Amok Koşucusu

Pandemi ile mücadele devam ediyor. Sürecin getirdiği alışkanlıklar, alınan önlemler ve eski sıklığını yitiren bazı davranış örüntüleriyle beraber yeni bir kavrama merhaba diyoruz:

Yeni normal”

Önceki yazımda bahsettiğim kadın erkek rollerine ilişkin bir yenilik değil söz edilen. Aksine, içinde bulunduğumuz dönemde “eski normale” ait rollerin her zamankinden çok sahiplenildiğini görüyoruz. Yeni normal ise cinsiyet gözetmeksizin toplumsal yaşamda oluşan değişimleri kapsıyor.

Nedir bu yeni normal?

Salgının ilk günlerinden itibaren yaşanan köklü değişimlerle gelen belirsizlikler ve tehdit algısı hala varlığını sürdürse de yeni düzene uyum çalışmaları tüm hızıyla başladı. İşyerlerinin, restoranların, parkların, alışveriş merkezlerinin açılmasıyla sosyal yaşamın yazılı ve yazısız kurallarında birçok değişim gerçekleşti. Maske takma zorunluluğu, sosyal mesafe, kafe masalarında peçeteliğin bir parçası olarak kabul gören dezenfektanlar, hava temizleyici ürünler, kapalı mekân girişlerinde çantanızı kontrol eden güvenlik görevlilerinin ellerindeki ateş ölçerler…

Alışılagelen, kurallara uygun olan, şaşılacak bir yönü bulunmayan, olağan, doğal” anlamlarına gelen “normal” kavramının belli alanlardaki içeriği değişiyor ve dönüşüyor. Farklılaşan kelime anlamı değil; kavramın ifade ettiği alışkanlıklar, kurallar ve davranışlar. Belki de bu nedenle süresini kestiremediğimiz bir zaman diliminde kabul görecek düzeni adlandırmak için kullanılan bir kavram “yeni normal.” Halbuki pandemi ile yaşamımızda değişen her şey, içinde bulunduğumuz sürecin bir getirisi. Şu anın normali.

Peki, salgının hayati tehlikesi ve toplumsal mücadele için alınması gereken tüm önlemler hakkında bilgi sahibi olunmasına rağmen yeni düzene geçiş süreci neden beklenen hızda ilerleyemiyor?

Yapılan araştırmalar tüm dünyayı etkileyen yaşam koşullarındaki değişimin ve yarının belirsizliğinin tanıdık, bildik olan (kültürel, ekonomik, sosyal-toplumsal faktörlerle inşa edilmiş) normalin her zamankinden çok kabullenilmesine ve sahiplenilmesine neden olduğunu ortaya çıkarıyor. İnsanlar “eskinin” kaybına tepki gösteriyor ya da tümden reddediyorlar. Toplumsal hatta global bir yas süreci yaşanıyor.

Belki de bu sebeple acil bir gereklilik olmadıkça evden çıkmadan aylarını geçirmiş insanlar, bugün alışveriş merkezleri önünde kuyruklar oluşturuyor, sahilde/parklarda gruplar halinde oturuyor, otellerde rezervasyon yaptırıyor… Eskisi gibi yaşamaya devam etme arzusu ve tutkusu içinde aşina oldukları düzene dönmeye çalışıyorlar.

Özellikle sahip oldukları değerlere, alışkanlıklara ve normlara sıkı sıkıya bağlı toplumlarda değişim yavaş ve meşakkatlidir. Pandemi koşullarında toplum sağlığını korumak amacıyla alınan önlemlerin çoğunlukla yasal yaptırımlar ile uygulanabiliyor olması da yeni düzene geçiş konusundaki isteksizliği ve zorlanmayı gözler önüne seriyor. Oysaki içinde bulunduğumuz süreç, çeşitli sosyal normlardaki zorunlu değişimi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla grup etkisinin büyük önem taşıdığı bu alanda “yeni normale” karşı olumsuz tutum sergilemeden bugünün koşullarına uyumlanabilen, farklı davranış örüntülerini deneyimleyip, içselleştirebilen bireylerin varlığı; grubun ve toplumun sağlığı için oldukça önem taşıyor.

Tutum, dinamik veya yönlendirici bir etkide bulunan davranışsal bir hazırlık durumudur; tutum, ilişkin olduğu tüm objelere ve durumlara karşı kişinin tepkilerini etkiler” diyor Nuri Bilgin.** Belki de her şeyden önce yeni normale karşı olan/geliştirilen tutumun değişimi ile başlamalıyız yola. Tutum değişmeden davranışın değişmesini beklemek, içsel bir hazırlığı olmayan kişide tutarsızlık ve kaygı yaratır. Bunun bir sonucu olarak dengeyi yeniden sağlayabilmek amacıyla (yukarıda verilen örneklerde olduğu gibi) yeniyi/şu an var olanı reddedebilir, yok sayabilir. Bütünsel, dengeli ve etkili normalleşme süreci için bedensel, zihinsel ve ruhsal hazırlığı olan bireylere ihtiyacımız var. Ancak bu birliktelik içinde ilerleyen toplumlar yeni normale uyum sürecini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirebilir.

*

Ünlü bir hikâyede yerli rehberler ve arkeologlar tapınak yolunda hızla ilerler. Henüz yolun yarısı bile tamamlanmamıştır. Ancak yerliler bir anda durur ve yere oturup beklemeye başlarlar. Saatler sonra yok yere zaman kaybettiklerini düşünen arkeologlardan biri, kimsenin anlam veremediği bu davranışın sebebini sorar. Yaşlı yerliden aldığı cevap, zamansız ve mekansız bir gerçekliğe işaret eder:

Çok kısa sürede, çok hızlı yol aldık. Ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik…”

*

Belki de pandemiyle gelen yeni normal, insanlık için oturup ruhlarımızı beklediğimiz bir süreçtir…

*Başlık (Amok Koşucusu) Stefan Zweig’a saygıyla.

**Nuri Bilgin – Sosyal Psikoloji Kavramlar, Yaklaşımlar Sözlüğü

Bunları da sevebilirsiniz