Sarsıntı -1-

1999 yılı, ağustos ayının 17. gününe yeni başlamıştı dünya, ben deprem sözcüğünün anlamını öğrendiğimde. İzmir’in kuzeyindeki yazlık evimizde, sallantıyla uyanmıştık. Annem, o gün şans eseri İzmit’teki işine geceden gitmek yerine, Eskişehir’de kalıp ertesi sabah İzmit’e gitmeyi tercih eden babamdan bir telefon almış, bizim İzmir’de hissettiğimiz depremin Eskişehir’de bir felakete yol açtığını öğrenmiş ve bize bunları anlatmıştı gecenin üçünde. 9 yaşında bir çocuk olarak neyle karşı karşıya kaldığımın farkında bile değildim. Tek anladığım şey bir facia yaşandığıydı. Televizyonlarda İstanbul’da deprem olduğu söyleniyordu. Peki ama İstanbul’da olan bir deprem hem İzmir’de hem Eskişehir’de nasıl hissedilebilirdi? Sonradan söyledi televizyonlar, 7.3 büyüklüğünde, 45 saniye, merkez üssü Gölcük, yıkım gücü korkunç!

 

Babamda o dönemde araç uydu telefonu olduğu için hiç sıkıntı çekmeden iletişim kurabiliyorduk. Babamla her konuşmamızda ambulans sesleri ve insan çığlıkları duymak endişemizi daha da arttırdı. Bunun üstüne İstanbul’da yaşayan teyzeme ulaşmaya çalıştık. Ama ne yazık ki saatlerce teyzemden haber alamadık. Yaşayıp yaşamadığına dair bir bilgimiz bile yoktu. Çünkü telefon şebekeleri kilitlenmişti. Ancak gün ağardıktan sonra iletişim kurabildik ve rahat bir nefes aldık. Yaşıyordu. Fakat, enkaz altında kalan binlerce insan o kadar şanslı değildi. İşte 17 Ağustos 1999 gecesinden sonra yaşadığımız günler, aylar yeni tanıştığım deprem felaketinin yaralarına şahit olmakla geçti.

 

O geceden sonra hayat benim için tamamen farklı bir boyuta geçti. Herkes unutsa da ben aylarca, yıllarca, unutamadım enkaz altında günlerce kalan insanları, oradan canlı kurtulup bedeninin bazı kısımlarını enkaz altında bırakanları, oradan sağ kurtulup sevdiklerini beton yığınlarının altında bırakanları, enkazdan sağ çıkıp hayallerini, umutlarını toprağa gömenleri ve oradan hiç sağ çıkamayıp beton yığınları içinde hafriyat kamyonlarına yüklenenleri.

 

Unutmak kolay mı? Hayata devam etmenin tek yolu unutmak. İşte bizler de hayata dönmek için unuttuk (!) bu acıları. 2011 yılı, Ekim ayına kadar. Sonra tekrar unuttuk. Sonra, yaşanan irili ufaklı depremlerle yine hatırladık ve yine unuttuk. Her defasında televizyonda uzmanlar konuştu. Her deprem sonrası, “ülkemiz bir deprem ülkesidir”, “büyük marmara depremi çok yakındır”, “marmarada 7.2 büyüklüğünde bir deprem bekliyoruz”, “depremin ne zaman olacağı önceden bilinemez”, “deprem çantası nasıl hazırlanır”, “depremde nasıl hareket edilmelidir”, “binalarımız çok güçsüz”… kalıplarını onlarca kez dinledik. Depremde yaşanan can ve mal kaybıyla doğru orantılı olarak, deprem uzmanlarının televizyona çıktıkları gün sayısı değişti. Ama en fazla 5-10 gün sonra deprem gerçeği, ülkenin çalkantılı siyaset yaşamına yenik düşerek yine (!) unutuldu.

 

Ateş düştüğü yeri yakar. Acılar, belki de acıyı yaşayanlar için hep tazedir. Fakat elini taşın altına koyması gerekenlerin balık hafızalı olduğu ülkemizde, 1999’dan bugüne değişen pek bir şey olmadı. Evet, AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) kuruldu. Arama kurtarma çalışmalarının 20 yıl öncesine göre çok daha bilinçli bir şekilde yapıldığı söyleniyor. Peki ama, biz neden önlem almak yerine felaket olduktan sonra hataları düzeltmeye odaklı bir çalışma yapıyoruz. Arama kurtarmaya hiç gerek kalmadığı bir deprem yaşamak mümkün olamaz mı? Örneğin 28 Ocak 2020 günü Karayipler’de meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki deprem can ve mal kaybına yol açmamış. Keza, Japonya’da yaşanan büyük depremlerde de durum benzer. Bizim önlem amaçlı aldığımız tedbirlerden biri olan kentsel dönüşüm projesi bile rantsal dönüşüm projesine dönüşmüşken bu noktadan pek bir uzağız. Türk gibi başla, Alman gibi bitir derler ya… Biz Türk gibi başladık Türk gibi bitirdik. Ne halk, ne de baştakiler olası bir Marmara depreminde başımıza gelecek şeylerin öneminin farkında. Ya da farkında fakat bir şekilde işlerine gelmiyor. Halkın yokluktan, baştakilerin açlıktan (!).

 

Deprem ülkesi olan ülkemizde alınması gereken tek önlem bina güçlendirme ya da kentsel dönüşüm değil. Ulaşımdan iletişime birçok konuda sınıfta kalıyoruz ne yazık ki. Tabi ki ana akım medyada olumlu gelişmeler olduğunu görmek mümkün. Fakat yeterli mi?

 

Unutmamamız gereken deprem gerçeği ile ilgili alınması gereken önlemler ve dünyadaki benzerleri ile ilgili hazırlamayı planladığım bu yazı dizisine bu kadar duygusal bir başlangıç yapmak istemezdim. Ama elimde değil içim acıyor…

 

Önümüzdeki ay UYARSİS hakkında yazacağım. İyi kalın…

 

 

 

 

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın