Almanya

Brüksel: Türkiye AB yolundan uzaklaştı 23/04/2018

Avrupa Komisyonu’nun bu yılki Türkiye raporunun taslak metninde, Türkiye’de hak ve özgürlükler ve ayrıca yargı alanında gerileme yaşandığına dikkat çekiliyor. Raporun bugün açıklanması bekleniyor

Avrupa Komisyonu’nun bugün açıklayacağı Türkiye raporuna ilişkin ayrıntılar belli oldu. Türkiye’ye yönelik eleştirilerin yer alan raporda özellikle hukuk devleti ilkelerinin uygulanmasında gerileme olduğu ve Türkiye’nin AB yolundan uzaklaştığı tespiti yer alıyor.

Taslak raporun siyasi kriterler bölümünde öncelikli olarak 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması ve bu uygulama kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelere (KHK) değiniliyor. OHAL kapsamında alınan önlemlerin “orantısız” olduğu belirtilip “parlamentonun yasama işlevinin kısıtlanmış” ve “muhalif grupların barışçıl toplantılarının yasaklanabilmesi için idarenin yetkilerinin artırılmış” olması örnek gösteriliyor.

Venedik Komisyonu’nun OHAL uygulamasının Avrupa standartlarıyla uyumlu olmadığını gösteren belgelerin hatırlatılatıldığı raporda OHAL uygulamasına “en kısa sürede son verilmesi” isteniyor. Taslak metinde, KHK’larla ihraç edilen kamu görevlilerinin itirazlarını değerlendirmek için Avrupa Konseyi’nin tavsiyesi üzerine kurulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları temelinde saydam biçimde ve yargı güvencesi altında çalıştırılmasına da dikkat çekiliyor.

Yargı bağımsızlığı

Yargı bağımsızlığına da değinilen taslak raporda, yargının işleyişinde “ciddi gerileme” gözlemlendiği ve “yargı bağımsızlığının artık güvence altında olmadığı” not ediliyor. Örnek olarak darbe girişimi sonrası yargıç ve savcıların 5’te 1’inin ihraç edilmiş olması gösteriliyor. Yargıçlar ve savcılar üzerinde “baskının arttığı” belirtiliyor ve “yargının görevini bağımsız ve tarafsızca yapabileceği siyasi ve yasal ortamın oluşturulması” gerektiği vurgulanıyor.

Temel hak ve özgürlükler

Taslak raporda, Komisyonun bir önceki raporunu açıkladığı Kasım 2016’dan bu yana ifade, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü alanlarında “ciddi gerileme” kaydedildiği, işkence ve kötü muamale iddialarında artış gözlemlendiği belirtiliyor.

Ankara’ya temel hak ve özgürlüklere tam saygıyı etkin biçimde temin etmesi, bu alanda uluslararası yükümlülüklerine sadık kalması, AİHS ve AİHM kararlarına aykırı geçici tutukluluk uygulamalarına son vermesi ve geçici tutuklu gazeteci, insan hakları savunucusu, yazar ve akademisyenleri serbest bırakması çağrısında bulunuluyor.

İşkence iddialarının etkin biçimde soruşturulması ve Avrupa İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi (CPT) raporlarının yayımlanması da isteniyor.

16 Nisan referandumu

Nisan 2017 anayasa değişikliği referandumunda kabul edilen kimi reformlar da taslak raporda eleştirilen bir diğer nokta. Bu çerçevede, anayasa değişikliğiyle kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı davranıldığına dair Venedik Komisyonu tarafından hazırlanan görüş anımsatılıyor.

Devlet başkanının yetkilerinin “aşırı” arttığı ve yerel demokrasinin “erozyona uğradığı” mesajları veriliyor. Avrupa Konseyi kriterleri temelinde bu değişikliklerin gözden geçirilmesi isteniyor.

Göç ve iltica

Türkiye’nin göç ve iltica politikalarına da yer verilen taslak raporda, bu alanda geçtiğimiz yıl içinde “iyi ilerleme” kaydedildiği, Ankara’nın Türkiye-AB Mart 2016 beyanındaki hükümleri uygulamaya devam ettiği not ediliyor. Buna karşılık, kişisel verilerin korunmasıyla ilgili mevuzatın Avrupa standartlarına uyarlanması ve geri kabul anlaşmasının uygulamaya konulması talep ediliyor.

