Yerel Çeşitler Yönetmeliği Felaket mi, Fırsat mı?

Ne yeni büyük bir felaket ne de bir fırsat veya iyi gelişme. Şirket tohumlarının ve endüstriyel tarımın egemen olmasını isteyenler yollarına devam ediyorlar. Sözünü ettiğimiz yönetmelik 19 Ekim 2018 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik.” (1)

2006 yılında çıkan “Tohumculuk Kanunu” (2) çiftçilerin yerel tohumluk üretme haklarını zaten elinden almıştı. Bu açıdan yeni bir şey yok. Çiftçiler yerel tohumluklarını gene satamıyorlar. Çok yüksek bir biyoçeşitliliğe sahip köy popülasyonları ise gene tamamen tohumluk üretimine kapalı. Ancak bu yönetmeliğin, tohum takas şenliklerine son vereceği, çiftçinin yerel tohumlukları kullanma, başkaları ile takas etme ve hediye etmesini engellediğini de söylemek mümkün değil.

Önce bu yönetmeliği hazırlayanların zihniyetini anlamamız gerekli. Yönetmeliğin 1. maddesinde “yerel çeşitlerin genetik erozyonunu engellemek amacıyla” hazırlandığı yazılmaktadır. Tohumculuk kanununu ve bu yönetmeliği hazırlayan Tarım ve Orman Bakanlığı bürokratları yerel çeşitlere, yerel tohumluklara sadece şirket tohumluklarını ıslah etmek için kullanılmak zorunda olan materyal gözüyle bakmaktadırlar. Bunlara genitör demektedirler. Yerel çeşitlerin, tohumların üretimde kullanılmasına karşıdırlar. Bizler ise yerel çeşitler ve köylü popülasyonlarının hastalık ve zararlılara, kuraklık vb. olumsuz hava koşullarına dayanıklılık, yüksek besin değerleri, lezzet, saklama olanakları, değişen koşullara evrim geçirerek veya ıslah yoluyla hızla uyum gösterme kabiliyetleri gibi birçok açıdan üstünlükleri nedeniyle; sadece gen bankalarında kalmaması, çiftçilerce de geniş şekilde üretimde kullanılması görüşündeyiz. Şüphesiz yerel çeşitlerin daha da geliştirilmesinden de yanayız. Bitki ıslahına karşı değiliz. Ancak bunun nasıl ve kimlerce yapıldığı önemlidir. Yerel çeşitlerden, köy popülasyonlarından yararlanarak, en başından itibaren köylülerin de bitki ıslahçıları ile eşit koşullarda katıldığı katılımcı bitki ıslahı çalışmaları (3 – 4) (participatory plant breeding) ile daha başarılı çeşitler elde edilebilir. Örneğin büyük ve uzak kentlere gönderilebilmeleri için bazılarına yola dayanıklılık özelliği kazandırılabilir veya daha verimli, kuraklığa dayanıklı çeşitler geliştirilebilir. Katılımcı ıslah sonucunda geliştirilen çeşit üzerinde hiçbir şirket veya kişi fikri mülkiyet hakkı ileri süremez. Bu yaklaşım şüphesiz tohumlara el koymak isteyen tohum şirketlerinin ve köylülerle eşit koşullarda birlikte çalışmayı sevmeyen, sadece kendilerine yarar sağlamaktan hoşlanan, tohum şirketlerinin hegemonyasına boyun eğmiş ve onlarla işbirliği yapan bazı kibirli bitki ıslahçılarının hiç işine gelmez. Ülkemizde üniversitelerde ve tarımsal araştırma enstitülerinde çalışanlar içinde katılımcı ıslahın ne olduğunu gerçekten bilenlerin sayısı da yok denmeye yakın ölçülerde kısıtlıdır. Bazıları ise köylülerle bu konularda konuşarak görüş almayı veya geliştirdikleri çeşitleri onların denemelerini katılımcı ıslah zannetmektedirler.

Tarım devriminin başından bu yana çiftçiler birçok tür ve çeşit geliştirmişlerdir. Şirketlerin bunlara el koyarak üzerlerinde fikri mülkiyet hakkı iddia etmelerini etik, toplum çıkarları ve ekoloji açılarından yararlı bulmuyoruz. Tohumculuk kanunu gibi yasaları çıkararak, köylülerin on binlerce yıldır geliştirdikleri çeşitlere el konulduğu gelişmiş batılı ülkelerde yerel çeşitlerde yüzde yüze yakın kayıplar olduğunu biliyoruz. Bunları Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) dökümante etmişti. (5) Tohum şirketleri her ne kadar uygulanmasını destekledikleri politikalarla yerel tohumların kaybolmasına yol açtılarsa da şüphesiz yerel çeşitlerin kaybolmasını da istemezler. Islah çalışmalarında bunlara muhtaçtırlar. Bunları kullanamazlarsa, ürettikleri çeşitler herhangi bir hastalığa, zararlıya veya değişen iklim koşullarına karşı tamamen başarısız olabilirler. Bunların örnekleri çoktur. Ancak diğer yandan yerel çeşitlerin geniş bir şekilde ekilmesi de tohum şirketlerinin işlerine gelmez. Bu yüzden tekelci güç kazanmak amacıyla tohumculuk kanunu benzeri mevzuata ihtiyaç duyarlar. Hibrit çeşitlere aşırı bağlılıkları ise teknik nedenlerden değil, çiftçiyi kendi tohumlarına muhtaç bırakmak amacıyladır. (6)

İşte bu yönetmelik de gerçekten yerel çeşitlerin genetik erozyonunu önlemek istemektedir. Bu güne kadar “bunların yeri sadece gen merkezleri olmalıdır” diyen şirket tohumu yandaşları oldu. Şimdi bu yerel çeşitler biraz da çiftçilerce üretilsin noktasına gelmişlerdir. Ancak yerel çeşitler çok da ileri gitmemelidirler. Bu amaçla bu çeşitlerin menşe bölge dedikleri kısıtlı bir alanda üretilmesi ve orada pazarlanması yönetmelikte öngörülmüştür.

Yönetmeliğin 4. maddesi “yerel çeşit tohumlukların çoğaltımı ve ticareti, yerel çeşit kayıt listesine kaydı ile mümkündür” demektedir. Yani yerel çeşitler için de bir kayıt listesi tutulacaktır. Bu yönetmelik tohumluk dediğinde sertifikası alınmış ve ticareti yapılan tohumlukları kastetmektedir. Dolayısıyla çiftçilerin kendileri için ürettikleri tohumluklar bu mevzuatın dışındadır. Bu konuyu biraz inceleyerek ana konumuza tekrar döneceğiz.

Aslında Türkiye tohumluklar konusunda çiftçi haklarını öngören uluslararası bir anlaşmayı yıllar önce onaylamıştı. 8 Ağustos 2006’daki Resmi Gazetede yayınlanan “Gıda ve Tarım İçin Bitki Genetik Kaynakları Uluslararası Anlaşması’nın” 9. maddesinde çiftçi hakları açıkça belirtilmiştir. (7) Türkiye Cumhuriyeti adına 4 Kasım 2002 tarihinde imzalanan bu anlaşma 28.10.2005 tarihli ve 5414 sayılı Kanunla onaylanmış idi.

9.3. alt başlığında şöyle yazılmaktadır:

“Bu maddede yer alan hiçbir hüküm ulusal kanunlara tabi olarak ve uygun görüldüğü ölçüde, çiftçi tarafından ayrılmış tohum / üretim materyalinin saklanması, kullanımı, değişimi, ticareti ve satışı ile ilgili olarak çiftçilerin sahip olduğu hakların kısıtlanması şeklinde yorumlanmayacaktır.”

