Nörodilbilim nedir?

Türkçe literatürde “nörodilbilim”, “nörolinguistik” ve “sinirdilbilim” gibi farklı adlandırmaları bulunan alanın ülkemizde hem tanınırlık hem de akademik çalışma bakımından yeni bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Bunda nörodilbilim deneyleri için gerekli teknolojilerin yatırım maliyetinin yüksek olmasının yanı sıra ülkemizdeki akademi dünyasında çağdaş dilbilim çalışmalarının yeterince yaygınlaşmamış olmasının da payı vardır. Ayrıca nörobilimcilerin dilbilim formasyonuna veya dilbilimcilerin nörobilim formasyonuna sahip olmasını gerektirmesi, yani “interdisipliner” bir alan olması da bir diğer neden olarak gösterilebilir. “İnterdisipliner” terimi, aynı anda birden fazla akademik disiplinin bilgisini bir arada kullanmayı gerektiren çalışma alanları için kullanılır. Elbette her bilim dalı ve akademik disiplin, doğası itibariyle interdisipliner bir özellik taşır; ancak bu, bilimsel bilginin evrenselliğinden ileri gelir. Özellikle 20. yüzyılda bilimlerin tek bir kişinin öğrenme ve araştırma becerisinin sınırlarını aşan muazzam bilgi ve veri birikimi biliminsanlarına uzmanlaşmayı dayatmış, böylece bilim dalları arasındaki makas ciddi ölçüde açılmıştır. Yakın zamanda bilgisayar teknolojilerindeki atılım, internetle birlikte uzak mesafelere anlık olarak çok büyük miktarlarda veri aktarımının mümkün hale gelmesi, hesaplama ve istatistik yazılımlarının daha gelişkin hale gelmesi ve elbette yapay zekâ çalışmalarının artmasıyla bu makasın yeniden daralmaya başladığını söyleyebiliriz. Bir diğer deyişle, bilimde yeniden “bütüncül” yaklaşıma geri dönülmektedir. Batı akademilerinde interdisipliner çalışmaların yaygınlaşması ve teşvik edilmesine karşın ülkemizde bu eğilimin henüz yaygınlık kazandığını söyleyemeyiz.

Nörodilbilim ne değildir?

Nörodilbilimin genel hatlarıyla ne olduğunu anlatmaya başlamadan önce ne olmadığını belirtmekte yarar var. Ülkemizde NLP (neuro-linguistic programming) kısaltmasıyla bilinen ve kişinin düşünce, davranış ve karakterini değiştirip kariyer, insan ilişkileri, para kazanma gibi konularda belirleyeceği hedeflere ulaşmasını sağladığını iddia eden “nörodilbilimsel programlama” adlı uygulamanın önerdiği yöntemlerin dilbilim ve nörobilim alanlarının ortaya koyduğu bilimsel literatürle sağlıklı bir ilişkisi yoktur. Sahtebilim olarak nitelenen bu alanın ülkemizde kişisel gelişim pazarında hatırı sayılır bir payı olmakla birlikte savunduğu iddialar bilimsel olarak kanıtlanabilmiş değildir. İki alanın ad benzerliği nedeniyle birbirine karıştırılabilmesi veya ilişkili olduğu sanılabilmesi ihtimaline karşı kısa bir açıklama yaptıktan sonra esas konumuza dönebiliriz.

Dil Gizeminin Perdesi Aralanıyor – Mu?

Dil ve beyin arasındaki ilişkinin doğası hakkındaki merak ve spekülasyonların izleri Antik Yunan’a kadar sürülebilir. Ancak bu merakın bugünkü anlamıyla bir bilimsel inceleme nesnesi haline gelebilmesi beyin görüntüleme tekniklerinin gelişmesiyle mümkün olabilmiştir. Bugün sahip olduğumuz teknolojinin gelişmesinden önce de beynin modüler (farklı işlevleri yerine getiren farklı alt birimlerden oluşan) bir yapıda olduğu düşüncesi yaygınlık kazanmıştı. Özellikle beynin 27 alt organdan oluştuğunu ve bu organların her birinin insan karakterini belirleyen farklı davranışlardan sorumlu olduğunu savunan frenoloji, 19. yüzyılın başlarında etkili olmuş ancak 1850’lere gelindiğinde etkisini yitirmişti. Frenolojinin iddialarının gerçeği yansıtmadığı anlaşılmış olsa da bu iddialar, modülerite yaklaşımının geliştirilmesinde etkili oldu.

Fransız anatomist Pierre Paul Broca’nın (1824-1880), konuşma becerisi zarar görmüş ve yalnızca düzenli olarak “ten” sözcüğünü söyleyebilen Louis Leborgne adında meşhur bir hastası vardı. Broca, Mösyö “Ten”in 1861 yılındaki ölümünden sonra yaptığı otopsisinde beynin düşünme, planlama, karar alma gibi işlevlerinin yerine getirildiği ön lobunun (frontal korteks) “sol inferior gyrus” [Sol Alt Çıkıntı] olarak adlandırılan bölgesinde bir kist olduğunu tespit etti. Bu bölge yaklaşık olarak sol şakağımıza denk gelen ve hemen hemen bir ceviz büyüklüğünde bir alanı kaplayan beyin bölgesidir. Broca’nın söz konusu beyin bölgesinin, konuşma becerisinden sorumlu olduğu sonucuna ulaşması sonrası nörobilim literatüründe bu bölge “Broca Alanı” veya “Broca Bölgesi” olarak adlandırıldı. Bu buluş günümüzde nörodilbilim çalışmalarının miladı olarak kabul edilmiştir. Broca’nın buluşu, günümüzde hala tartışılan ve üzerine sayısız araştırma ve deney yapılan, hakkında hipotezler ortaya atılan bir sorunun da ortaya çıkmasını sağladı: insan beyninde dil becerisi için özelleşmiş bölgeler var mı? Aslında günümüzde bu soruya bir yanıt verebiliyoruz: Hem evet hem de hayır. Evet, çünkü insanın dille ilgili eylemleri (konuşma, dinleme, okuma, anlama vb.) gerçekleştirirken aktifleşen özel beyin bölgeleri olduğunu artık biliyoruz. Ancak bu bölgelerin doğrudan dil becerisi için mi geliştiği yoksa diğer bilişsel beceriler gelişirken bu bölgeler arasındaki etkileşimin mi dili doğurduğu hâlâ önemli bir tartışma konusu. Ayrıca dilin ses, biçim, sözdizimi, gramer, anlam ve gerekli kas hareketlerinin yönetilmesi gibi farklı alt birimlerinden sorumlu beyin bölgeleri olmakla birlikte, dilin kullanımı için tüm bu bölgelerin çok karmaşık bir etkileşimi gereklidir. Bu karmaşık yapısına karşın dil işlevlerinin yürütüldüğü bölgeler ağırlıklı olarak beynin sol yarıküresinde kümelenmiştir. Sağ elini kullananların yüzde 90’ı, sol elini kullananlarınsa yüzde 50’si için dil merkezi korteksin (beynin beyaz, kıvrımlı ve en son evrimleşmiş kısmı) sol yarısıdır. Sol el kullanımında bu oranın düşmesinin nedeni, beyin kürelerinin bedenin diğer tarafını kontrol edecek bir sinir ağı yapısına sahip olmasıdır. Yani sol yarıküre bedenin sağ tarafını, sağ yarıküre ise sol tarafını kontrol eder. Solaklarda sağ yarıküre baskın olmasına karşın dil işlevlerinin dağılımı bütünüyle sağ yarıküreye aktarılmış görünmez, solakların da çoğunda dil yine sol yarıkürededir.

Beynin sol yarıküresinin dil işlevleriyle ilgili baskınlığı, anatomik yapısında da gözlenir. Yapılan incelemeler, insan beyninin sol yarıküresindeki Broca Alanı, sağ yarıküredeki izdüşümünden daha büyük olduğunu göstermiştir. İnsanın da içinde olduğu büyük maymunlar veya hominidler olarak adlandırılan primat familyasının insan dışında günümüzde yaşayan ve geçmişte yaşamış, insanın yakın akrabası olan diğer üyeleri üzerinde yapılan incelemelerde de aynı asimetri gözlenmiştir. Bu bulgular da dille ilgili işlevlerin beyinde evrimsel olarak belirli alanlarda yoğunlaştığını doğrulamaktadır.

1874 yılında Alman nörolog Carl Wernicke’nin (1848-1905) beyinde işlevsel olarak Broca Alanı’nı tamamlayan yeni bir dil alanı tanımlaması, nörodilbilimin gelişimindeki ikinci önemli kilometre taşı oldu. Wernicke Alanı sol yarıkürede temporal lobun “superior temporal gyrus” [“Üst Temporal Çıkıntı”] adlı kıvrımının arka kısmında yer alır. Bu alan kabaca sol kulağın arka üst kısmına denk gelir diyebiliriz. Wernicke Alanı, yazılı ve sözlü dilin anlaşılması işlevinden sorumlu beyin bölgesidir. Paul Broca gibi Carl Wernicke de bu keşfini dil becerisi zarar görmüş bir hastasında yola çıkarak yapmıştır. Sürekli aynı anlamsız sözcüğü tekrarlayan Mösyö “Ten”in aksine, Wernicke’nin hastası olağan bir sözcük dağarcığıyla akıcı bir biçimde konuşabiliyordu ancak ufak bir sorun vardı: söyledikleri birbiriyle ilgisiz ve tamamen anlamsızdı. Grameri doğru kullanıyor ancak kurduğu cümleler hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Afazi

Broca ve Wernicke’nin yaptığı buluşların ortak bir noktası vardı: Afazi. Beynin dil işleviyle ilgili bölgelerinin enfeksiyon, tümör, travma veya hücre yıkımı (bunama) gibi nedenlerle zarar görmesi sonucu oluşan konuşma veya anlama bozukluğuna “afazi” adı verilir. Günümüzdeki ileri görüntüleme teknolojilerinin henüz ortaya çıkmadığı bir dönemde, 19. yüzyılda, dil ve beyin arasındaki ilk bağlantılar afazi sahibi bireylerin gözlemlenmesi sayesinde kurulabildi. Ancak farklı afazi türlerinin keşfedilmesi, anlaşılması ve bazılarının tedavi edilebilmesi yönündeki çalışmalar günümüze kadar nörodilbilimin gelişiminde önemli rol oynadı. Dil hakkında sahip olduğumuz bilgilerin ve dil becerisinin nasıl işlediğine ilişkin ilk teorilerin kaynağı da afaziler oldu. Bu nedenle afazileri başka bir bölümde daha kapsamlı ve ayrıntılı olarak ele almamız önem taşıyor.

İlerleyen bölümlerde şu konuları ve daha fazlasını ayrıntılı biçimde ele almaya çalışacağız:

Dilin evrimsel geçmişi

Diğer hayvanlar da dil becerisine sahip olabilir mi?

Dilin nöroanatomisi

Nörodilbilimde kullanılan görüntüleme teknolojileri ve araştırma yöntemleri

Afaziler

Farklı dilbilim teorileri

 

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın