Bir önceki yazımda kadınların ekonomik güçleri, finansal okuryazarlık ve ekonomik kaynakları nasıl kullandıkları/kullanamadıkları üzerinde durmuştum. Niyetim bu ay finansal okur yazarlık kavramına ve cinsiyet ile olan ilişkisini ele almaktı. Bir kez daha anladım ki hayat planladığımız bir şey değil. Gündem bize bambaşka şeyler sundu.
Bu ayı salgınla, kişisel tedbirlerimizle, sayıları takip ederek, izole olarak, tüm yaşam pratiklerimizi başka türlü yaşamaya başlayarak, rutinin dışına çıkarak ama evde kalarak geçirmeye başladık. Umuyorum ki gelecek ay birbirimize sarılıp dokunabildiğimiz, sağlıkla karşıladığımız bir bahar günü yazıyor olurum.
Pek çok şey oldu, bitti ve olmaya devam ediyor. Tedbirler parça parça geldi, önlemler kademeli ve sıralı alınmaya başlandı. İlk karar okulların kapatılması oldu. Elbette ki bu salgınla ilgili alınması gereken en önemli kararlardan biriydi. Kararın ardından çocukların bakımının ne olacağı sorusu gündeme geldi. İlgili bakanlıklardan gelen genelge “12 yaşın altında çocuğu olan kadınların idari izinli sayılması”nı söyledi. Sonrasında belediyeler çalışanları için benzer bir kararı aldıklarını açıkladılar. Alınması gereken önemli kararlardı.
Daha önceki yazılarımda pek çok kez cinsiyet rollerinin dil ile yakın bağlantısına ve birbirlerini nasıl inşa ettiğine dair yazılar yazdım. Hayat pek çok cephesinde sekteye uğrarken, afetler ve kriz dönemlerinde de dildeki cinsiyet kesintisiz görevine devam etti. Bakanlıklar, şirketler, yerel yönetimler çocuğu olan kadınlara idari izin verirken bir kez daha erk sistem çocuk bakımının birincil sorumlusu olarak kadını tanımladı. Elbette istisna örnekler oldu. Örneğin, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer idari izin konusunu kamu oyuyla paylaşırken “12 yaşından küçük çocuğu olan ebeveynler” tanımını kullandı.
Hayata nereden ve nasıl baktığınız hangi konumda olursanız olun sizi yansıtır. Bizler bu dönemin içinde farklı yoğunlukta pek çok duygunun içinden geçerken ve adeta hayatta kalmak için tedbirler alırken bir kez daha erk düzen ve cinsiyet rolleri pekişmeye devam etti. Evde kal derken önce akla kadınlar geldi. Kadınlara önce çocuğun için evde kal denildi. Sonra da kendin ve yakınların için, salgını kontrol edebilmek için evde kal denildi. Ama evde kal derken kadınlar için ev içinin güvenlik riskini değerlendirmek aklımıza bile gelmedi.
Evde kal hastagleri sosyal mesafeyi ve salgını önlemeyi söylerken evde kalmanın pek çok kadın için hayatta kalamamak olduğunu düşünmedik. Oysa kimi zaman virüs gibi sinsice iliğimize kadar işleyip canımıza kaseden erk düzen varlığa kast edecek/kast etmeyi meşru sayacak fermanını kadınların en yakınından okutuyor.
Evet, evde kalmalıyız, evde kalalım, zordan da zor zamanlar yaşıyoruz. Baş etmek, dayanmak, sağ çıkmaya çalışma çabası bizi çok yoruyor ve kendimize ve birincil yakınlarımıza dönüyor odağımız hali ile. Böyle zamanlarda eylemsizlik spontanlığımızı keser ve spontanlığın azaldığı yerde kaygı yükselir. Kendimize ve birincil yakınlarımıza kaygımız dönerken hayatın ve dünyanın diğer parçaları olduğunu da unutmamak gerek. Evde kalırken üst katımızdan gelecek ses, yan komşumuzu kapıda gördüğümüzdeki yüzü, belki kolundaki bir iz komşumuzun evde kalırken güvende kalmadığını bize anlatır. Kendimize döndüğümüz zamanlarda diğerlerine kapanır kapılarımız. Aman unutmayın ki eylemsiz kalmak zorunda değilsiniz. Sadece evde kalın ama eylemsiz kalmayın, evde kalırken sosyal mesafesinin, bedensel ve ruhsal sınırlarının ihlal edildiği birileri olabileceğini de aklınızda tutun. Korunduğumuz kadar kollamamız da bize dair, kendimize dönmemiz kadar diğerini görmek ve dayanışmak da bize dair.
Evde kalın, mesafelenin ama etrafınızı da görün, duyun, ses verin çünkü bazı evlerde evde kalmak hiç güvenli olmayabilir.