 yıllık AKP iktidarının kurucu iradeyi doğrudan hedef alan eylem ve söylemleri sonucu olarak, laiklik, üniter devlet ve ulusal bağımsızlık yani Atatürk ve cumhuriyet devrimleri konusundaki toplumsal duyarlılığın 2002’de olduğuna kıyasla oldukça artmış olması. 2002’den bu yana dünyada, yakın coğrafyamızda ve ülkemizde yaşanan siyasi ve ekonomik sorunlar nedeniyle neoliberal küreselleşmecilik rüyasının almış olduğu hasarı da gözden uzak tutmamak gerekiyor.

Koşullar bu şekilde “zorlu” olunca, “talebi” yani “Kürt sorunu” gerekçeli üniter devleti halletme projesinin toplumca kabul görmesini, ulus devleti küresel sermayenin ve emperyalist ağa babalarının soytarısı haline getirecek neoliberal dönüşümün tamamlanmasını sağlamak için tek çıkar yol olarak, “barış” ve “demokrasi” kavramlarını kirletmek pahasına bir “demokrasi cephesi” oluşturmanız, toplumu, bu cephenin ülkenin içine düşürüldüğü karanlıktan çıkışının tek yolunun bu olduğuna ikna etmeniz gerekiyor.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, 3 Eylül 2020 tarihinde NTV televizyonunda yayınlanan röportajda, “Ya AKP’yi desteklersiniz ya da Demokrasi Cephesini” diyerek, karşı çıkanları AKP’nin yanında olmakla suçluyor, böyle yaparak tartışmaların önüne set çekmek istiyor olması da tam da bu yüzden. (³)

Eğer tartışılırsa, 21 yıllık “Demokratik cumhuriyet’e parti arayışının” sonucunun, Emre Kongar ve benzeri Tanzimat Batıcılarının öve öve bitiremediği ve kendiliğinden oluştuğunu iddia ederek arkasındaki güçleri görünmez kılmaya çalıştığı Demokrasi Cephesi ya da resmi adıyla Millet İttifakı projesi olduğunu herkesin göreceğini en iyi o biliyor.

Ahmet Müfit

Kaynakça:

(¹) https://www.evrensel.net/haber/118487/demokratik-cumhuriyet-e-parti-arayisi

(²) https://www.academia.edu/9868927/%C3%9Cniter_Devlet_Nedir?email_work_card=title

(³) https://www.youtube.com/watch?v=Sjv0cB6xSdU

Bunları da sevebilirsiniz