İktidar, Muhalefet ve Jeopolitik Sorumluluk

Siyasetin pek çok tarifi yapılmıştır. Siyaset biliminin babası kabul edilen Aristo’ya göre siyaset, adil bir toplum yaratmaya yönelik ahlaki bir faaliyettir. İtalyan devlet adamı Makyavelli’ye göre, iktidara gelme ve iktidarı sürdürebilme sanatıdır. Diğer taraftan Plato nitelikli ve erdemli kişilerin siyasete atılma ve yönetme konusundaki isteksizliğinin en büyük cezasının bu kişilerden çok daha aşağıdakiler tarafından yönetilmesi olduğunu söylüyor.

BU GİRİŞİ NEDEN YAPTIM?

Okuyucularım hatırlayacak, geçen hafta ‘Jeopolitik Harakiri’ başlıklı yazımda hükümetlerin gerek iç, gerek dış siyaset alanında verdikleri yanlış karar sonuçlarının, jeopolitik çığ etkisi yarattığını ve söz konusu sonuçların gelecek nesiller için katlanarak büyüyen bedellere mal olduğunu yazmıştım. Bu durumları yaratan temel neden, jeopolitik körlük ve stratejik cehalettir. Yani bilgisizliktir. Bilgisi olmayanın öngörüsü olmaz.

MUHALEFET SORUMLULUĞU

Bu gibi yanlış kararların alınmasında sadece iktidarları sorumlu tutmak da adil olmaz. Muhalefet de bu süreçte sorumluluk sahibidir. Jeopolitik sonuçlu alanlarda muhalefetin iktidarla aynı düşünmesi ve siyaset üstü bir tutumla iktidara tavsiyelerde bulunması gerekir. Eğer iktidar muhalefetin her türlü uyarısına rağmen jeopolitik hatada ya da jeopolitik körlükte ısrar ediyorsa, muhalefet (toplu istifa dahil) her türlü demokratik tedbiri almak zorundadır. Ayrıca iktidar sonraki dönemde özellikle jeopolitik cephede yapılan hataların sonuçlarına katlanmak durumundadır. Ancak jepolitik sonuçları olan bir konuda muhalefet, sadece iktidar eleştirisi ya da kör muhalefet yapmak için devlet çıkarları aleyhinde bir tutuma giriyorsa ve bu süreçte özellikle dış karşı cephe ile aynı vizyona sahip oluyorsa, bu da son derece yanlış ve tehlikeli bir durumdur.

MUHALEFETİN DOĞU AKDENİZ BİLİNCİ

Türkiye, 21’inci yüzyılda İkinci Sevr Vakası ile karşı karşıyadır. Bu kez hedef anavatan değil Mavi Vatan’dır. Mavi Vatan, 21’inci yüzyılda Türkiye’nin hem geleceği hem güvenliğidir. Sevr’in Doğu Akdeniz’deki omurgası, FETÖ denen alçak organizasyonun iktidar, parlamento ve muhalefetin gözü önünde kurulan kumpas davalar üzerinden kızağa kondu. Silahlı Kuvvetler’deki büyük çaplı Atatürkçü tasfiyesi, 2008 sonrası devlet gücü ile devam ederken maalesef muhalefet de Doğu Akdeniz’deki Sevr zincirini oluşturacak bu ilk hamleyi anlamadı. Anlamak istemedi. Ordu darbecilerden temizlenmeli mantrası altında sessiz kalmayı tercih etti. 2012 sonrası konjonktürün değişmesi ve iktidarın FETÖ tehdidini stratejik seviyede algılaması sonucunda her ne kadar kumpas davalar sonuçlandıysa da, devletin her kademe ve her seviyede FETÖ ile mücadelesi yetersiz kaldı ve 15 Temmuz ihaneti geldi. Bu ihanetin temel ekseni Türkiye’nin her alanda Atlantik sistemle çatışan çıkarlarını başta Doğu Akdeniz olmak üzere Türkiye aleyhinde sonuçlandırmaktı. Bu süreç başarılı olsaydı bugün güneyimizde bağımsız sözde Kürdistan kurulmuş; KKTC sona ermiş ve Ada’daki kolordumuz geri çekilmiş; Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a 100 bin kilometrekare deniz alanımız AB/D istekleri paralelinde terk edilmiş; Montreux Boğazlar Sözleşmesi masaya yatırılmış; Ege’de Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıklardaki tüm iddialarımızdan vazgeçilmiş ve Yunanistan’ın 12 mil karasuyu genişlemesine izin verilmiş ve böylece Türkiye, denizdeki Sevr’i, FETÖ işgali sonucu kabul etmiş olacaktı.

TEHDİT ALGI BÜTÜNLÜĞÜ

Bugün FETÖ ile mücadele devam ediyor. Ancak Atlantik sistem baskısı altındaki Türkiye, gerek iktidar gerekse muhalefet ile bu mücadeleyi topyekun savaş aşamasına bir türlü geçiremiyor. Örneğin iktidar, taktik ve operatif seviyedeki FETÖ mücadelesini, stratejik siyasi cepheye taşıyamıyor. Muhalefet, bu savaşı zaten benimsemiyor. Her ikisinde de hem teori/pratik ve hem de strateji/taktik uyumsuzluğu var. İktidar ve muhalefetin ulusal güvenlik tehdit algılama bilinç ortaklığı ile jeopolitik farkındalığının sağlanması elzemdir. Tehdit algı ortaklığı olmadan devletin jeopolitik çıkarlarını savunmak, korumak ve geliştirmek mümkün olamaz. Bugün 21’nci yüzyılda oluşacak yeni dünya düzeni arifesinde maruz kaldığımız ve Başkan Trump’un “devastate (yok etme)” fiili ile tarif edilen Atlantik saldırısının asli cephesi Doğu Akdeniz’dir. Bu süreçte Atlantik sistemin her cephede devam eden saldırıları Rusya, İran ve Çin ile kurulacak dostluk köprüsü ve stratejik işbirliği ile dengelenir. İktidar ve muhalefetin bu yakıcı gerçekle yüzleşmesi ve son 70 yılın uyuşturucu bağımlılığından kurtulması gerekir. Gerek iktidar, gerekse muhalefet dolar tehdidi başta olmak üzere Batı’dan gelen tehditlere aynı şekilde cevap vermelidir. Bu kavgada salt iktidar düşmanlığı içinde devlet çıkarlarını göz ardı ederek muhalefet yapmak ve hatta FETÖ kaçaklarının takdirine maruz kalmak muhalefeti güçlendirmez. Sorun particilik boyutuna indirgenemez. Sorun vatanseverlik boyutunda ele alınmalıdır. İktidar ve onu destekleyen halk kitleleri de aynı şekilde gerek cumhuriyetin kurucu ideolojisi, gerekse Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına karşı tutumla ikinci Sevr zincirini kıramaz. Yangın dolabını açma zamanı geldiğinde karşımıza Mustafa Kemal çıkacaktır.

HATALAR ZİNCİRİ

Türkiye, belediye seçimleri öncesi çok kritik stratejik bir boğazdan geçmektedir. Hata yapılmamalıdır. Bu süreçte Dışişleri Bakanlığı’nın 9 Şubat 2019 tarihinde yayınladığı Çin/Uygur açıklaması ne kadar hatalıysa, muhalefetin CHP’li bir vekil üzerinden verdiği 20 Şubat 2019 tarihli TPAO/BOTAŞ hakkındaki soru önergesinin içeriği de hatalıdır. Pek çok maddi hatanın bulunduğu önergede geçen “Erdemli açıklarında bir kova petrol bulamadık” ifadesi bile tek başına önergenin ciddiyetini ve güvenirliğini baştan zedelemiştir. Önergede Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarına dair yapılan eleştiriler, sondaj mantığıyla çelişmektedir. Doğu Akdeniz’deki Sevr zinciri sadece askeri faaliyetlerle kırılamaz. Türkiye, Akdeniz’deki varlığını her şekilde sürdürmelidir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz arama çalışmaları jeopolitik gerekliliktir. Henüz bir rezerv bulunmadığı için çalışmaların sonlandırılması düşünülemez. Akdeniz’de İsrail’in Tamar ve Leviathan; Güney Kıbrıs’ın Afrodit; Mısır’ın Zohr ve Noor sahalarında örneklendiği üzere peşi sıra rezervler keşfediliyor. Mavi Vatan varlık gösterdiğimiz sürece bizimdir. Bu alanda sismik, hidrolojik ve biyolojik araştırmalar; balıkçılık ve tatbikatlar yapmamız seçenek değil zorunluluktur. Devletler sadece çıkarlarını korumaz, aynı zamanda çıkarlarını geliştirir. Pahalı da olsa sismik ve sondaj faaliyetleriyle sürekli varlık göstermek zorundayız. Muhalefetin soru önergesi vermesi, devlet kaynaklarının rasyonel kullanımını sorgulaması, varsa yolsuzluk veya usulsüzlüklerin üzerine gitmesi en demokratik hakkıdır. Ancak bu hakkın kullanımı maksadını aşarak jeopolitik zaafiyet yaratmamalıdır. İktidar da gizli olmayan sismik dışı konularda şeffaflığını korumalıdır. Kısacası iktidar ve muhalefet, gelecek kuşaklara olan jeopolitik sorumluluklarını asla unutmamalıdır.

Bunları da sevebilirsiniz