Öbür Dünya’da Kibir ve Bazı Sorular

Amerika merkezli emperyalizm dünyanın dört bir yanında ‘Özgürlük Bayrağı’nı dalgalandırmaya soyunmuş görünüyor. Askeri kuvvetlerini geri çekerken kur ve ticaret savaşlarıyla birlikte ‘hayat pahalılığı’, ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ sorunları üzerinden tepki gösteren toplumların birikmiş enerjisinden yararlanmaya çalışan emperyalizm, bir kez daha kendi yönetişim krizini çevre ülkelere yayma taktiğini izliyor.

Öbür Dünya’ ifadesi bilinçli olarak seçildi. Öteden beri sol siyaset ‘başka bir dünya mümkün!’ sloganıyla liberal demokrasinin sınırlarının dışına uzanmaya çalışıyordu. Bu kez ‘başka bir dünya’ adeta ölü doğmuş gibi göründüğünden, ölüm sonrasıyla ilişkilendirilen ‘öbür Dünya’ ifadesi daha anlamlı göründü bana.

Çin Halk Cumhuriyeti’nde ömür boyu liderliğe sarılan Şi Cinping bu hedefini başarmış olsa da Venezuela’da Maduro, Bolivya’da Morales bu emellerini gerçekleştiremediler. Belki de sırf bu yöndeki çabaları yüzünden iktidarlarının altını oydular. Ekonomideki başarısızlıklardan rahatsız halklar, ‘bu iktidar gitsin de kim gelirse gelsin’ kolaycılığıyla birlikte emperyalizmin stratejisine hizmet edecek eylemlere giriştiler. Elbette bu süreçte, istihbarat elemanları ve gönüllü ajanlar etkili olsa da pratikte toplumsal hareketleri topyekun suçlama kolaycılığına da kaçmamak gerekmektedir. Ne var ki, ekonomideki başarısızlık, yönetişim sorununu daha da derinleştirdiğinden ve yükselen otoriterliğin oluşumuna ket vurduğu kurumsallığın gelişmemesi sonucu, yükselen toplumsal hareketin ‘dışarı’ya, en azından pratikte, seslendiği yorumlarının kabul görmesine şaşmamalı. Burada iki kaba çizgiden de kaçmak gerek: Ne ‘hareket de bereket var’ kolaycılığı ne de kitlelerin aklıyla alay edercesine müesses nizam kutsamaları! Bu yaklaşımların her ikisi de gerçeklik düzlemindeki en geniş yelpazeyi, gri alanı yok saymakta.

Tam da bu süreçte salt ‘öbür dünya’da değil aynı zamanda iki dünya arası alanlarda da toplumsal hareketler yükselişte. Şili’de, Brezilya’da, Lübnan, Irak ve İran’da farklı karakterde de olsa yükselen toplumsal hareketler farklı merkezler tarafından toptancı anlayışlarla yorumlanmakta. İlk ikisi, sol otoriterliğe karşı halkın haklı isyanı; son üçü ise Şii Baharı biçiminde yorumlanabilmekte; başka bir merkezden bakıldığındaysa, kuzey-güney mücadelesinde Güney’deki alternatif pratiklerin emperyalizm eliyle sekteye uğratılması ve ABD’ye karşı şer ekseninin bozguna uğratılarak İsrail-Suudi Arabistan ittifakının güçlendirilmesi yönünde yorumlar da alıcı bulmaktadır.

Şimdi sormak gerekiyor: Acaba emperyalizmin bu oyunlarını defalarca izlemiş yöneticiler niçin emperyalizmin ekmeğine yağ sürercesine aynı hataları yapıyorlar? Niçin her yerde tek adam yönetimleri destekleniyor? Niçin yoksullaşan orta sınıfa karşı ulufe dağıtılan yoksulların öfkesine bel bağlanıyor? Ya da daha da kötüsü ne oldu da halklar arası çatışmalardan medet umar hale geldiler? Yönetişim aygıtlarını kuramayan ve üretim gücünü geliştiremeyen bu iktidarlar ne oldu da vaatlerinin tam aksi yönünde üretimi ve demokrasiyi boğan zorbalar haline geldiler? Emperyalizme karşı ciddi bir mücadele ortaya koymaya çalışanların önce bu sorulara elle tutulur yanıtlar vermesi gerekmez mi?

Bunları da sevebilirsiniz