Kurutmaya Çalıştığın Denize Boğulmak

Yılın son ayında yeni bir gündeme uyanmadığımız bir tek gün olmadı. Biraz düşündüğümde benim için oldukça sindirmesi zor oluyor, biliyorum ki pek çoğumuz için de öyle…

Kameralar önünde bir kez daha tacizin sıradanlaşmasına tanık olduk. Oysa tam da birkaç gün önce ölen kadınlar için her yanda bir sürü cümle kuruluyordu. Hayatın sonlanmasına, nefret suçuna giden yolda döşeli taşlar tam da kameralar önünde gördüklerimizden bezeniyor. Bir başkasının bedeni üzerinde varlık göstermeyi kolay ve sıradan bir tutum gibi algıladığımızda tüm eylemlerimiz meşru, hissettiğimiz tüm öfke kontrol edilemez, tüm arzularımız her an giderilmeli olduğu, hayatlarımıza dair gerçeklik sorgulamalarının yanıtlarını ise ancak arka odalarda göstererek verebileceğimize dair inanışımız gelişir.

Benlik inşası ve ötekini konumlandırma erken yaşlarda başlar. Benliğimizi ortaya koyarken diğerinden (erken yaş dönemlerinde Ben ve ötekini anlama ve düzenleme kapasitesi ve becerisi geliştiririz ve öteki birincil bakım verendir.) nasıl ayrıştığımızı, diğerini nasıl tanıladığımız kadar kendi değerimizi diğerini referans alarak gerçekleştiririz. Yetişkin hayatına geçişle birlikte ilk ayrışma deneyimimizin üzerine öğrenme yoluyla kazandığımı değerlerimiz ve inanışlarımız inşa olur. Var olmak adına diğerinin tüm sınırlarını ihlal etme gücüne sahip olduğunu düşünmek ya da varlık sergileme yönteminin ötekinin sınırlarını derinlemesine aştığını fark etmediğimiz sürece gelişim basamaklarımızın ilk basamaklarında çakılı kalırız.

Geçtiğimiz ay arka oda mevzunu anlamlandırmaya çalışırken, dans ettikleri için şiddeti yaşayan kadınları gördük…. Oysa biz biliriz ki; kendini ortaya koymak, ifade etmek, var olmak, ihtiyaç duyulan güveni yeniden saplamak, gelişmek, değişmek, öğrenmek ve fark etmek yolunda eylem gücünü kullanmak en etkin yollardandır çünkü eylem ancak eylem yoluyla gelişim basamaklarında ilerleyebiliriz. Bireyin konservatif yaşamaları ve her an her şeyi denetleme yoluyla gücün sağlayabildiği sistemlerde ise eylemden ve hareketten korkulur. Hareket etme, söyleme, konuşma, anlatma, gitme, sorma, dans etme….

14-15 Aralıkta Türk Psikologlar Derneği İzmir Şubesi tarafından Travma Sempozyumu düzenlendi. Sempozyum konuşmacılarından Prof. Dr. Falih Köksal mikro travmalar konusunda yaptığı konuşmada, bastırarak kontrol edebileceğimizi sandığımızda, bastırdığımız şeyin gün gelip bizi ele geçirme ve kişiliğimiz olma eğilimde olduğundan bahsetti.

Bitirdiğimiz ayda karartılan delillerden dayanışma ile doğan mahkeme kararları da gördük… bir nebze olsun soğudu içimiz. Tam biraz olsun su serpilmişken yüreğimize yeni bir cinayetin işlendiği sabaha uyandık, sonra da salıverilen kadın katillerinin tecavüzcülerin haberi ile sarsıldık. Yetmedi “bana değil de sana niye tecavüz ediyorlar” diyen savcının varlığına inanmakta zorlandık.

Hepsi, her şey, her söylem güvenlik algımızı her an yeniden sarstı. İç dünyamızda bastırdığımız ve kaçtığımız kişiliğimiz oluyorsa, bireyi bastıran tüm güç ve otorite eylemleri de kendilerini bastırdıklarının denizinde boğulurken bulur mu acaba? Bana bulur gibi geliyor. Dansı, şarkıyı, sözü, konuşmayı, anlatmayı bastırdığınızda korktuğunuz şey her ne ise an gelir sizi başka yerden yakalar. Dans edemezsek şarkı söyleriz; konuşamazsak çizeriz, tacizle bastırılırsak yan yana gelir duvar oluruz, arka odada gösteririm dersen ifşa olursun, kanıtları yok edersen birlik olur mücadele eder adaleti buluruz….


Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın