Çıldırmak İşten Değil!

Bir kapı açılır, kapıdan içeri girerken gözler hemen karşıya takılır. Karşıda bir sahne. Bordo kadifeden perdeler sahnenin iki yanında salınır. Sahnede dekor. Dekor merak uyandırır. Az sonra bilinmedik bir hikayeye tanık olunacak. Kimi zaman daha dün başımızdan geçmiş gibi ama yüzyılları aşıp gelen bir hikaye; kimi zaman geleceği, şimdiyi sorgulatan, yüzyılları aşıp aşamayacağı sahnede yazılacak bir hikaye. O hikayenin anlatıcıları hikayeyi yaşayarak anlatacak. Emek konuşacak. Yazımından yönetilmesine, dekorundan oynanmasına küçümsenemeyecek bir emek… Oyun, her seferinde oyuncusuyla ve izleyicisiyle yaşanacak. Her seferinde farklı. Bu seferinde siz de parçasısınız oyunun. Telaş var, hazırlık var seyirci koltukları arasında. Telaş var, hazırlık var kuliste. Bir anons: Oyunumuzun başlamasına son on dakika. Beş dakika sonra bir anons daha: Oyunumuzun başlamasına son beş dakika. Beş dakika daha geçecek ve ışıklar yavaştan kısılırken son anons, telefonların kapatılmasını, flaşlı görüntü alınmamasını rica eden… Hemen ardından, ilk replikler ve oyunla ilk buluşma… Ah, ne büyülü şey şu tiyatro!

Öyle mi gerçekten? Şubat ayında eşimle izlediğimiz iki oyun da bizi, tiyatroya gittiğimize pişman etti. Yanlış anlamayın. Oyunların niteliğinden kaynaklanmadı pişmanlık. Oyunlar iyi olabilir, kötü olabilir. Size hitap edebilir, etmeyebilir. Oyunu beğenirseniz, hayat boyu hatırlar, güzel anarsınız. Değişmişsinizdir hatta biraz. Ya da beğenmezseniz oyunu, ortada emek vardır saygı duyar yolunuza devam edersiniz. Bizim pişmanlığımız oyunların kendisinden değildi. İzleyicilerin, izleyici olamamasındandı. Tiyatro seyircisi ne zaman bu denli şuursuzlaştı? İzlediklerimizden çok, seyircilere şaştık. Seyircilere sinirlenmekten oyunlara odaklanamadık.

Telefonlar… Bir kere artık bir oyuna ya da başka bir tür gösteriye gittiğinizde, telefonun çalmadığı bir gösteri izlemeniz olanaksız. Hem o bilindik cep telefonu melodilerini duyacak, hem de garip garip mesaj seslerine mutlaka maruz kalacaksınız. Bunlara ek olarak, sesi kısık telefonlardan mesajlaşan insanların telefon ışıkları, yalnızca sahnede olması gereken dikkatlerinizi salonun başka başka köşelerine taşıyacak. Yetmeyecek. Flaşlı, flaşsız fotoğraf çekmeye çalışan, çeken, çektiklerini bilmem hangi sosyal medya ortamında paylaşan insanlar tahammül sınırlarınızı zorlayacak. Hele oyuncular ünlüyse, bu seremoni oyunu büsbütün geride bırakan bir çılgınlığa varacak. Telefon fenomeni, dikkatli olmaya çalışan geleneksel tiyatro seyircisini çileden çıkarmaya fazlasıyla yettiği halde, ne yazık ki trajedi bununla kısıtlı değil. Tiyatroda bisküvi, çikolata, kuru yemiş yemek nedir? Paketlerin haşır huşur açılması bir dert; o abur cuburlar çiğnenip yutulurken, çıkan sinir bozucu sesler başka bir dert. Bu sorunu da geçiştirmeye çalıştınız diyelim, bu sefer de parmak kütletenler, sakız çiğneyenler, sakal sıvazlayanlar sizi çileden çıkartacak. Bu ve benzeri saygısızlıkları yaptıkları yetmiyormuş gibi, bu garip insanlar kendilerini kınayan bakışlara maruz kaldıklarında, yaptıkları şeyi kesmek şöyle dursun, siz onları kınadığınız için hatalıymışsınız gibi bir tavır takınıyor. Oyunun ortasında kavga da çıkaramazsınız ki… Çıldırmak işten değil.

Gerçekten çok şaşırtıcı. Bu görgüsüzlük akıl alır gibi değil. İzleyiciyi geçelim. Sahnede ter döken; belki aylardır çalışmasının, büyük emeğinin karşılığını almaya çalışan, canla başla çabalayan oyuncunun öfkesini düşünemiyorum. Bu saygısızlığa maruz kaldıkları için utanıyorum. Bu ve benzeri şuursuzluk örneklerinin yaşanmasına neden olan dinamikleri sorguluyorum. Cehalet, aklıma gelen ilk olası neden. İzleyici, muhtemelen daha sık gittiği sinema ile tiyatro arasındaki farkı bilmiyor; tiyatronun o an orada sergilendiğini, sinemadaki gibi ses sistemleriyle sergilenmediğini idrak edemiyor olabilir. Kaldı ki, bu tür görgüsüzlükler sinemalarda da haddinden fazla sinir bozucu oluyor. Yine de, aslında basit bir “kamusal alanda nasıl davranılır” eğitimi ile çözülebilecek olan “cehalet” seçeneği bana çok iyimser bir değerlendirme gibi geliyor.

Bencilliği ne yapacağız? Canı bisküvi istiyorsa yiyecek, sakız istiyorsa çiğneyecek beyimiz. Uzatmalı flörtüyle mesajlaşmaktan bir buçuk saat mahrum kalamayacak. Diğer seyircileri rahatsız edip etmediğini düşünmeyecek, oyunculara saygısızlık yaptığını akıl etmeyecek ya da bunları bilecek ama umursamayacak. O kadar kör ki gözü, kendi verdiği paraya bile acımayacak. İşte bu, hiçbir eğitimle, tartışmayla, uyarıyla değişmeyecek. Onlar yalnızca anlık keyiflerini düşünmeye, çevrelerine rahatsızlık vermeye, saygısızlık etmeye devam edecek. Peki, ya gösteriş budalalığı? Yaşadığı her şeyi göstermek için; birkaç kalp, birkaç like almak için yaşayanlar? Bu durum o kadar rayından çıkmış durumda ki, bu türden budalalar yaşadıklarını kamuya mal etmek için bir buçuk saat bile bekleyemiyor. Paylaştıklarının kaç beğeni aldığını kontrol etmeden duramıyor.

Evet, artık pek çok sahne var. Pek çok sahnede pek çok güzel oyun oynanıyor. Benzer şekilde, daha çok konser, daha çok söyleşi, daha çok insana ulaşıyor. Oyunlara, konserlere, sergilere ilgi arttı. Bunlar, sanatın ilerlemesi; kendi kendini finanse edebilmesi; sürdürülmesi; sanatçının emeğinin ekonomik karşılığını alabilmesi için kuşkusuz çok önemli. Ama sanatın “alıcısı” böyle bir kitle olacaksa, geleneksel seyircinin salonları doldurmaktan imtina edeceği de ortada. Öğrenmek, eğlenmek, paylaşmak, düşünmek, kültürlenmek, güzel vakit geçirmek için bunca yoğunluğunun arasında zaman ayıran ya da belki dişinden tırnağından arttırdığıyla zar zor bilet alabilen samimi seyirci, bu çılgınlığa daha ne kadar katlanabilecek göreceğiz.

Bunları da sevebilirsiniz