‘Her şeyi tutku haline getiriyorsun!’ Nastaya Filipovna’nın bu sözünü Dostoyevski’nin bütün kahramanlarında ve kendisinde görmek kaçınılmaz. O, hummalı bir şekilde yaşadığı ve düşündüğü gibi hummalı bir şekilde de yazıyordu. Tarzı bütün ateşli mizaçlı insanlarınki gibiydi ve cümleler inci dizileri gibi sıralanıp gittikçe, nabzı iki kat hıza çıkıyor, sinirleri gerildikçe geriliyordu.
Onun için yaratmak, kendinden geçiş ve bir azap, bir düşkünlük, ıstırap halini alan şehvet, ürperiş, bir yanardağa benzeyen doğanın volkan gibi fışkırmasıydı. İlk kitabı olan Yoksullar’ı yirmi üç yaşında gözyaşı nöbetleri içinde yazmıştı. Bundan böyle her çalışması onun için bunalım ve hastalık olacaktı. ‘ Sinirli bir şekilde, azaplar ve kaygılar içerisinde yazıyorum, ne zaman çaba göstersem hastalanıyorum ‘ diyordu. Sara illetinin, ateşli ve hummalı ritmi ve çalışmalarına ara vermek zorunda bırakan trajik etkisi, eserlerinin en ince titreşimlerinde bile hissedilebilir. Dostoyevski bütün varlığını işine vererek çalışırdı. Hiçbir zaman kalemi eline alıp aklına geleni yazmaya kalmazdı, hep ustalığın konforuna hiç kapılmadan yazdı. Yarattığı kişilerle aynı duyguyu paylaşabilmek için sinirlerini yıpratıp durdu. Dostoyevski eserleri, korkunç hava basıncında, şiddetli fırtınada patlak veren yanardağdan fışkıran lavlara benzer. Stendhal için verilmiş olan şu hüküm Dostoyevski’ye de uygulanabilir. ‘ Heyecansız olduğu zamanlarda ruhsuz gibiydi’ Tutkusuz olduğu anlarda gücünü yitiriyordu.
Sanatta tutku, yaratıcı bir unsur olduğu kadar, yıkıcı rol de oynayabilir. Endişe harekete geçirici bir iç-kuvvet olarak rol oynamakta, sakin düşünce ise sanat eserinin üzerinde uzun uzun işlemek imkânını vermektedir. Dostoyevski olağanüstü planlar yapmaktan, muhteşem tasarılar, dünya tasavvurları kurmaktan hoşlanıyordu. Ancak tutkunun şiddeti her zaman tasarıların temelini çökertiyordu.
Dostoyevski’nin dünyası tutkudan doğan bir yaratıştır. Ve onu değerlendirebilmek için tutkulu olmak gerekir. Onun dünyasında hiçbir zaman tatlı bir huzur ile rahata kavuşulmaz onu okurken hiçbir zaman olayların dışında kalan, kudurmuş deniz dalgalarını kıyıdan seyreden biri olamazsınız. Trajediye biz de karışırız, olayların akışına biz de kendimizi kaptırırız, karakterlerin problemleri bizi aşırı heyecanlandırır, etkiler. Dostoyevski kendi yakıcı havasına bizi de sokmayı başarır soluğumuz kesilerek, başımız dönerek, ruhun uçurumlarına inmeye zorlanırız. Şakaklarımız onunki gibi atmaya başladığında aynı esrarlı tutku bizi de sarmalamıştır artık.
Dostoyevski’nin sanatı, tutkulu ve sinirleri kendi kahramanları kadar gergin olanları etkiler. Okuma salonlarında amatör okuyuculara, herkesin gittiği yoldan gitmeyi sevenlere yabancıdır o, onu yalnızca son derece tutkulu, ateşli okurlar anlayabilirler.
Dostoyevski’nin çağdaşı olan yazarlar, okuyucuyu kendilerine çekebilmek için içerisine soktukları dünyayı onlara sevdirebilmek için ikna edici bir hoşluğa, çekici enstrümanlara gereksinim duyarlar, okuyucunun merak duygusunu ve hayal gücünü tahrik ederler. Okuyucuya tümüyle sahip olmak isteyen Dostoyevski’nin yaptığı gibi kalbinde heyecan uyandırmayı başaramazlar. O, bizim ilgimizi, merak duygumuzu uyandırmakla yetinmez, bütün ruhumuzla ve bedenimizle kendisine ait olmamızı ister. Gergin bir hava yaratır, duyarlılığımızı aşırı şekilde tahrik eder. Tutkuluları bir çeşit hipnotizma ile irademizi zayıflatır. Sihirli sözler mırıldanan bir büyücü gibi bitip tükenmek bilmeyen karşılıklı konuşmalarla zihnimizi oyalamaya çalışırken esrarlı imalarla, üstü kapalı sözlerle ilgimizi uyandırır. Çarçabuk zafere ulaşmak istemez, hazırlık safhasının azabını uzatmak onda adeta şehvet halini almıştır. Sabırsızlıktan içimiz içimize sığmaz olur. Yeni yeni karakterler çıkarır ortaya, yeni sahneler yaratır, gittikçe yavaşlayan hızla olaya doğru gider. Bilinçli bir şekilde şeytani bir haz duyarak bizi fethedeceği anı geciktirir. İç sıkıntısının insana acı veren ağır havasını içimize çekmememizi sağlar. Fırtınanın iyice yaklaştığını anlarız, haberci şimşeklerin üstümüzde çaktığını görürüz.
Suç ve Ceza’nın akıl almaz ruh hallerinin bir cinayete yol açacağını anlayabilmek için geçen zamanı düşünün! Oysa sinirlerimiz korkunç bir dramın hazırlandığını çok daha önceden sezmişti bile, olayların yavaş gelişmesi onun başını döndüren ince tekniklerinden biridir.
Kahramanlarından her birini esas olaya götüren bir dehliz vardır ve her biri patlayıcı maddeyi kendi içinde taşımaktadır. Tutkuyu…. Ne var ki Dostoyevski sırrını eşsiz bir sanatla gizler bizden, patlamaya kimin yol açacağını son ana kadar bilemeyiz. Örneğin; Karamazov Kardeşler’de kafaları aynı düşünce ile zehirlenmiş olanlar arasından hangisinin Fedor Karamazov’u öldüreceğini son dakikaya kadar bilemeyiz. O kısacık sonuç anına kadar bekleyiş azabı içimizi kemirir durur.
Bu kısa anlarda eşine rastlanmayan bu kısa ama yoğun zaman aralığına ulaşabilmek için Dostoyevski kendinden önce hiç kimsenin yapmadığı şekilde geniş, etraflı ve güçlü bir anlatım tekniği kullanır. Bu yoğunluğu, bu şiddetli etkiyi ancak efsanevi bir güce sahip olan ilkel ve olağanüstü bir sanat gerçekleştirebilir. Bu bir yapı kurma sanatıdır. Piramitlerin zirveleri nasıl çok geniş bir tabana gereksinim duyuyorsa Dostoyevski’nin ulaştığı zirveler de eserlerinin geniş boyutlu olmasını gerektirmektedir.
Yaşamının son anına kadar yazmayı sürdüren Dostoyevsk’nin eserlerinde sözlerle anlatılamayan, kalıcı olan öyle şeyler vardır ki, insanı ve insanlığı mükemmelliğe doğru götüren yollardan bir kısmı böylece açılmıştır.