Bir Hayal Yılmaz Güney

Gözlerim onu arıyordu. Gece yarısını henüz geçmişti saat. Nerede kalmış olabilirdi, hiç yaptığı bir şey değildi aslında. Beklemeli miydim hala yoksa evin yolunu mu tutmalıydım, bilmiyordum. Ağlıyor muydum yoksa yanaklarımda tuhaf bir sıvı vardı ve istemsiz bir şekilde dudaklarıma doğru saatte bilmem kaç kilometre hızla ilerliyordu.

Ne olmuştu ne konuşmuştuk, o sıcak yaz günü hatırlamaya çalışıyorum. Yanıma gelmişti kan ter içinde belli belirsiz bakmıştı yüzüme, öpmemişti her zamanki gibi özlemle. Bir şeyler olduğunun farkındaydım ama ne olmuştu. Kalabalığın içinde, uzaklaşarak kayboldu gözden. Üzerinde gri pantolon ve yıllardır varlığı her halinden belli olan eski yeşil gömleği. Endişeliydi, gözlerinde bir korku, bir heyecan, bir telaş vardı. Her zamanki Yılmaz değildi. Şiir okumamıştı, romanlarla ilgili tartışmaya giremeden uzaklaştı. Ufukta kaybolan bir kuşun hafifliğiyle uçtu uçtu ve yok oldu. Ufuk çizgisi ile bütünleşip gitti. Kaç yıl olmuştu aynı yola çıkalı. Tanıyordum çocukluğum, belki de bebekliğim. İlk eşim, ilk oyun arkadaşım, okul arkadaşım ve şimdi de hem yoldaşım hem sıra arkadaşım hem de nişanlımdı. Aynı dili konuşabiliyorduk, cümlelere ihtiyaç duymadan kelimeler ile kendimizi ifade edebiliyorduk. Bazen de sadece bir bakış bana ne yapmam gerektiği hakkında tüm bilgileri veriyordu. Bekle demişti, akşam okul çıkışında beni bekle.

Farklı bir yapısı vardı çirkin görüntüsü altında güçlü, cesur, aşka aşık, şaraba aşık bir Yılmaz yatıyordu. Bizim mahalleden bildiğimiz adıyla Yılmaz Pütün’dü, fakat lise de yazdığı bir yazı nedeniyle soyismini değiştirmiş, Güney yapmıştı. Haklıydı da, Güney’in gaddar güneşi teninin tümüne yerleşmiş kara ince uzun bir delikanlı olmuştu. Yıllar geçmiş, davalar edinmişti. Hapse girmiş, hücrelerde yatmıştı. Artık Adana’nın kızgın güneşi altında değildi. Varlıklıydı, bir ünü bir işi vardı ama yeşil gömleğinden asla vazgeçmemişti, zavallı annesinin verdiği yadigardı. Zor yıllardan, zorlu yollardan geçmişti. Babası kan davasından dolayı göç etmişti, Adana’ya sığınmışlardı bir ağanın yanına ve babası annesinin üstüne kuma getirmişti. Şansızlık bırakmamıştı yakasını, zavallı anasına kardeşlerine bakmak zorundaydı. Babası her zaman okuyup büyük adam olması gerektiğini söylemişti. Okumayı seviyordu, çok başarılı bir çocuk değildi ama çalışıyordu, esmer teninin altında hep bir isyan vardı. Devrimci ruhu bedeninde vücut buluyordu. Okuldan sonra ırgatlık yapar okul harçlığını çıkartırdı. Sonra bir gün sinema ile tanıştı. O büyülü dünyayı tanımıştı ve artık hiçbir zaman ondan vazgeçmeyecekti. Daimi sevgili ona kollarını açmıştı, Yılmaz ondan daha sabırsızdı. Sinemasını, beyaz perdesinin kollarında uyumak için saniyeleri saymaktaydı. Adana’da ilk filmini izlediğinde korkmuş kaçmıştı. Perdedeki atların çıkıp onu ezeceğini düşünmüştü. Zengin arkadaşları öyle demişti ve o saf çocuk sorgulamadan inanmıştı. Bir de bisiklet tutkusu vardı Yılmaz’ın ama fakir bir çocuk olduğu için hiçbir zaman bisikleti olmamıştı. Bunun için ders aralarında hep bir şeylerini unutmuş gibi yapar, arkadaşlarının bisikleti ile eve gider dönerdi. Böylece olmayan bisikletin sahibi olur, mutlu çok mutlu olurdu. Bazen de okul çıkışlarında zengin arkadaşları para versin diye onlara eşek olur, eve kadar taşırdı. Çocukluğu hep mücadele ile geçti, bunun içindir ki davasını sonuna kadar korudu. Onun için dava, mücadele hayatın şifresi olmuştu. Yazı yazmayı da çok severdi, fırsat buldukça öyküler yazardı, kendince bir şeyler karalar dururdu.

