Din Ne Araç Ne Amaç Olmalıdır

Din, insanların kutsallık yükledikleri inançlar bütünüdür. İnsanın var olduğu günden günümüze kadar çeşitli şekillerde, çeşitli şeylere dayandırdıkları bir olgudur. Bu bütünlük, korkularından sevgilerine, doğa olaylarından yaşamak için duydukları gereksinimlere varıncaya kadar birçok şeyi kapsamıştır. Genelde de toplumsal ahlakın şekillenmesinde ve sınırlarının belirlenmesinde büyük etkendir. İşte bu nedenledir ki, insan ve insanlık için vazgeçilmesi olası değildir.

Dinler genelde tek tanrılı ve çok tanrılı olmak üzere ikiye ayrılır. İlk insanların dinleri daha çok, çok tanrılıdırlar. İlk çağlarda insan kendi yaptığı, yarattığı ve adlandırdığı tanrılara tapınmışlardır. Korku ve tutkularını karşılamayı, olmasını istedikleri ile hayallerini hep bu inandıklarından talep etmişlerdir. Genel olarak da dinsel yaşam bir önder tarafından yönetilmiştir. Bu liderler çeşitli isimlerle adlandırılarak insanın yaşam alanlarına müdahil olmuşlardır. Çok tanrılı dinler isminden de anlaşılacağı üzere irili ufaklı tanrılar içermektedir. Bunun en tipik örneğini yakın çevremizde eski Mısır Tanrıları ile eski Yunan tanrılarında görmekteyiz. Birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, insanlar kutsallar oluşturmuş onlara dayanmış ve tapınmışlardır. En büyüğünden küçüğüne kadar tanrılar şekillendirilmiş, o alana başkalarının girmesine izin verilmemiştir.

Her toplumda dinler dirlik ve birlikten olduğu kadar, barış ve savaştan da sorumlu olmuşlardır. Bu sorumluluk bazen birilerine devir edilerek o kişiye temsil yetkisi verilmiştir. Bu yetki bazen toplumun iyiliğine bazen de kötülüğüne kullanılmıştır. Tarihteki dinler savaşı bu nedenledir ki, insanlığın gelişmesinin önünde engel oluşturmuştur. Haçlı seferlerini bu oluşumun en tipik örneğidir. Çünkü, bir din, kendi alanı içerisine başka bir inanç kurumunun girmesine asla izin vermez.

Çok tanrılı dinden tek tanrılı dine geçiş ilk kez Ben-i İsrail oğulları adına Musa ile gün yüzüne çıkmıştır. Tevrat, İsrail Oğullarının hem inançlarının, hem de tarihlerinin yazılı belgesidir. Sümerlerin çok tanrısal dininin genel ahlak ve yaşam koşullarını bir tanrı üzerinde toplayarak, elle dokunulmayan, gözle görülmeyen sadece inanılan her yerde var ve hazır oluş inancını, Musa kendi toplumuna benimsetmiştir. Böylece görünmeyen tanrısal bir güç ortaya koyarak toplumunu bir araya getirmiştir. Bunu yaparken de önderlerini tanrının gönderdiğini ileri sürerek, tanrının isteklerini O’na yaptırmıştır. İşte bu nedenle de kendilerine bir peygamberler silsilesi oluşturmuştur.

İsa Yahudiliğin ilk varlığını ve kabulünü o günün yöneticilerinden talep ederken, kendi öldükten sonra havarileri daha sonra söylemlerini çeşitli kitaplarda toplayarak yeni bir dinin doğmasına sebep olmuş ve bu dine de İsa’nın adı verilmiştir. Daha sonra Muhammet en yüce tanrı olan Allah’tan kendisine vahiyler indiğini ileri sürerek, yeni bir din olan İslamiyet’i barış dini olarak Mekke’de ilan etmiştir.

Tüm dinler içinde yaşadığı toplumun genel ahlak ve yaşam koşulları çerçevesinde şekillenmektedir. Tek tanrılı dinlerin Ortadoğu’da doğmasının ve olmasının nedeni, bölgenin kültür ve gelenekleri sonucudur. Tek tanrılı üç dinin temel özelliği Musa’nın ON EMRİ’nin hepsinde ortak payda olmasındandır. Bütün dinler insanlığın iyiliğini inananların huzur ve güven içinde yaşamasını amaçlamakta ve vaaz etmektedir.

