Nerelerden nerelere geldik… Önceki gün İstanbul sokaklarını, metro tünellerini Allahüekber nidalarıyla inletip Ayasofya’ya koşanları izlerken sizlerin aklından neler geçiyordu bilmiyorum… Benim aklımdan ve yüreğimden geçenler ise özetle anayasal düzenle ilgiliydi:
Cumhuriyete “parantez” diyenler, Atatürk’e küfredenler, Cumhuriyet ilkelerini zulüm diye niteleyenler bu kadar mı zavallı? Bunca korkak mı? Bunca tarihsel bilinçten yoksun mu? Gerçekten İstanbul’un yeni fethedildiğine mi inanıyor??? Bunca cahil mi?
Bence değiller. Sokakları dolduranları bir yana bırakalım, Meclis’te ya da medyada Ayasofya’nın müzelikten çıkarılıp camiye dönüştürülmesini alkışlayanlar, Erdoğan’ın bu kararının bir zamanlama, bir strateji, kendi tabanına işaret, siyasal bir karar olduğunu bilmez mi? “Cambaza bak” meselesi olduğunu?
Bal gibi bilir! Daha bir yıl önce “Ayasofya’yı camiye çevirmenin faturası çok ağırdır. Ayasofya ibadete açılsın diyenler dünyayı tanımıyor, ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelemem” diyordu…
Bir yılda ne değişti sorusuna yanıtı, AKP’nin oy kaybında bulabilirsiniz.
Ancak önceki günkü o görüntüler bence, AKP’nin kendi ayağına kurşun sıkmasından başka bir şey değildir. Türkiye’yi radikal İslamın, siyasal İslamın kucağına atmaktır. Şeriat düzenini kışkırtmaktır. AKP’yi çoğulculuktan, kitle partisi olmaktan uzaklaştırmaktır.
Anıtkabir’e yasak
Aynı gün, 24 Temmuz, rastlantıya bakın ki Lozan Antlaşması’nın yıldönümü. Ve yine rastlantı, o gün Anıtkabir’e gitmek yasaklandı. Neden? Salgın nedeniyle dezenfekte edilecekmiş! Yuh olsun bu kararı alanlara, Lozan’ı kutlamayı yasaklayanlara!!! Asıl bu kararı alanların, Ata’ya saygı sunmayı engelleyenlerin kafasını dezenfekte etmek gerek!
İstanbul Borosu, 24 Temmuz’daki bütün bu “rastlantıları” sorguya açtı. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanı’nı açıklamaya davet etti. Çünkü Diyanet Başkanı, cuma namazını kıldırırken bir de lanet okumuştu. Oysa Diyanet’in var olma nedeni toplumun bütünleşmesini sağlamaktır, ayrıştırmak değil. Baronun açıklamasında, “Diyanet Başkanı’nın sarf ettiği bu tümceler, acilen ‘düzeltilmeli’ ve kastedilenin Mustafa Kemal Atatürk olmadığı açıklanmalıdır. Diyanet İşleri Başkanı, bu sözlerin dayanağını, Ayasofya ile ilgili davada Danıştay kararından almakta ise bu kararın usul ve esas açısından hukuksal temellerden yoksun olduğunu da bilmelidir. Bu karar, yargının içinde bulunduğu konum ve durumla ilgili olup konjonktürel niteliklidir” deniyor. 24 Temmuz günü yaşadıklarımızı ben şöyle özetleyebilirim: Bir kez daha siyasal İslamla Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerini karşı karşıya getirmek, birbirine düşürmek çabası!!!
Ey hükümet! Ey AKP! Ey MHP! Koltuklarınıza sarılabilmek için bula bula bir tek bu çareniz mi kaldı!!!
Anayasal düzeni ortadan kaldırmak
Osman Kavala 1000 gündür hapiste. Dün çevrimiçi basın toplantısına katıldım.
Neredeyse 3 yıl önce iki “suçtan” 1) Anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmak ve 2) T.C. Hükümeti’nin görevini yapamaz hale getirmek gerekçeleriyle gözaltına alınıp tutuklanmıştı. İddianame, tutuklanmasından 15 ay sonra açıklandı. 2 yıl sonra ilk gerekçe geri çekildi. 2020 Şubatı’nda bütün suçlamalardan beraat ve tahliye kararı çıktı… Cezaevinden çıktığı gece yeniden tutuklandı. Bu kez “casusluk”la suçlanıyordu. Tam 2.5 yıl sonra “casusluk” ortaya atıldı. Ama hangi devletin casusu, hangi belge, hangi bilgi, orası belli değil… 4 kez tutuklanmanın üçü tahliye, biri beraat ve o, hâlâ içeride!
Özetin özeti budur… Ha bir de şu var: Hangi savcı, yargıç olumlu bir karar verecek olsa şak, bu davadan alınıyor!
Yargıyı, medyayı ele geçirdikten sonra hükümet şimdi de sosyal medyayı sonlandırıyor!
İşte böyle… Evet, birileri “anayasal düzeni ortadan kaldırma çabası içinde”…
Sizce kim?