Görüldüğü gibi Türkiye’nin imzaladığı uluslararası anlaşmada tohumların çiftçilerce satışı dâhil olmak üzere çiftçi hakları kabul edilmiş olmasına rağmen bu hakların çoğu ne tohumculuk kanununda ne de yönetmeliklerde kabul edilmemiştir. Kanunun çıktığı yıllarda görüştüğüm bir yetkili tohumculuk kanununda çiftçilere tohum satma hakkının verilmemesini, “Türkiye egemenlik hakkını bu şekilde kullandı” şeklinde açıklamış idi. Tuhaf bir şekilde egemenlik kendi çiftçilerimizin haklarını yok etmeye dönük olarak kullanılmıştır. Şimdi tekrar yönetmelikle ilgili konulara dönebiliriz.

Yönetmeliğin 4. Maddesi devamla şunları belirtmektedir:

“Aşağıdaki çeşitler için bu yönetmelik kapsamında kayıt başvurusu yapılamaz:

a) 13.1.2008 tarihli ve 26775 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Bitki Çeşitlerinin Kayıt Altına alınması Yönetmeliğine göre yayımlanan kayıt listelerinde yer alan veya başvuru tarihinden 3 yıldan daha kısa bir zamanda bu listeden çıkarılan çeşitler

b) 5042 sayılı Kanun kapsamında koruma altına alınması amacıyla başvurusu yapılan çeşitler”

a alt başlığında belirtilen kayıt listelerinde bulunan çeşitlerin bazılarının gerçekte yerel çeşit olması mümkündür. Gene b maddesinde koruma altına alınan yani üzerinde fikri mülkiyet hakkı iddia edilen çeşitlerin bazılarının gerçekte tamamen yerel çeşitler olma olasılığı da vardır. Yönetmelik bunları tartışma dışı bırakmaktadır. Bir kere şirketlerce zapt edilmiş çeşitlere (ister sadece tohumluk üretimi amacıyla olsun, isterse fikri mülkiyet hakları ile de sahiplenilmiş olsun) artık dokunulamamaktadır. Bunların yerel çeşit olduğu ileri sürülememektedir. Bu güne kadar yapılmış gasplar sineye çekilecektir.

Yönetmeliğin 5. Maddesinde yerel çeşitlerin kayıt altına alınması için başvuruların “ilgili olmak kaydıyla; meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, kamu araştırma kuruluşları, yerel idareler ve üniversiteler” tarafından yapılabileceği belirtilmektedir. Birey veya şirketlerin başvuru yapamayacağı dikkati çekmektedir. Ancak tohum şirketlerinin kurduğu veya hâkim oldukları birlik veya derneklerin bu yola gidebilecekleri düşünülebilir. Bu durum bu yolla şirket çıkarlarının sürdürülebileceğini akla getirmektedir.

Başvuruda menşe bölgesine ait sınırları gösterir liste/harita da istenilmektedir. Yerel çeşidin menşe bölgesinde korunması ve idamesi için gerekli tedbirler başvuru sahibi tarafından alınıyor. Bu kaydı yaptıran ve idameyi (yerel çeşidi koruma) sağlayana tekelci/ mutlak yetkiler verilmemektedir. Başvurular il müdürlüklerine yapılıyor. İncelemeler sonrasında başvurular Yerel Çeşit Kayıt Komitesine iletiliyor.

Madde 7’de “kayıt altına alınmaya hak kazanan yerel çeşit tohum örneklerinin birer seti Ulusal Tohum Gen Bankasında ve Türkiye Tohum Gen Bankasında uzun süreli muhafazaya alınmak üzere pasaport bilgileri ile birlikte gönderildikten sonra Tohumluk Tescil ve Sertifikasyon Merkez Müdürlüğünün internet sayfasında yayımlanır” denmektedir.

Yerel tohumlukların saklanması, korunması şüphesiz ki çok gereklidir. Ancak Gen Bankalarımızda saklanan tohumlukları gelişmiş ülke ıslahçılarının dolayısıyla büyük yabancı tohum şirketlerinin ele geçirmesi kolaylaşmaktadır. Türkiye’nin yıllarca önce imzaladığı uluslararası anlaşmalar bunu sağlama almıştır. Şüphesiz dünya genetik kaynaklarından bütün dünyanın yararlanması bir haktır. Ancak bu tohumlukların şirketlerin malı haline gelmesi kabul edilemez. Tohumluklar bütün dünya halklarının yararlanacağı müşterekler olmalıdır.

Yönetmeliğin üçüncü bölümü yerel çeşitlerin üretimi ve pazarlanması ile ilgilidir. Madde 8’de “bir bölge için kayıt altına alınmış yerel çeşide ait tohumluklar ancak o bölgede üretilebilir” demektedir. Sonrasında “…üretilen tohumluklar yalnızca menşe bölgesinde ticarete sunulabilir ve tohumluk üretimi amacıyla ekilebilir/dikilebilir” denmektedir. Örneğin kavılca buğdayının menşe bölgesi Kars ili olarak belirlendi ise, bunun tohumluğunu üreteceklerin, bu üretimi Kars ilinde yapması gerekiyor. Tohumluğu Kars ili dışında satması da yasal olarak mümkün olamayacaktır. Burada yerel çeşitlerin, tohumların bir ölçüde korunması ancak çok yaygın ekilmemesi isteği dikkati çekmektedir. Şüphesiz isteyen çiftçi menşe bölgesinde veya dışında istediği yerel çeşidi üretebilir ve tohumlarını saklayabilir, takas edebilir, hediye edebilir, ürününü satabilir; ancak tohumculuk kanununun da belirlediği gibi ticari olarak tohumluk olarak satamaz. Yerel çeşitlerin menşe bölgesi dışında ekilmesinin istenmemesi yönetmeliği hazırlayanlarca genetik saflığı korumak gerekçesi ile savunulacaktır. Bugüne kadar kamu, yerel tohumların çiftçilerce üretilerek saklanması (in situ koruma) konusunda pek bir şey yapmamıştır. Hatta kimi illerde örneğin köylü elinden yerel domates tohumlarını alarak hibrit veya standart tohumlukları vererek yok olmasına bilerek bizzat katkıda bulunmuştur. Şimdi belki bazı araştırma enstitüleri eliyle üretilerek korunmasına katkıda bulunacaktır. Bu bir gelişme gibi ele alınabilir. Ancak bir yerel çeşidin dar bir menşe bölgesine sıkıştırılmasının tohum şirketlerinin çıkarları dışında bir anlamı yoktur. Kavlıca buğdayı Kars’taki koşullarda ekilmediği takdirde başka bölgelerde kalitede bazı değişiklikler gösterebilir. Bu değişikliklerin hepsinin kötü olacağı anlamına gelmez. Kavlıca buğdayının bir takım olumlu kalite özelliklerinden tüketici olarak yararlanmak isteyen kişiler başka bölgelerde üretilmesinden yarar sağlayabilirler. Şu anda domates, biber gibi Latin Amerika’dan gelmiş birçok türde yerel çeşitlere sahibiz. İki yüz yıl önce bunların türleri bile bulunmuyordu. Bu ürünlerin gelmelerinden bir süre sonra yerel çeşitlerin geliştiği anlaşılıyor. Aynı mantıkla bunların gelmesine de karşı mı çıkmalıyız? Hatta halen Peru gibi ülkelerden yerel domates çeşitleri gelebiliyor. Bunlar yararlı bazı özellikleri bize kazandırabilir. Şüphesiz hastalıkların taşınma risklerine de dikkat edilmelidir. Aynı sorun yüzlerce ülkeden yapılan tohumluk ithallerinde de bulunmaktadır, ancak bundan pek şikâyet edilmemektedir. İthal tohumlukların sertifikalı oldukları için hastalıklardan arî oldukları varsayımı geçerli değildir. İthalatla yayılan pek çok hastalık ve zararlı olduğu bilinmektedir. Bir yörede başarılı yerel çeşitler varsa oraya ülke içi veya dışı başka yerel çeşitler getirilmesinin yararlı olmayacağı da söylenebilir. Ancak yönetmelikteki bu kısıtlamanın, daha çok tohum şirketlerinin tohumda kurdukları hegemonyaya hizmet ettiği söylenebilir. Üçüncü bölümdeki madde 10 bu kanıyı güçlendirmektedir. Madde 10’da şöyle yazılmaktadır: “Yerel Çeşit Kayıt Listesinde yer alan her bir çeşit için üretilebilecek yıllık tohumluk miktarı, ilgili çeşidin ait olduğu türün sertifikalı üretim miktarı dikkate alınarak Bakanlıkça belirlenecek miktardan fazla olamaz” Gene aynı mantıkla karşı karşıyayız. Kavlıca buğday örneğine devam edelim. Bu çeşidin tohumluk üretim bölgesi diyelim ki Kars ili ile sınırlandırıldı. Tohumluğun üretileceği yer ve satılacağı yer Kars olacaktır. Ancak yönetmelik için bu yetmiyor. Diyelim ki kavlıca buğdayına ülkeden ve yurt dışından yüksek talep geldi, Kars’ta daha çok kavlıca tohumluğu üretilmek isteniyor. Bakanlık buna dur diyecek ve tohumluk üretimini kısıtlayacak. Bu kısıtlamanın ne faydası var?

Başka bir konu da yerel çeşitlerin birçoğunun ülkenin değişik bölgelerine yayılarak belli bir menşe bölgesine sıkıştırılamayacak özellikler göstermesidir. Örneğin sarı buğday veya karakılçık buğdayı oldukça geniş bir alanda ve her alt bölgede yeni özellikler kazanarak, alt isimler alarak (topan karakılçık gibi) yayılmıştır. Bunları neden sadece bir bölgeye sıkıştıralım?

Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri bu yönetmelikte yerel tohumluk dendiğinde sadece çeşit (varyete) düşünmektedirler. Çeşidi oluşturan özelliklerden biri de yeknesaklıktır (birörneklilik/ homojenite). Yönetmelikte tanımlar kısmında yeknesaklık “çeşidin çoğaltımı esnasında, çoğaltma metoduna bağlı olarak beklenen varyasyonun dışındaki diğer özellikler yönünden bir örneklik göstermesi veya yeterince homojen olması” şeklinde tanımlanmaktadır. Hâlbuki yerel tohumlar dediğimizde çeşit (varyete) gibi yeknesak (homojen) olmayan köy popülasyonları da bulunmaktadır. Örneğin aynı bahçede yetiştirilen patlıcanların içinde beş altı ayrı renklerde, büyüklüklerde patlıcanlar olabilmektedir. Bu zengin biyoçeşitlilik bir sorun değil bir üstünlük olarak kabul edilmektedir. Bu tohum her yıl değişen iklim, hastalık ve zararlılar gibi koşullara gayet iyi uyum göstererek evrim geçirmekte ve buna göre seçilen tohumluklar ertesi yıl büyük bir başarı ile üretime sokulmaktadır. Bu yönetmelik adından başlayarak böyle bir biyoçeşitlilik anlayışına ters düşmektedir. Yönetmelik bir yerel çeşit kayıt listesi oluşturulacağını zaten belirtmektedir. Çeşit (varyete) olmayan tohumlar bu liste dışında tutulacak ve yasal olarak satılmak üzere üretilemeyecektir. Bu listeye girebilmesi için başvurular incelenecektir. Madde 6’da şu şekilde yazılmaktadır:

“…Komitenin teknik inceleme yapılmasına karar vermesi durumunda yerel çeşitler Bitki Çeşitlerinin Kayıt Altına Alınması Yönetmeliği kapsamında TTSM ve/veya TTSM organizasyonunda TSTM, kamu ve özel sektör tarımsal araştırma kuruluşlarınca 1 yıl süre ile farklılık ve yeknesaklık testlerine alınır. Bu testlerde kalitatif ve yalancı kalitatif karakterler dikkate alınarak inceleme yapılır ve %10 tip dışı bitki toleransı uygulanır…”

Görüldüğü gibi yerel tohumlukların yeknesaklık testlerine tabi tutulacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla bu yönetmelikte köy popülasyonlarına yer yoktur. Tohumculuk Kanunu da aynı şekilde köy popülasyonlarına dayalı tohumluklara kapalı idi. Bu açıdan bir değişiklik yok. Halbuki agro ekolojik (8) tarımda köy popülasyonlarına büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Bunları bazı çiftçilerin üretmesi ve başkalarının satın almasına neden engel olunmaktadır?

Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Şirket bakış açısı her şeye hâkim olmaktadır. Çiftçiler biyoçeşitlilik, şirketler ise yeknesaklık (birörneklilik) peşindedirler. Çiftçiler dayanıklılık için, şirketler ise bitkiler ancak tarım kimyasalları ile ayakta kalsınlar diye ıslah yapmaktadırlar. Çiftçiler tohum geliştirmede tat, kalite ve beslenme üzerinde dururken, şirketler küreselleşmiş gıda sistemleri içinde endüstriyel işleme ve uzun mesafeli taşımaya dayanma üzerinde ıslah yapmaktadırlar(9).

Hele evrimsel ıslah (10-11) (evolutionary breeding) denilen binlerce çeşidin karıştırılarak kullanıldığı tohumlukları tohum şirketlerinin değil kabul etmesi, anlamasını bile bekleyemeyiz.

Bu yerel çeşitlerin tohumluklarını bu yönetmelik dâhilinde üretmek kolay mı? Bu da hiç kolay değil. Üçüncü bölümde madde 8’in alt başlığında bu şöyle açıklanmaktadır:

“(2) Bu çeşitlerin üretimini yapacaklar 15.5.2009 tarihli ve 27229 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Tohumculuk Sektöründe Yetkilendirme ve Denetleme Yönetmeliği çerçevesinde üretici/yetiştirici belgesi almak zorundadır.”

Sözü edilen yetkilendirme yönetmeliği birim kooperatiflerin ve hatta birliklerin tohum üreticisi olmasını engellemiştir. Tarımsal amaçlı birlik ve kooperatifler, yalnız bölge birlikleri veya merkez birliği adına tohum üretici belgesi başvurusunda bulunabilir. Amaç kooperatifleri olabildiğince bu işten uzak tutmak mıdır?

Yönetmelikte başka engeller de var. Başvuru sahibi ziraat mühendisi, ziraat teknisyeni veya bitkisel üretim ya da tohumluk yetiştirme konusunda ders aldığını belgeleyen tekniker ise diplomanın aslı veya il müdürlüğünce onaylı örneği; değil ise çalıştırıldığı beyan edilen ziraat mühendisine ait diplomanın aslı veya il müdürlüğünce onaylı örneği gösterilmelidir. Üretici ayrıca basit de olsa bir laboratuvara sahip olmalıdır. Fide üreticileri ise en az iki dekar yetiştirme serasına ve kombine tohum atma makinasına sahip olmalıdır. Tohumluk ve fide üreticileri tohumculuk alanındaki ilgili alt birliğe üye olmak ve aidatlarını ödemek zorundadırlar. Bu Yönetmelik esasları dâhilinde verilecek olan belgeler ücrete tabidir. Bütün bu koşullar göstermektedir ki bir çiftçinin tohumluk ve fide üreticisi olması çok zordur. Bunu ancak şirketler başarabilir.

