çalışma odamda denize karşı yine atıp tutuyorum. kapitalizmden, sömürüden, savaşlardan nefret ediyorum. tüm büyük güçlü zengin emperyalistler bir kere dokunabilseler küçük masum bir çocuğun umutlarına. ve bizler büyüdükçe bırakmasak hayaller kurmayı. oysa dememiş mi ”hayal bilgiden daha önemlidir” diye. iki yüz kelimenin altında bir kelime sayısıyla konuşan ve de hayal kurmayı bile beceremeyen yüce cüce büyük emperyalizm. iktisadi kuramlar ve stratejik aşklar. mr. ve mrs. smith. açılamayan usb’ler. dokunulamayan rotalar. noktalara özgürlük marşları bestelemek. güfteler kaybolmuş uzay aritmetiğinde. edalı bir yemek saatleri. ardından şairin sözleri dökülen ”yoksuluz geceler çok kısa dörtnala sevişmek lazım”. rehber eşliğinde vücut tanıma seminerleri. stratejik hamleler. jamerlı dokunuşlar. bedensel boşalmanın ekopolitik analizi. komünist inlemeler ingilizce şarkılar eşliğinde. otacı-dalin oturumları. hatırlamak ve hatırlamış gibi yapma seansları. leylalı anlar. hayal kahramanları. son-the end-fin. rasyonalite anlar. ekran ve kur savaşlarına dönüş. hayatın küçük sürprizleri. ruhu besleyen gerçekler…..
kendisine bir viski koyduktan sonra çalışma odasına geri dönmüştü adam. yazı masasına -ki ona hayal masası derdi- oturup denizi ve kentin ışıklarını seyretti bir süre. sonra yazdıklarına göz attı. ekonomi notları, jeopolitik yazılar ve en çok sevdiği öykümsü şiir çalışmaları. ruhu besleyen gerçekler yazıp mola almıştı. viskisinden bir yudum alıp yazmaya devam etti. aşk biraz daha hep özlediğiniz birini sevmek sanki. nesnelleştiği takdirde problemlerin yanında güzel şeylerde sıradanlaşabiliyor. bir artık yılın son imsakıydı. sustu bir emmebasma kara tulumba. kurşuni bir fısıltı. saçlarını çözmüş bir ses. dedi kimdir o. cevap verdi bir kadın. esimi filo. öyle bir anda sardın ki düşlerimi savunmasız hazırlıksız yakalandım sözcükleri döküldü eylül sina’dan. kaçıyormuydu bir düş uykusundan yoksa yaşama sarınmayamı çalışıyordu. bütün sorularını tükettiğini anladı. artık herşey o kadar kırılgandı ki. her aşk çekilir bir gün kendi kıyılarına. ardında yeni bir öykü bırakarak. ve son kez yeniden bağışlanır unutkanlıkla. artık kendine ayrılmıştır herkes. kalabilmek için birbirine. tende çalışmayan bedende sınıfta kalır derdi küçük saatlerde. bazı aşklara büyük harflerle başlanırdı. o nedenle imla kurallarına inat küçük harf kullanırdı sadece. ve yağmuru severdi. ıslanmayı. yağmur komünisttir. herkese eşit yağar diye fısıldayıp bir yudum daha aldı viskisinden. burgaz adaya ait hissederdi kendini. hiç yaşamamış olmasına rağmen. ada rengi sarıdır. ve herkes biraz jöndür kendine. gül sapından kalkan son vapurun son yolcusuydu. kendi taşımazdı ama inanırdı nazar boncuklarına. özlemeyi görmeye tercih ederdi. kendine kalırdı o anlar. istediği gibi biçimlendirir ve yaşardı. mesafe duygusu yoktu. aynı şehir ya da çok uzaklar mesela new york. farketmezdi. kimseyle paylaşmadığı bir kilobayttan dokunurdu hayata. istanbul kokardı kadın. biraz burgaz biraz ayasofya. nerede olsa öyle kokacağını bilirdi adam. yakışıklı kadın. güzel adam. öykü tadında. kendi başlığında. bir ilkti bu. kağıt ve kalemsiz. parmaklardan tuşlara uzanan bir ilk. ama söylemişti kadın. format gerekir bir tutam bazen diye düşündü adam. usulca eğildi ve en sevdiği yerden öptü istanbulunu…
mola alıyorum efendim. iyi geceler her nerelerdeyseniz…..
hafif bir baş ağrısı ile uyanmıştı sabah adam. biraz da canı sıkkındı. on onbeş gün stratejist olarak yaşayacağı bir zaman dilimine girmişti. kahvesini içerken esimi filoyu aradı. biraz daha eylül sina kalmak istiyordu. özlem üzerine konuşuldu. her ikisi de farklı yerlerdeydiler. mekan ve ruh olarak. bazen diye başladığı cümleyi devam ettirmedi adam. her aşk heyecanlı başlar. bir zirve vardır. varılırsa oraya kendinizi leyla hissedersiniz. “leyla bir özge candır” zirveden sonrası aşağı eğimlidir. ama sürdürülmeye yeni zirveler bulmaya çalışılır. oysa yağmur yerde ölür. geçerlidir. iksir nafile. yalnızlık kuşağındanım ben. ağır kayıplar vererek ilerliyoruz. Bilerek, bilmeyerek. uzak ülkelerde bıraktık coşkularımızı. uzak ülkelerin yalnız çocukları gibi kalakaldık. günışığında çırılçıplak kalakaldık. bozkır ortalarında uçsuz bucaksız uzadık. kıraç taşlarda gölgeler olduk. geçip gittik. bir suya düştük. uzun gölgelerimiz kaldı hayatın yüzünde. hayatın yüzünde bir sızı gibi kalakaldık. güneş geçti üstümüzden. bir yanılgıya kapıldık. aydınlık hayatımızda kalır sandık. oysa yüreği geceye düğümlü güzel çocuklardık. fesleğen kokulu çocuklardık. hüzünlü öylece kalakaldık. ayrılık bazen kavuşmaktır diye düşündü adam. biliyordu esimi filo bunların ötesindeydi. ama adam neler olacağını ilk gördüğünde görmüştü. ve şimdi de o kadar net görüyordu ki. bazı şeylerin yaşanması gerekmiyordu. her aşk acı biter. geriye nefti bir tortu kalır. yüreğinde taşırsın. ince bir kağıt kesiği gibi. her yer gayya pususu. doğrulamazsın düştüğün yerden. ve dolduramaz noktalar boşlukları. ayasofyanın görkemiyle düşüyorsun içime. her mum yaktığım kilise dönüşü galata dergahında şarapla aldığım abdestle arınıyorum senden. yeniden başa dönüldüğünde başlanmış olunmaz ki. düş çaldım düşlerimden. ayrı yollarda olması gereken iki yitik akdenizliydik. iki kayıp ortaçağlı. kimliksiz suretlerdik. ateşi ateşimizle de yakmıştık. akdenizdeydik. ayrı yönlere gitmesi gereken iki tren neyi beklerdi ki. usulca gittim senden gidebilmen için benden. düş çaldım düşlerinden. kekremsi bir tat dudağımda. esimi filo…
mola mı bitti mi bilemiyorum. yaşayıp göreceğiz efendim.
bir mail düşmüştü tabletine adamın. hala eylül sina iken. esimi filo yazmıştı. “günün kızıllaşmaya başladığı anlarda, ayçiçek tarlalarını gören bir yerde mola. bir kahve kokusu ve kelimelerinin üzerinden başka bir ana yapılan yolculuk. yön değil aslında yolda olma halidir besleyen ruhumuzu. yönlerimiz ise uzay geometrisinden baktığında farklı olmayacak kadar benzerdir belki de”. bir solukta okudu adam. dudaklarında ki kekremsi tat yerini bir küçük tebessüme bırakmıştı. küçük telaşları canlanmıştı gözünde. konuşurken ellerini o kadar kullanıyordu ki acaba ellerini tutsam konuşabilir mi diye düşünürdü. belli etmeden. sizi demiştim son bir kez öpsem. nadir köşelerinizden. imkansız demişti. aşk kabul etmez. oysa kırlangıç mevsimiydi. ne bir fazla. ne bir eksikti. yitik coğrafyanın hüzün gözlü esimi filosu. ağlamak uzun uzun yürümektir. ağlamak eğer okuma yazman yoksa sahicidir. yanyana duran iki nota gibiydik. sırasını bekleyen. sabırsızdın. küçük telaşların vardı. biliyorum. ama zaten öyle olmasa niçin iki nokta uzay geometriğinde karşılaşsınlar ki. hiç gitmeyecek gibi gelir sonra bazı mevsimler. adam sonbahardı. eylüldü. kadın olması gereken gibiydi. sonsuz sarmalında. kırılgan ve güçlü. tüm zamanların çizgilerini hiç yokmuşlarcasına sildim. neden uyumuyorsun diyorlar. bilmiyorlar. içimden istanbul geçti. bir mürdümeriğinin buğusunu siliyorum. gülüşlerin düşüyor avuçlarıma. saklıyorum. binlerce yıl süren bir yolculuk bu. tarihin sim kara acıları içinde. galata kulesinden bir yağmur damlası düşüyor. kanıyor adımın yalın hali. sen iyisi mi heyecanlı bir şehir kap getir yanında. ne kadar akşam inse de çekilmiyor gölgeler. bir ney dile geliyor. suz-i dilara. nefti gözyaşlarına dönüşüyor. sakladığımız anlarımız. lime lime sesimiz tünüyor. kırık bir tanburinin tellerine. ada kokan esimi filo. iki ayrı kıtadaydık. iki ayrı kıtaydık. her aşk acı biterdi. görmemiş ve okumamıştı. duvarlara yazılan başka türlüsü mümkün edaları son buluyor. son rasyonalitede. başlangıç. zirve. başlangıca dönüş. yeni başlangıç. yeni zahiri zirve. başlangıca dönüş. yepyeni başlangıç. yepyeni zahiri zirve. başlangıca dönüş. noktalara özgürlük. yaşasın tam bağımsız noktalar……
eylül sina