Tek Tanrılı din kendisine temsil yetkisi verilen bir kesim insan tarafından kontrol ve düzenlemelerle varlığını sürdürmektedir. İşte bu temsil hakkını kendilerinde gören kişi ve kişiler zamanla kişisel inanç kurumu olan dini, yaşamın amacına dönüştürmektedir. İnsanla Allah arasına giren temsil yetkisi olanlar, kendi çıkarlarını dini amaç kılarak güç kazanmaktadır. Dini kurallar hakim sınıf ve zümrenin çıkarlarına hizmet ettikçe, o dinin içerisinde bir kast oluşmaktadır. Hıristiyanlıkta Papalık böyle bir kurumdur. İslam’da uzun bir tarihi süreçte Allah ile kul arasına girmeyen dini önderler, zamanla imamlar, şeyhler gibi sayısız temsilcilerle fetva kurumu oluşturup dini güç ve çıkarlarına amaç ve araç haline getirmiştir. Amaç edinilen dini sürekli araç olarak kullanmak da artık kaçınılmaz olmuştur.

Yahudi dini, kendisine vaat edildiğini ileri sürdüğü toprakları yeniden ele geçirmek için, yüzyıllardır Ortadoğu’da savaşlara neden olmaktadır. Hıristiyanlık Papalığı her gücün üzerine yükselterek zenginleşmiş ve engizisyon gibi bir uygulama ile toplumun gelişmesinin önüne engel oluşturmuştur. Batı uygarlığı bu gelişmenin önündeki engeli aşmak için din ve devlet işlerini ayırarak, aydınlanma ve reform çağıyla bugünkü duruma gelmiştir. Bunu yaparken de dindeki doğmaları ve dayatmaları yok saymış, özgür düşünen, sorgulayan ve tartışan bireyler yaratmıştır. Dini amaç ve araç olmaktan çıkarmış, onu insanın kendi iç dünyasına yerleştirmiştir.

İslam, daha Peygamber zamanında sosyal kuralların yanı başına ekonomik kurallar da koyarak devletleşmeye başlamıştır. Medine’den Mekke’ye yeniden dönüldükten sonra, daha da güçlenerek, devletleşerek aynı Yahudilik gibi devlet kuran ve yöneten bir din olmuştur. Zaman içinde söz konusu kurallar bir araya getirilerek şeriat hukuku oluşturulmuştur. Bu gelişmelerin sonunda İslam, Halife ve etrafındakilerin iktidar aracı haline gelmiştir. Bugün ülkemizde yaşanılan siyasi belirsizlik, bu gerici ve çıkarcı oluşumun bir sonucudur.

İslamiyet bugünkü içinden çıkılmaz karmaşaya, aynen geçmişteki Hıristiyanlık gibi, temsilcileri aracılığı ile sürüklenmiştir. Bunun nedeni Abbasiler döneminde İmam Gazali’nin din önderlerini toplayarak İslam’da içtihat kapılarını kapatıp doğmaların yerleşmesine yol açmasıdır. O günden sonra siyasal güç İslam’ı topluma amaç kılarak, her tür gelişmeye engel olmuş, yeniliklere kapısını kapatarak DİNE AYKIRI safsatası ile toplumu şekillendirme yoluna gitmiştir. Bu şekillenmede din yozlaşmış, hırsızlık, yolsuzluk ve savaş çığırtkanlığı ile inananları ilk yıllarındaki İslam’dan önceki köleliğin bataklığına sürüklemiştir. İçinden çıkılması güç bir dönemin nedeni, İslamlaşmanın amaç edinilerek ticarete, siyasete araç kılınmış olmasıdır. Bugün dünyanın en geri, en adaletsiz, en yoksul insanları Müslüman devletlerde yaşamaktadır. Bir süre bu bataktan Mustafa Kemal’in laik Cumhuriyeti ile çıkılmışsa da siyasete alet edilen İslamiyet sonucu bugünlere geldik. Bu gidişle de daha iyi olacağımızı hiç sanmıyorum.

Dini yöneticilerin cüzdanından çıkararak, yeniden insanların vicdanlarına koyarak laik cumhuriyeti yeniden kurmaktan başka ilerleme şansımız yoktur. Yeniden diriliş için CUMHURİYET adına kenetlenip güçlenerek yolumuza devam etmeliyiz.

Bunları da sevebilirsiniz