Yüzyılların Günah Keçisi: Kadın

15 Ocak 2019’da Casim Ozan Çeltik, Berfin Özek’i asitli bir sıvıyla yaraladı. Genç kadının yüzünde yer yer erimeler meydana geldi, bir gözünü de kaybetti. Bu olay ilk günden beri kadına karşı şiddete karşı az çok duyarlı herkes tarafından ilgiyle takip ediliyordu. Berfin ameliyat oldu, kadın platformları başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş olayın sıkı takipçisi oldu. Berfin hakkında yazıldı, çizildi; tüm içtenliğimizle onun daha iyi olmasını diledik hepimiz. Ta ki Berfin mücrim kişiyi sevdiğini ifade edip ve onun hakkındaki şikayetini geri çekmeye karar verene kadar… Berfin’in avukatıyla yazışmalarının ortaya çıkması ve akabinde de şikayetini geri çekmesi ardından olay bambaşka bir hâl aldı.

Olayı yakından takip edenlerin hatırlayacağı üzere, Berfin’in şikâyetini geri çekme haberlerinin yayılmasından birkaç gün önce Covid-19 sebebiyle gündeme gelen infaz yasasının Casim Ozan Çeltik ve benzeri mahkumları da kapsayacağına dair söylentiler duyulmaya başlanmıştı. Akabinde gelen bu şikâyeti geri çekme kararının geleceğe dair korku ve endişe etkisi altında verilmiş bir karar olabileceği düşünüldü bazı çevrelerde. Sebebi bu muydu yoksa Berfin’in beyan ettiği gibi sevginin gücünün onu iyileştireceğine inanması mıydı gelecek günlerde öğreneceğiz elbet. Berfin’in şikâyetini geri çekmesi, adaletin teorik ve pratik uygulanışından tutun şiddetin kamuoyu tarafından algılanışına kadar büyük sorunlar yaratacak elbette. Ancak bu kararın ardındaki sebeplerden daha önemli bir sorun var tartışılması mühim olan: kadına karşı şiddet mücadelesinde yapılan yanlışlar ve kadını günah keçisi ilan etmeye olan yatkınlık.

Berfin’in bu kararı duyulduğu ilk andan itibaren her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Ona yapılan yardımları göze sokmaya çalışanlar mı dersiniz; genç kadının başına gelenlerin ona müstahak olduğuna varana kadar bir sürü ses… Olayın özündeki mesele unutuluverdi. Bir insanın yüzüne asidik sıvı atarak onu hayattan koparmak isteyen canlı kadar suçlanır hale geldi Berfin. Herkesin hayatta aynı derecede şansa sahip olmadığını anlatmaktaki başarısızlığımız bir kez daha yüzümüze vurdu bu vesileyle. Tek bu değil elbette, kadın hakları konusunda söz sahibi olan insanların bile zaman zaman savunulması gereken insanlar hakkında ne kadar yanlış kararlar alabiliyor olduğunu da görmüş olduk. Bu süreçte Berfin’le iletişime geçip belki hemderdi olabilecek, hatta belki onu bu konu hakkında daha rasyonel düşünmeye davet edebilecek fırsatı olan platformların olaydan elini ayağın çekmeye yeltenmesi şiddete karşı yapılan çalışmaların yanlış bir uygulaması olarak kendini gösterdi. Nitekim İskenderun Kadın Platformu, Berfin’in açıklamasından bir gün sonra şu açıklamayı kamuoyuyla paylaştı:

“Gelinen süreçte Berfin’in kendi iradesiyle şikayetinden vazgeçtiğini bildirmesi üzerine bizler affetmesinin hukuki ve sağlık yönünden sonuçlarını kendisine bildirmemize rağmen, kendisi bu iradesinde ısrar ettiği için bizler de ‘öldüren sevgi istemiyoruz’ şiarımıza ters düştüğünden, ilkelerimizden asla taviz vermeyerek, bu saatten sonra Berfin Özek’le ilgili hiçbir çalışmada yer almayacağımızı kamuoyuna bildiriyoruz.”

Her gün yüzlerce erkek şiddeti haberi duyduğumuz; günlük yaşamımızın en küçük alanında bile teorideki eşitliğin pratikte nasıl bocaladığına şahit olduğumuz zamanlarda elbette hiçbirimiz ‘öldüren sevgi istemiyoruz’. Gelgelelim, öldüren sevgiye ne pasif bir şekilde engel olunur ne de mağdur yalnız bırakılarak. Öldüren sevgiye, tutkudan mütevellit şiddete ancak ve ancak en zor şartlarda bile mücadeleye devam edilirse göğüs gerilir. Yukarıdaki açıklamayı yapan İskenderun Kadın Platformu da hatalarının farkına varmış olacak ki ertesi gün yeni bir açıklamayla Berfin’in yanında olmaya devam edeceklerini ifade ettiler. Ancak olan olmuştu. Ne kadına karşı şiddet mücadelesine ne de bireysel olarak Berfin’e verilen zararın dönüşü yoktu.