Adana’nın sıcak güneşi altında film afişlerini dağıtarak hayatını kazanmaya başlamıştı. Hayranlıkla izliyordum, kara çocuğu gördükçe yüreğim yerinden fırlayacakmış gibi olurdu. İçimde kelebek değil kelebek orduları taarruza geçer, ölüm danslarını yapmaya başlarlardı. O bizim sokaktan geçtiğinde tüm evren bir dakikalık saygı duruşuna geçerdi. İki dudağının arasında sararmaya yüz tutmuş dişlerini görünce anlardım güldüğünü. Liseyi bitirmiş, İstanbul’a üniversite okumaya gelmiştik. Parası yoktu ve para kazanmak zorundaydı ama sinemayı da bırakamıyordu. Atıf Yılmaz ile tanışması da bu döneme denk gelmişti. Atıf Yılmaz da Adanalıydı ve bu karayağız delikanlıyı görür görmez içi ısınmış iş arayışına girmişti onun için, en sonunda setlerde iş bulmuştu. Yılmaz ondan sonra sinemanın aranan yüzü olmaya başlayacaktı. Kusursuz yüz hatlarına güzel vücutlara sahip yakışıklı jönlerin tam tersi bir yapıya sahipti. Yaratılıştan çirkin bir yapıya sahipti. Kemikli yüzüne uzun bir burun yerleştirilmişti ama ona rağmen sert ve dik duruşu halk onu kahraman olarak benimsemişti. 1960’lı yılların sonuna kadar popüler kültürün etkisinde günlük hayatın akışına uygun zengin kız-fakir oğlan temalı filmler çekti. Daha sonra 1970’li yılların başlarından itibaren kendi çizgisini bulmuş, davasına uygun filmlerde oynamaya başlamış, senaryolar yazmıştı. Dergilere yazdığı bazı öykülerinde (Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sitemleri) komünizm propagandası yaptığı gerekçesi ile bir buçuk yıl hapis cezası almıştı. Oysa Yılmaz henüz komünizmin ne demek olduğunu bilmiyordu, daha sonra öğrenecekti. Belki tam olarak savunduğu düşünce olmasa da değerlerine yakındı bu görüş. Cezasını yattıktan sonra çıkmış setlere geri dönmüştü. Artık halkın Çirkin Kralı olmuştu. Daha sonra birçok defa ceza alacak, yatacak ve çıkacaktı. Hatta hapis yattığı dönemlerde film dahi çekecek, senaryo ve öyküler yazacaktı. Yılmaz’ın tuhaf bir huyu vardı. Her zaman kötü bir hastalığı olduğunu düşünür ve çevresindeki herkesi telaşlandırırdı. Ona göre ya kanserdi ya da kanser kadar kötü olan bir hastalığı vardı. Grip olduğunda dahi kanserim diye herkesi ayaklandırır ve hepimiz buna inanırdık. Dedim ya, farklı bir adamdı, silahı çok severdi her zaman belinde silahı bulunurdu, araba sevdası da vardı nereye giderse gitsin kendisi kullanırdı arabayı ve aşırı bir hız tutkunuydu defalarca kaza yaptığını bilirim. Bir diğer sevdası ise güzel kadınlardı. Güzel kadınları çok severdi, Yılmaz. Bana sormayın, ben hep onu bekledim, kıskandım, kavga ettim ama hep bekledim. Zaten bunun için Nebahat Çehre ile evlendi, o ve onun gibi birçok kadını sevdi, sevildi ve baba oldu. Filmler çekti, yönetmenlikler yaptı, cinayetten hapis yattı ama hiçbir zaman davasından mücadelesinden vazgeçmedi.

Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden izinli olarak çıktığı bir bayram tatilinde yurt dışına kaçtı, bir daha dönmemek üzere. Gittiği yerlerde filmlerinden ve davasından hiçbir zaman vazgeçmedi. Ülkesine adadığı güzel ödüller aldı ve her zaman korktuğu kanserden yaşamını yitirdi (1984). Şimdi Paris’te derin ve sonsuz uykuda.

Hiçbir okul çıkışında karşılaşmadık, Yılmaz ile aynı mahallede büyümedik, hiç tanışmadık. Benden çok önce yaşadı ve öldü. O sıcak yaz akşamında ve gece yarısını henüz geçen o saatte ben sadece onun hayalini bekliyor, kendi yarattığım hayatın içinde geziniyordum. Elimde Sevgili Yılmaz Güney’e ait ARKADAŞ Filminin CD’si, sabırsızlanıyorum şimdi onunla buluşmak için…

Ne diyordu, ŞANAR YURDA TAPAN: (Arkadaş şiirinin yazarı)


Bir kıvılcım düşer önce büyür yavaş yavaş,

Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş

Dolduramaz boşluğunu ne ana, ne kardaş

Bu en güzel, en sıcak duygudur arkadaş…

Ortak olmak her sevince, her derde, kedere,

Ve yürümek ömür boyu beraberce elele…

Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş

Bir gün gelip ayrılsak bile seninle arkadaş…

Evet arkadaş

Kim olduğumu, ne olduğumu,

Nereden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana.

Elimden tutup karanlıktan aydınlığa sen çıkardın,

Bana yürümeyi öğrettin yeniden

Elele ve daima ileriye…

Bir gün,

Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile

Biliyorum, biliyorum hiçbir zaman ayrı değil yollarımız;

Ve aynı yolda yürüdükçe

Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir,

Ayrılsak bile kopamayız.


Olması hiç o ta içten gülen gözlerde yaş

Bir gün gelip de ayrılsak bile seninle arkadaş..(1)


ESERLERİ

ROMAN: Boynu Bükükler, Hücrem, Sanık, Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz, Salpa, Selimiye Üçlüsü (Soba, Salpa, Sanık)

FİLM ÖYKÜSÜ: Yunan Bıçağı

SENARYO: Seyithan, Umut, Arkadaş, Endişe, Sürü, Umutsuzlar; Ağıt, Baba, Aç Kurtlar, Hudutların Kanunu (Lütfi Akad ile), Acı, Bir Gün Mutlaka, Zavallılar, Düşman, Yol, Bu Vatanın Çocukları, Alageyik, Tütün Zamanı.

ANI: Selimiye Mektupları.

BROŞÜR: Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir, Faşizm Üzerine, Paris Komünü.

DENEME: Siyasal Yazılar. (2)

Kaynaklar:

1- http://yilmazguneyonline.blogspot.com/2011/12/arkadas-siiri-kime-aittir-iste-cevab.html (ET: 25.08.2018)

2- https://www.yeniakit.com.tr/kimdir/Y%C4%B1lmaz_G%C3%BCney (ET: 25.08.2018)

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın