Yeni Bir Sınıf

Hızla değişen çağ bir yandan bilinen sınıfların yok olması veya etkilerini yitirmesine neden olurken diğer yandan da ortaya yeni sınıfların ya da bazı alt segmentlerinin çıktığı gözlemleniyor. Örneğin son zamanlarda Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) “güvencesiz sınıflar” (precarious classes veya precaria) isimli yeni bir sınıftan söz edilir oldu. Bu aslında yeni bir sınıf değil. Çoğunlukla beyaz yakalılardan oluşan çalışanlar. Ancak, ekonomik krizler nedeniyle işten çıkarılan ve yeniden sendikalı olmaları engellenen çalışanların iş ve sağlık güvenceleri olmaksızın iş bulabilmeleri nedeniyle ortaya çıkmış yeni bir yapılanma. Bu sınıflar buldukları her işi pazarlık yapmadan kabul etmek zorunda. Böylece ekonomik krizlerin faturası da çalışanlara dayatılmış olmaktadır. ABD’de bunun yanı sıra eskiden beri var olan ve nüfusta da hatırı sayılır bir yeri olan diğer sınıf ise “imtiyazsız sınıflar” (underprivileged classes veya under classes) olarak adlandırılan kesimdir. Bu sınıf, düzenli bir gelirden mahrum, çoğunlukla okur-yazar olmayan ve ancak hükümetin gıda kuponlarıyla ile yaşayabilen insanlardan oluşmaktadır. ABD gibi büyük bir ülke göz önüne alındığında bu kitlenin nüfusu milyonlarla ifade edilmektedir. ABD’de iş güvencesi artık sadece çok eğitimli elit bir kesim için söz konusu olabilmektedir. Ekonomik durumun iyileşmesinin de güvencesiz sınıfların durumunda iyileşmeye yol açacağı şüphelidir.

Kıta Avrupası ve gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir eğilim gözlenmektedir. Özellikle yeni nesiller daha güvenceli işler yerine daha fazla getirili işlere yönelmekte ve uzun vadeli çıkarlarını düşünmeyi bir yana bırakmaktadır. Bu nedenle kriz dönemlerinde de işlerini kolayca yitirebilmektedirler. Bu gruptaki ülkelerde gençler arasında çabuk zengin olma veya mesleğinde çabuk ilerleme gibi eğilimlerin giderek ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Çok hızlı değişen teknolojinin insanların yaşam temposunu da değiştirdiğini iddia etmek olası görünmektedir. Çalışma hayatına bu tür bir yaklaşımın toplum ve ekonomide yeni dinamizmler yarattığı da inkâr edilemez. İşin kötü yanı ise çalışanlar arasındaki bu tür kısa vadeli yaklaşımların çalıştıkları kurumların uzun vadeli vizyonunu ve giderek ülkenin uzun dönem planlarını olumsuz yönde etkileme kapasitesi olmasıdır. Hiçbir kurum çalışanlarının çok yüksek mobilitesi ile uzun vadeli projeler geliştiremez. Benzer şekilde, hiçbir ülke de kurumlarının kısa vadeli projeleri üzerine uzun vadeli planlar yapamaz. Çalışanlar ve kurumlar arasındaki bu türden vade uyuşmazlıklarının önümüzdeki yıllarda genel bir sosyo-ekonomik sorun olma olasılığı da yüksektir.

