Motor Yapamazlar

Geliştirilmekte olan veya tamamlanmış yeni yerli ve milli savunma sanayi ürününleri neredeyse hergün haber organlanınca altı çizilerek karşımıza çıkarılıyor. Bu haberlerin amacı belki savunma sanayine ve bizlerin de iyi bir şeyler yapabileceğimize dair “güven” duygusunu aşılamak, belki de düşman üzerine “korku” salmak. Hatta belki basitçe “dosta güven düşmana korku” söylemini 21.yüzyılın iletişim araçları vasıtasıyla sürekli olarak yayımlanması. Sebebi her ne olursa olsun, “şunu yaptık” diye önümüze düşen haberler hemen hemen herkes üzerinde yeşermekte olan küçük gururlanmayı, mantığın devreye girmesiyle engelleyen şu soruyu sorduruyor: “E Peki Motorunu Biz mi Yaptık ?” Altay tanklarının yapılıp, kullanıma sunulduğunu ilk duyan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının göğsü bir nebze eminim kabarmıştır. Fakat akabinde gerçekleşen tartışma programları, sosyal medya paylaşımları vb. mecralarla önümüze gelen sorular ve yanıtları, göğsümüzü kabartan güzel gelişmeleri hüsrana uğratıyor. “Kasası, iç elektroniği, taretini ve birleştirmesini biz yapıyoruz, evet !” Peki o kadar büyük ve kuvvetli motoru da biz mi üretiyoruz ? “Yok bir tek motoru bir de aktarım organları Volvo, onları da şu seneye test etmeye başlayacağız”… E oldu mu şimdi ?

Bir ürünün tamamen yerli ve milli sayılabilmesi için tüm donanım ve yazılımın kendi üretim imkanlarınızla gerçekleştirilmiş olması gerekiyor. Tamam belki en küçük contasına kadar üretmek anlamsız, fakat farklı tedarikçilerden alınan ürünleri bir araya koyarak katma değerli bir ürün haline getirmek ana hedef olmalı diye düşünüyorum. Sözlerim “Amerika’yı yeniden keşfedelim” anlamı taşımamakta olup, en az “Amerika’yı yeniden keşfetmek” kadar önemli olacak katma değerli bir şeyleri dünya pazarına sunabilecek bir yaklaşım sergilenmesi gerektiğini söylemek içindir. Peki hiç mi bir şeyimiz yok? Hayır var, fakat ürünü detaylı inceledikçe, ekranlarda çalışan yerli bir yazılım görüyoruz görmesine; altında çalışan işletim sistemi “WINDOWZ”. Daha da kötüsü, bir yazılım geliştirildiği söylenen projelerin bazılarının, açık kaynaklı basit bir yazılımı alıp üzerine sadece arayüz geliştirmekten ileri gitmemiş olduğunu da görüyoruz (bkz: PARDUS). Bu durum başlatma tuşuna “Ya Allah Bismillah” diye basan bir devlet erkanının hoşuna gidip gözünü boyayabilir, ama kısa sürede az bütçeyle ürünü geliştiren mühendislerin neler hissettiğini tahmin edemiyorum (!)

İşini kısıtlı bütçe ve kısıtlı zaman sebebiyle doğru yapamadığı için üzülen birçok mühendis olduğuna eminim. Ülke olarak olaylara karşı genel tavrımız “Hadi, çabuk bana uzaya giden bir araç yap” şeklinde olduğu için, imkan verilse daha fazlasını başarabilecek mühendis/akademisyen/teknisyen, kaderlerini kabul edip, öyle ya da böyle bir şeyler ortaya çıkarmaya çabalıyor. Sonuçta hangi ülke yöneticileri, medyanın gazına gelip “Bana 130 gün de sıfırdan otomobil yapacaksınız” der ve sonunda çıkan muazzam ürünün üzerini sadece benzini bitti diye bir kalemde çizer ?

Kısıtlı imkan ve kısıtlı zamanda imkansızı başarmayı kendine adet edinmiş bu coğrafyanın insanı, öyle ya da böyle kusursuz ve tam anlamıyla düşünülerek yapılmış ürünleri ortaya koymayı başarıyor. Bu şanslı grubun içerisinde bulunan savunma sanayi çalışanlarının da başka bir kızgınlığı varmış meğer. Bu kızgınlık da “Motor Yapamazlar” algısının toplumda hala kırılamamış olduğu gerçeği. Her yeni projeye kesin bir eksiği vardır anlayışıyla bakan bizlerin tekrar bir şeylere inanmasının daha uzun zaman alacak olması belki de hepimizin kabullenmesi gereken bir gerçek.

Geçtiğimiz günlerde FNSS Genel Müdürü, milli motorlar konusuyla ilgili bir açıklama yaptı. Yaptığı açıklamada durumu biraz özetlemiş oldu. Genellikle kara araçlarında motorun payının %5 ila %15 arasında değişmekte olduğunu belirten Nail Kurt, aynı zamanda yılda 100-150 adet üretilecek araçlar için her seferinde motor tasarlanmasının ticari olarak karlı olmadığına değindi. Aynı zamanda Altay tankı projesi için yerli ve milli motor/aktarım organı geliştirilmesinin devam ettiğini belirten Kurt, TÜMOSAN ile olan işbirliklerine ve bunun önemine de dikkat çekti.