Hâlbuki ülkemizde yerel çeşitlerin tohumluk ve fidelerini üreten, bu konuda oldukça başarılı olan çiftçilerimiz vardır. Bu çiftçilerin çeşitlerin özelliklerini bozmadan tohumluk üretmek için bilgilere sahip olduklarını izliyoruz. Bunlara yardımcı olunabilirdi. Yönetmelik bu konuda hiçbir yenilik getirmemiştir. Bu koşullar içinde sadece şirketler isterlerse yerel çeşitlerin tohumluklarını, o da epeyce kısıtlanmış koşullarla üretebileceklerdir.

Ne yapılmalı?

Uygulandığı ülkelerde biyoçeşitliliği azaltan, yerel çeşitlerin, tohumların genetik erozyonuna yol açan, çiftçilerin tohum üretme, ıslah etme, satma haklarına el koyan tohumculuk kanunu yerine bu sorunları gideren ve bu hakları garanti altına alan, genetik kaynakların kamuya ait olduğunun (müşterekler) kabul edildiği yeni bir kanun kabul edilmelidir. Yeni kanun genetik erozyonu durduracak önlemleri öngörmeli, genetik kaynakların sahiplenilmesini durdurmalı, herkesin bu kaynaklara sahiplenme amacı dışında kolaylıkla ulaşabilmesinin koşullarını sağlamalıdır. Yönetmelikler de buna uygun değiştirilmelidir.

Araştırma enstitüleri katılımcı bitki ıslahı yöntemlerini uygulamalıdır.

Tarım konusunda halkın bilgisi (yerel bilgi, geleneksel bilgi dâhil) derlenmeli ve geliştirilmelidir.

Agro ekolojik bir tarım sistemi uygulanmalıdır. Bunları hayata geçirmek için bilinçli çiftçi ve sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin yerel tohumları korumak amacıyla mücadeleye devam etmesi gerekiyor. Yerel tohumlar kullanılarak agro ekolojik yöntemlerle üretilmiş ürünlerin tüketim kooperatifleri, gıda grupları, topluluk destekli tarım grupları ve ekolojik köylü pazarlarında halka ulaştırılmasının yolları aranmalıdır. Katılımcı ıslah çalışmalarını devletten beklemekten vazgeçerek köylü ve ıslahçıların elbirliği ile bu alanda bir girişim başlatılmalıdır.

Kaynaklar ve Dipnotlar

1- http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/10/20181019-2.htm

2- http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5553.pdf

3- L. Bachmann, E. Cruzada, S. Wright, Food Security and Farmer Empowerment -A study of the impacts of farmer-led sustainable agriculture in the Philippines, http://masipag.org/downloads/

4- Salvatore Ceccarelli, Stefania Grando,(2007). Decentralized-participatory plant breeding: an example of demand driven research, Euphytica 155:349–360. DOI 10.1007/s10681-006-9336-8 5- FAO, (1996). State of the World Genetic Resources, Rome.

6- Kloppenburg, J.R., (1988). First the Seed, The Political Economy of Plant Biotechnology: 1492-2000, Cambridge University Press, Cambridge.

7- www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2006/08/20060808.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2006/08/20060808.htm

8- Altieri, M.A., (1995). Agroecology: The Science of Sustainable Agriculture, 2nd ed. Westview Press, Boulder, Colorado

9- Navdanya International, The Law of Seed, s.7 /www.navdanya.org/attachments/lawofseed.pdf

10- Tayfun Özkaya “Evrimsel bitki ıslahı: Araştırmanın demokratikleşmesi ve küresel iklim değişikliğine uyum” Yurt Gazetesi, 14.4.2017. http://www.yurtgazetesi.com.tr/evrimsel-bitki-islahi-arastirmanin-demokratiklesmesi-ve-kuresel-iklim-degisikligine-uyum-makale,13367.html

11- S. L. Phillips ve M. S. Wolfe(2005) “Evolutionary Plant Breeding for Low Input Systems” Journal of Agricultural Science, 143, 245–254.

Bunları da sevebilirsiniz