Türkiye gibi yarı gelişmiş, yarı gelişmemiş ve hangi yöne gideceği hala belli olmayan ülkelerde ise durum hem biraz farklı hem de daha gariptir. Sözünü ettiğimiz türden ülkeler gelişmiş ülkelere göre daha keskin çelişkiler sergilemektedir. Bu ülkelerde bir yandan gerçekten zor şartlarda çalışan veya daha doğru deyişle ezilen kitleler bulunurken diğer yandan da hiç çalışmayan ve çalışmayı da düşünmeyen bazı sınıflar bulunmaktadır. Sınıflar sözcüğünün çoğul kullanılmasının nedeni çalışmayan bu kitlelerin farklı sosyal sınıflardan gelmelerinden kaynaklanmaktadır. En bilinen çalışmayan sınıf, rantiye ebeveynlerinin parası ile geçinerek lüks bir hayat süren kesimdir. Bu gençler günlük hayatımızı lüks arabaları, jetleri, yatları ve özel hayatları ile gereksiz yere meşgul edip durmaktalar. Çoğu da çok pahalı özel okul mezunu. Çalışma hayatları ise arada bir babalarının şirketinde “bulunmaktan” ibaret. Tüm yaşamlarını böyle geçireceklerini varsayıyorlar. Bilmedikleri ilk şey günümüzün orta yaşlı insanları arasında kendi türlerinden çok az sayıda insan olduğu, ikincisi ise babalarının işini eninde sonunda batıracakları.

Diğer çalışmayan sınıfın durumu ise daha da gariptir. Bu insanlar orta-üst sınıfa mensup ve kesinlikle çok eğitimli ailelerin çok eğitimli çocuklarından oluşmaktadır. Akıl almayan yön bu çocukların çalışmamasıdır. Çalışmayan bu insanlar ne yapmaktadır peki? Çoğu hobileri ile zaman harcamakta, meraklı olanları okumakta, meraksız olanları ise pineklemektedir. Bir bölümü de sürekli okul veya bölüm değiştirerek sorumsuz öğrencilik imtiyazlarını sonuna dek kullanma veya suiistimal etme yolunu izlemektedir. Çalışmama nedenlerini de ailelerinin ya parasal destekleri ya da sağdan soldan tırtıkladıkları miraslar oluşturmaktadır. İlerideki yaşamları da düşünülmeye değmezdir. Aileden nasıl olsa daha büyük miraslar gelecektir. Kazara bir işe girerlerse de ilk düşünceleri bir an önce bu sıkıntılı ortamdan ve diğer aşağılık insanlardan kurtulmak olmaktadır. İşini beğenip çalışmayı düşünenler de hemen müdür olamadıkları için ilk fırsatta küsüp istifa nedenleri aramak peşine düşmektedir. Bu durum, kişisel olarak, hiçbir ülkede rastlamadığım çok garip bir sınıfa işaret etmektedir.

Ülkemizde, sayıları çok olmasa da nitelikleri çok fazla olan, böyle bir sınıf insan bulunmaktadır. Bu sınıftan ülkeye, çevresine veya ailesine pozitif bir katkıda bulunmasını beklemek boşunadır. Hiç kuşkusuz bu insanlar aileleri tarafından yaratıldı. Fakat aileleri nerede hata yaptı da bu türden insanları topluma saldılar, henüz bilmiyoruz. Bu konuda bilemediğimiz en önemli ve acı taraf ise işin ahlaki yönü. Bu ülkede her yıl ortalama üç yüz insan işsizlik nedeniyle intihar eder ve bir o kadarı da iş kazalarında ölürken bu çalışmayan insanlar ne hissetmektedir? Bunların aileleri ne hissetmektedir? Onlar için bunlar günlük hale gelen sıradan işçi ölümleri midir? Elbirliği ile-evet hepimiz sorumluyuz-ölüme sürüklediğimiz bu insanların acısını gerçekten duyumsuyorlar mı? Nerede hata yaptıklarını hala sorgulamıyorlar mı? Topluma hiçbir katkısı olmayan ve olamayacak bu insanları yetiştirmiş olmanın korkunç sorumluluğunu idrak edemiyorlar mı? Zor sorular ve yakın gelecekte de yanıt bulunmayacak gibi görünüyor. Bugünlerde değil ama günün birinde bu konunun sosyologların ilgisini çekmesini umuyorum.

Bunları da sevebilirsiniz