**

Dünya üzerinde gerçekleştirilen neredeyse her teknolojik geliştirme ve özgün tasarım, önce askeri amaçlarla üretilmektedir. Genelde savunma sanayi firmaları önce ordunun ihtiyaçlarını karşılar sonra halkın kullanımına da sunulabilecek olanları, AR-GE masraflarının amortismanı için son kullanıcıyla buluşturmayı hedefler. Sonuçta bir şey savunma veya taarruz amaçlı üretildiğinde biz son kullanıcılara doğrudan bir faydası yok. Gidip bayiden krediyle ATAK helikopteri alamıyoruz (Keşke…). Ancak ilgili projenin geliştirilme aşamasında elde edilen değerli üretim sırları ve tekniklerinin kullanılmasıyla son kullanıcıya inmesi, günlük hayatı kolaylaştırabilir. Örneğin bu tip gelişmeler, bizlerin hava taşımacılığının daha ucuz olduğu bir ülkede yaşamasını sağlayabilir. Bunu şu şekilde açıklayalım;

Vietnam savaşı sırasında, ABD askerleri, tünellerle kendilerine koca bir şehir inşa etmiş olan Vietkong’lular tarafından, ağır kayıplara uğratılıyordu. En güvendikleri Napalm bombası bile, Vietnam’ın ıslak bitki örtüsünü kısmen tutuşturuyor, tünellerdeki Vietkong’lulara etki edemiyordu. Bugün kullandığımız internet altyapısı da dahil, birçok teknolojiyi geliştiren ABD’li DARPA mühendisleri, Amerikan ordusuna çok güçlü bir oyuncak verdi. Bu oyuncak bugün evlerimizde mikrodalga fırın olarak bildiğimiz üründe kullanılan prensiple çalışan, çok büyük ve pahalı bir askeri silah olarak tasarlanmıştı. Alevle zarar veremediği yer altındaki düşmanını, hiçbir balistik enstürman kullanmadan sadece mikrodalgalar ile uzaktan imha edebilme fikri, Amerikan ordusunun emperyalist hayallerini taçlandırmıştır. ABD, kesenin ağzını sonuna kadar açmış ve inanılmaz kaynak yatırarak sonrasında çok da başarılı olmayacak bir projeye gönül vermiştir. Savaş bir şekilde bitmiş fakat helikopterler üzerinde taşınan bu devasa silah pek de faydalı olmamıştır. Günün sonunda, yaptıkları AR-GE yatırımını karşılayabilmek için bu teknoloji küçültüp halka mikrodalga fırın olarak sunulmuştur. Geliştirilen ürün Magnetron adıyla bilinen bir elektronik parçaydı. Bu parça sayesinde sadece ve sadece su moleküllerini titreştirecek ve yarattığı sürtünmeyle ısı ortaya çıkartan bir mikro dalga sinyali elde edilebilmiştir. Elbette her teknoloji bizlerin kullanımına sunulacak diye bir kaide olmasada, özgün yapılan her üretim, ülkenin bilgi dağarcığına eklenerek yeni çözüm kapılar açmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti özelinde bakacak olursak, yıllardır radar ve sinyal işleme üzerine çalışan ASELSAN’ımız, yerli bir MR (Manyetik Rezonans) cihazı üretmeyi bu bilgi birikimi ve üretim kültürü sayesinde başarmıştır. Solunum cihazından, Gökbey sivil helikopterine kadar örnekleri çoğaltmak mümkün, fakat bu gelişmeler bizi rehavete değil, daha çok çalışmaya teşvik etmeli. Araştırma, geliştirme ve öğrenme sonu olmayan uzun bir yolculuk gibidir. Yapılan her yeni ürün bizi bir anda dünyanın teknoloji lideri haline getirmemektedir. Fakat farklı sektörlerde yapılan her yeni atılım ve kazanılan bilgi birikimi (know-how), olası başka yeniliklerin tohumunu atmaktadır.

Birden fazla disiplinin bir araya gelmesiyle geliştirilebilen “Motor” teknolojileri ülke olarak aşmamız gereken teknolojik bir bariyer. Kara, hava ve deniz taşıtlarında kullanılan motorların tamamında farklı üretim süreçlerinin pekiştirilmesi ve bilgi birikimi havuzunun genişletilmesi, gelecekte doğacak ihtiyaçların karşılanmasında bize çok büyük katkılar sağlayacaktır. Peki diğer ülkelere kıyasla biz bu yolculuğun neresindeyiz ? “Motor yapamazlar” argümanına gerçekci olarak nasıl bir cevabımız var gelin buna elimizdekilerle bir bakalım.

