Kurumsal Değişim ve Modern Bürokrasi

Bürokrasi ve bürokratik yönetim tarzı 20. yüzyılın geçer akçesiydi, buna şüphe yok. Kişisel farklılıkların bir kenara bırakılıp kurumların tek vücut hareket etmesini sağlayan bürokrasi sadece bir organizasyon biçimi, idare yöntemi değil aynı zamanda bir felsefeyi de içeriyordu. Bugün durum hala böyle fakat bürokrasinin yeniçağa ayak uyduramadığına dair yoğun bir söylence var. Bu söylencenin doğruluğu belki de bürokrasiden ne anlaşıldığına bağlı. Bürokrasiden kastımız esnemeyen kurallar, rahatsız koltuklar ve yığınla kırtasiye malzemesiyse tabi bürokrasinin 21. yüzyılda yeri yok. Öte yandan, bürokrasiden kasıt iddialı işleri büyük çapta yapmak için gerekli düzen ve disiplinse, bürokrasiyi bırakmak şöyle dursun, güçlendirmek gerekecektir. Ulus devletler, büyük şirketler ve geniş alanda yürütülen faaliyetler bürokratik örgütlenmeyi belki de zorunlu kılıyor, 19. yüzyılda modern yaşamı kamusal alana taşıma derdinde olanların tek çaresi olan bürokrasi, belki 21. yüzyılda da bu değerlerin koruyucusu ve uygulayıcısı olacaktır.

Peki, nedir bürokrasiyi bu denli tercih edileblir kılan? Bugün feci biçimde eleştirildiği doğru ama 50 yıl öncesine kadar modern dünya için alternatifi düşünülemeyen bir kavramdı. Max Weber’den ve memleketinden örnekler aydınlatıcı olabilir. Yine bütün bunları anlatırken akademisyen John Toye’nin yazdıklarından da faydalanacağım. Kalkınma iktisatçısı Ha-Joon Chang’in editörlüğünü yaptığı meşhur Institutional Change and Economic Development [Kurumsal Değişim ve İktisadi Kalkınma] kitabında Toye, modern bürokrasinin değişimi ve bunun ekonomik gelişime katkısı üzerine epey değerli bilgiler veriyor. Bugün kırtasiyecilik ve verimsizlik gibi suçlamalarla karşılaşan bürokrasinin hikâyesinin bilinenden çok daha fırtınalı olduğunu anlatmak, asıl derdim. Bir de tabi, bürokrasinin de çeşitlerinin olduğu ve bulunan politik iklimin ve coğrafyanın ülke bürokrasilerine sadece yüzeysel değil son derece kökten etkilerde bulunduğunu da vurgulayabilmek.

Bürokrasiye dair ilk ciddi akademik analizler ve yine bu analizlere ilk ciddi eleştiriler 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başına denk geliyor denebilir. Bu konuda ilk kalem oynatanlardan Weber, bürokrasiye karşı duyduğu aşk ve nefret arasında mekik dokuyordu demek yanlış olmaz. Bürokratik örgütlenme, insan keyfiyetini azaltıp verimlilik için canla başla mücadele ederek Weber’in rasyonalizasyon hayalini süslüyordu, hoş Weber’in bu hayalinin sınırlarını bugün geriye bakıp anlamak bile güç. Rasyonalizasyon, en azından o günkü anlamıyla aklın hayatın her alanında temel karar verici olması demekti. Dikkat edilirse böylesi bir tanım çok geniş. Belki bu genişlik İngiltere’nin yavaş ama güçlü gelişen bürokrasisinden Sovyetler Birliği’nin hızlı ve hatalarını yolda düzelten bürokrasisi gibi epeyce farklı oluşumları açıklamaya da yardımcı olabilir. Yine de nasıl hayata geçirilirse geçirilsin, bürokrasi, akla ve makul olana yanaşmanın en sistemli yollarından biriydi. Öte yandan, Weber ve çağdaşları için korkutucu bir tablo da ortaya çıkıyordu. Tüzükler, genelgeler, kurallar, kanunlar ve yazılı emirler, insanın suretini ve biricikliğini denklemin dışında bırakıyor, yine Weber’in meşhur deyimiyle bireyi demir kafese hapsediyordu. Demir kafes ve aşırı dozda akılcılığın günahlarını salt bürokrasiye yüklemek elbette adil değil. Demir kafes, hayatın her yerinde. Suçun büyük kısmı insan doğasına mı yoksa kapitalizme mi ait, modern yaşama mı yoksa Batı’nın genel ahlakına mı, yanıtlamak zor. Yine fakat soruya verilecek her yanıt bürokrasinin getirdiklerini ve götürdüklerini teraziye koymak zorunda. Şüphesiz, Weber de bürokrasinin sadece devlete ve kamuya ait bir mekanizma olmadığının farkındaydı fakat Prusya disiplinini tecrübe etmiş ve Almanya’nın devlet geleneği kazandığı önemli süreçlere tanıklık etmiş Weber’i devlet ve devlet kadrolarına fazla odaklanmakla suçlayamayız. Bugün bürokrasi çok uluslu şirketlerden daha küçük özel teşebbüslere, bankalardan devlet kurumlarına her şeyin temel yönetim yöntemlerinden. Toye, bu farklılıkları her şeyden önce farklı politik iklimlere bağlıyor. Japonya’daki bürokrasi ile ABD’deki bürokrasiyi içinde doğdukları koşullardan bağımsız değerlendirmek mümkün değil. Farklılıklar ve ayrışmalar siyasal koşullarla biçimleniyor. Fakat yine Toye’nin anlattığı ve Weber’in birinci elden tanık olduğu gibi, bürokrasiler de siyaseti epeyce etkileyebiliyor. Hatta öyle ki, Büyük Frederick, bürokrasiye tanıdığı özerkliğin kendi gücünü bile kısıtladığını farkındaydı. Ne var ki, uzun vadede ülkede işlerin sağlıklı ve liyakat temelinde yürümesi, Frederick’e kendi gücünden daha önemli gelmiş olsa gerek.