Bu olayda gözümüze çarpan ilk şey bulunan ilk fırsatta, yapılan en ufak hatada mağdur kadını suçlamak için nasıl pusuda beklediğimiz oldu. Zannediyorum ki Berfin’e ölümü müstahak görenlerin zihniyeti ile kabahati ilk önce şiddete uğrayanda arayan zihniyetin bir farkı olduğunu düşünmek büyük bir aldatmacaya düşmek olur. Berfin’in bu kararından sonra ona yapılan yardım ve destekleri gözler önüne sürmek ise böyle yapacağını bilsek aldığı yaraları sarmaya yardım etmezdik demenin ta kendisi. Medyanın Berfin’in kararını ne tür başlıklarla kamuoyuna sunduğu, insanların bu habere ne gibi ifadelerle tepkiler verdikleri bireyden kitleye kadar geniş yelpazede bir “günah keçisi ilan etmedurumunun varlığına işaret ediyor.

Sevgilisinin yüzüne asit döktüğü Berfin Özek: Ozan’a hakkımı helal ettim’

Berfin Özek, kendisini bu hale getireni affetti’

Berfin Özek, asitli saldırganı hâlâ sevdiğini açıkladı’

Üç farklı kaynaktan seçtiğim bu haber başlıklarında iki temel yatkınlık görüyoruz. İlk olarak mağdurun affetmesiyle şiddeti meşru kılınabileceği algısının yaratılmak istenmesi ikincisi ise bir önceki paragraflarda bahsettiğim kadını günah keçisi ilan etmeye olan yatkınlık. Berfin kendisini bu hale getireni hâlâ seviyor olduğu için ve onu affettiği için suçlu; ona hakkını helal ettiği için ise saldırgan artık suçsuz. Medyadan bir başka korkunç paylaşım ise binlerce kişi tarafından takip edilen ve sözde baştan beri Berfin’in yanında olan Ayşe Armanın paylaşımı:

Ne yazık ki doğru!!!! Berfin, yüzüne 1.5 kilo kezzap atan, “insan” bile diyemeyeceğim o mahluku, Ozan Çeltik’i affetti. Yanlış okumadınız, yüzünü tanınmaz hale getiren, hayatını çalan katilini affetti.
.
İnanılır gibi değil di mi? Yazıklar olsun di mi? Ben de inanamadım. Bi yanlışlık vardır dedim. Olamaz dedim. Mümkün değil dedim
.
Bütün ülke “birlik” olmuştuk, “tek yürek” olmuştuk, bu kızın yanında yer almıştık. Sağlık Bakanlığı devreye girdi, istediği doktora ameliyat olmasına izin verildi, Mehmet Mutaf Hoca günlerce gecelerce uğraştı, bilmem kaç ameliyat gerçekleştirdi, 4 mü, 5 mi, sayısını ben unuttum, aylarca Bodrum Acıbadem’de kaldı, kadın örgütleri devreye girdi, benim gibi kaç gazeteci başına gelen felaketi yazdıkça yazdı. İyilik kolyeleri dizdirdik, ona gelir olsun diye sattık. Gerçekten inanamıyorum.
.
Her şey, en ilkel erkek şiddetine maruz kalan, hayatı çalınan bir kadına yardımcı olmak içindi. O, yeni bir yüzle, kaldığı yerden, yeni bir hayata devam etsin, kendi ayaklarının üzerinde durabilsin diyeydi. Belki üniversite okurdu, meslek sahibi olurdu, belki şiddete uğrayan kadınların başka yanında yer alırdı.
.
Ama sonunda ne oldu? O kadın gitti, o mahluku affetti!!! Felaket di mi???? Siz de şoktasınız di mi???? Dün oğlanın annesinin evine taşındı, bugün de gitti Cumhuriyet Savcılığına “Şikayetimi geri çekiyorum” diye dilekçe verdi.”

Çaresizliğin bu denlisini hayatları boyunca tatmamış, bambaşka sosyo-ekonomik çevrelerden gelmiş insanların yargılarında artık Berfin’in adı bu kız olmuş, istediği doktora ameliyat edilmesi ona sunulmuş bir lütuf haline gelmiş, tüm bu yaşadıkları unutulmuş ve ona kocaman bir yazıklar olsun denmiş.

Bütün bu açıklamaların ve eleştirilerin bu denli düşünülmeden paylaşılmasından bize miras olarak şiddete uydurulan kılıfların önünün açılması kalıyor. Sözde Berfin’in ve hayatları karatılmış bütün kadınların yanında olmak istedik ama gerçekte yaptığımız yüzyıllardır günah keçisi olan kadınları oldukları noktadan bir adım ileriye taşıyamamak oldu. Düşene bir tekme de biz atacağımız yerde bunun yapılabilirliğini pekiştiren insanları, ideolojileri, yasaları ve uygulamaları eleştirebilseydik birtakım şeyler farklı olur muydu acaba? Elbette olurdu! Medeniyetimizin her türlü eşitsizlikle savaştığı bu yüzyılda bu utancın bizi derin uykumuzdan uyandırması dileğiyle…

Bunları da sevebilirsiniz