Önceki yazımda bahsettiğim TÜSAŞ-TEİ üretimi ANKA insansız hava araçları, ilk üretildiklerinde yabancı menşeili motorlar kullanmaktaydı. İnsansız hava aracının gövdesi, avonik (elektronik uçuş enstürmanları) vb. Bileşenlerinin geliştirilmesi ve seri üretime geçilmesi projenin ana hedefi olması sebebiyle ilk adımda motor hariç her bileşenin nasıl üretilmesi gerektiği bilgisi edinildi. Bu bilgi birikimi ve üretim süreçleri çıkartılan ANKA insansız hava aracı, günümüzde yine TEİ tarafından geliştirilen PD170 adlı yerli motorla operasyonlarına devam etmektedir. Tamamen yerli olarak geliştirilen PD170 motoru EASA (Avrupa Havacılık Güvenlik Ajansı) tarafından tüm sertifikasyon ve kalifikasyon testlerini başarıyla geçmiştir. 14km yüksekliğe kadar çıkabilen, JP8, Jet A1 ve dizel gibi farklı yakıtlarla sorunsuz çalışabilen PD170, yaklaşık 3000 saatlik dayanıklılık testlerinden başarıyla geçmiştir. 1800 saate kadar çalışma ömrü sunan PD170 sayesinde turbodizel motorlar ve türevlerini üretebilme kabiliyeti kazanmış olduk. AKINCI silahlı insansız hava aracında da kullanılılacak olan bu motor sayesinde, küresel ölçekte A dan Z ye insansız hava aracı tasarlayıp ihraç eden bir ülke haline gelmiş olduk.

İtalyan Agusto firmasıyla birlikte geliştirilen yerli taaruz helikopterimiz olan ATAK da yabancı motorlardan güç almaktadır. Projenin tamamen yerli ve milli olabilmesi amacıyla geliştirilen T700-TEİ-701D Turboşaft motoru, yanlızca ATAK’a değil, GÖKBEY ve HÜRKUŞ projelerine de güç verecektir. 2014 yılında geliştirmeleri başlayan T700 motoru tamamen özgün bir tasarım olmamakla birlikte, lisansı alınarak hem üretim hem geliştirme aşamaları iyileştirilmektedir.

Gemisavar roket olarak bilinen Danimarka menşei’li Penguen füzelerinin tedariğinde ciddi sıkıntılar yaşandığı bilgisi uzun süre konuşulmuştu. İhtiyaç üzerine 2000 lerin başında geliştirilmeye başlayan SOM füze sistemleri, tek kullanımlık ama yüksek ömürlü jet motorları ile çalışmaktadır. SOM, üretim aşamasında Fransız yapımı TR40 tipi motorla kullanılmıştı. Tahribat yükleri, uçuş kontrol kartları, yazılımları yerli olarak geliştirilse dahi motor konusunda kapatılması gereken bir açık mevcuttu. Bu talebi TEI-TJ300 ve KTJ3200 füze motorları karşılamaya başladı. 5 saat boyunca kesintisiz çalışabilme testlerinden geçen jet füze motorlarımız artık akıllı mühimmatlarımıza güç verebilecektir.

Yerli uçak, insansız hava aracı ve benzeri yeni üretimler yapmak istediğimizde en büyük sıkıntıyı motorda yaşadığımızı görmüş olduk. İlgili projeler, motoru yurtdışından almak zorunda kalmamız sebebiyle, satan ülke tarafından uygulanacak bir ambargo sonucunda tehlikeye girmekte ve hatta rafa kaldırılabilmektedir. Bu durumda, projeyi ihraç edebilmemizinde önü kapandığı gibi adetli seri üretim imkanı da kısıtlanıyor. Örneğin Pakistan tarafından satın alınması planlanan ATAK helikopterleri, Agusto ya ait motorlarla birlikte satılacak olması sebebiyle beklemeye alınmış oldu. Öte yandan ANKA’lar tamamı yerli olması ve gerektiğinde daha fazla üretilerek tedarik edilebilecek olduklarından Tunus, Katar, Ukrayna gibi ülkelerce satın alınmıştır.

ALTAY tankına ve zırhlı diğer araçlarımızda kullanılması hedeflenen dizel motorun geliştirilmesi ve ilk prototipi de tamamlandı. BMC POWER şirketi tarafından İzmir de geliştirilen 450 beygir gücündeki motor, ürettiğimiz kara araçlarına güç vererek, farklı tip ve model seçenekleriyle seri üretim sürecine sokulmuştur.

Sonuç olarak küresel motor teknolojileri pazarında şimdilik elimizde çığır açan bir çözüm bulunmuyor. Fakat yürütülen faaliyetler ve şuan itibariyle elimizde olan çözümler bile “Motor Yapamazlar” yaftasını yıkmaya yetmiyor. Yazımı, yolumuzu her daim aydınlatan Atamızın “Türk, Öğün, Çalış, Güven” sözünü “kendimce” yorumlayarak bitiriyorum.

Türk (Bize Diyor !)

Öğün (Akıllanın, Öğrenmeyi bırakmayın, Uyanın)

Çalış (Yatıp Durma, Ne yapıyorsan en iyisini yap, Tembellik etme..)

Güven (Yapamazlar, Edemezlere gelme kendine/milletine Güven ve YAP)

Bunları da sevebilirsiniz