Toye, dört bürokrasiyi incelemiş makalesi için. Prusya-Almanya, Britanya, ABD ve Japonya bürokrasileri. Birbirlerinden oldukça farklılar ve sadece gelişim çizgileri açısından değil, bugün durdukları yer bakımından da farklılar. ABD, bürokratik gelenek açısından, uzmanlığa görece daha az değer veren bürokrasilerden biri. Nedeni, sandığı çoğu şeyin çözümü olarak görmesi. Seçimler her şeyi çözüp en iyiyi hak ettiği yere koyacaksa, bürokratik şemalara ne gerek var? Bu sorunun cevabı tarihte bulunabilir. Popülizmle imtihanını vermiş veya vermekte olan her ülkenin vatandaşının yürekten bildiği bir cevap üstelik. Prusya-Almanya bürokrasisi ve benzerleri ise Weber’in ideal tipe en yakın gördüğü bürokrasi. Verimli, disiplinli ve planlı bu bürokrasilerin temel sorunlarından birisi, ipin ucunun kaçma ihtimali (bkz. 1930 ve 1940 dolaylarında Almanya). Japonya bürokrasisi ise militarist yapısı bakımından Prusya-Almanya bürokrasisini andırıyor belki ama yine farkları mevcut. Farklılıklar özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde daha çok ortaya çıkıyor. (Bu militarizm vurgusu bazı çalışmalarda geç Osmanlı-erken Cumhuriyet bürokrasisini de Japonya ve Almanya bürokrasisiyle özdeşleştirme eğilimine yol açıyor, doğruluğu tartışılır.)

Ülkemizi bu dört farklı bürokrasiyle kıyaslayınca akla ilk gelen hangisine daha yakın olduğu sorusu. Elbette incelendiğinde kendi koşulları gereği Türk bürokrasisi de özgün fakat bu hazır incelenmiş kategorilerden hangisine daha yakın olduğu sorusu önemli bir soru. Kendimi böylesi bir soruyu düşünmeye itsem de sağlıklı bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Fakat Türk bürokrasisiyle ilgili literatürde yer alan bazı düşünceleri kendi gözlemlerimle aktarmak isterim. Her şeyden önce Türk bürokrasisi belki de bir bürokrasiden beklenmeyecek biçimde, devrim yapmış bir bürokrasi. Cumhuriyet devrimi bugün bazı çevrelerce geçmişten kopuk bir gelişme gibi düşünülse de eski rejimin bürokrasisinin ve asker sınıfının yaptığı bir işti. Tabi ki herkes aynı gelişmeleri aynı heyecanla istememiş olabilir fakat bu bürokratik sınıfın çabası monarşi ve cumhuriyet arasındaki geçişin sosyal anlamda sancısız olmasına yol açmış. Bu açıdan bizim bürokrasimize kurucu bir bürokrasi demek yanlış olmaz. Bu Türkiye’nin modernleşme sürecindeki göreceli hızını ve başarısını açıklamak için dikkate alınması gereken bir vasıf. Ve zannediyorum böylesi bir bürokrat ve asker sınıfın oluşumunu Tanzimat’a kadar götürerek de hata etmeyiz. Türkiye’nin bürokratik köklerinin hakkını vermek de ancak, Toye gibi karşılaştırmalı incelemeler ile mümkün olabilir. Umuyorum ki ilerleyen zamanlarda bu karşılaştırmalı analizlerin sayısı çoğalacaktır. Tabi, bütün bu yazdıklarım üzerine bir soru doğuyor: Madem bürokrasi bu kadar iyi, bu topraklarda da köklü bir geçmişi var; neden bugün bu kadar tepki görüyor?

Bana kalırsa bunun en büyük nedenlerden biri, bürokrasinin temsil ettiği değerlerden kopuk düşünülmesi ve bürokrasiye ait süreçlerin mekanizmaları ve neden sonuç ilişkileriyle bir bütün içinde değil, sadece sonuçlarıyla değerlendirilmesi. Artık vergi dairesinde birkaç saat sıra beklemiş her birey, bürokrasinin dehşeti ve korkunçluğu hakkında hayıflanacak veriye sahip olduğuna inanıyor. Bürokrasinin eksiği gediği elbette çok fakat ortadan kaldırılmasını ve yerine bir şeylerin hızlıca gelmesi gerektiğini düşünenlere daha dikkatli yaklaşmak lazım. Daha hızlı karar alma mekanizmalarının gelişmesi, hiyerarşinin giderek daha yatay hale gelmesi ve pek çok diğer yenilik bürokrasi varken de mümkün aslında. Kısacası kamusal ve kurumsal değişim yine kurumsal bağlamda olabilir ve belki olmalı da. Yoksa aman, bütün bıkkınlık verici süreçleri ve verimsizlikleri suçunu bürokrasinin üstüne atalım ve demir kafesten çıkalım derken aslında kamusal alanı kaybediyor olmayalım?

Bunları da sevebilirsiniz