Türkiye’ye vize politikasını AB ortak vize politikasıyla uyumlu hale getirmesi çağrısının da yer aldığı taslakta, Türkiye’nin “11 AB üyesi ülkenin vatandaşlarına ayrımcı vize rejimi uyguladığı” not ediliyor.

Türkiye-AB vize serbestisi diyaloğunun devam ettiği, ancak geçtiğimiz yıl içinde bu alanda sadece birkaç ilerlemenin kaydedilebildiği, henüz gerekli tüm kriterlerin Türkiye tarafından yerine getirilmediğine de işaret ediliyor.

Taslak raporun ekonomik kriterler bölümünde, Kıbrıs ve Yunanistan’la yaşanan sorunlara değiniliyor. Türkiye’nin Ortaklık Anlaşması’na Ek Protokolü hâlâ uygulamadığı ve “Kıbrıs Cumhuriyeti ile ikili ilişkileri normalleştirmediği” not düşülüyor. Yunanistan’la Ege’de yaşanan sorunlar gündeme getiriliyor. İyi komşuluk ilişkilerinin AB sürecinde önemli yer teşkil ettiğine vurguda bulunuluyor.

Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle “sıkı bağları” bulunduğu hatırlatılmakla birlikte, 2017 içinde başta Avusturya, Belçika, Almanya ve Hollanda olmak üzere birçok AB ülkesiyle ikili ilişkilerinin bozulduğuna işaret ediliyor.

Kayhan Karaca / Strasbourg

Deutsche Welle Türkçe

Dünyada kim ne kadar nükleer enerji kullanıyor? 03/04/2018

Akkuyu Nükleer Santrali’nin temel atma töreniyle birlikte Türkiye nükleer enerji üretme planlarını somutlaştırdı. DW Türkçe dünyada nükleer enerjiden elektrik üretimini mercek altına aldı.

Atomun parçalandığı zamanlardan bu yana kullanımda olan nükleer enerji üretimi için ilk santraller 1950’li yıllarda inşa edildi.

Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) verilerine göre, bugün dünyada toplam 30 ülkede faal 449 nükleer reaktör bulunuyor. 56 yeni reaktörün yapımı 15 ülkede devam ediyor.

Dünyadaki enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 11’i nükleer enerjiden sağlanırken, 12 ülke ise ihtiyacının yüzde 30’undan fazlasını nükleer santrallerden karşılıyor.

Nükleer santrallerin yarısından fazlası Kuzey Amerika ve Avrupa’da yoğunlaşırken, yavaş da olsa Avrupa’daki reaktörlerin sayısında bir azalma görülüyor. Buna karşın Uzak Doğu’daki reaktör sayısı giderek artıyor.

2018 verilerine göre, Çin’de 18 yeni reaktör inşa edilirken, Çin’i altışar reaktörle Hindistan ve Rusya takip ediyor.

AB’de durum

Avrupa Birliği ülkesi üyeler enerji ihtiyaçlarının yaklaşık yüzde 30’unu nükleer güç ile karşılıyor. 14 üye ülkede toplam 130 nükleer reaktör bulunuyor.

Fransa, 58 nükleer reaktör ile AB üyeleri arasında birinci sırada bulunmanın yanı sıra, enerji tüketiminin yüzde 70’inden fazlasını nükleer güç ile sağlaması bakımından da dünyada başı çekiyor. Nükleer enerjiye bağımlılığını azaltmaya çalışan ülke, 2025 yılına kadar elektrik üretimindeki nükleer enerji payını yüzde 50’ye çekmeyi planlıyor.

AB içinde ikinci sırada ise yakında Birlik’ten çıkmayı hedefleyen İngiltere bulunuyor. Ülke, 15 reaktör elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 19’unu sağlıyor.

Üçüncü sırada 10 reaktör ile İsveç bulunuyor. İskandinav ülkesinin elektrik ihtiyacının yüzde 40’ı nükleer güç ile sağlanıyor.

Almanya ise 8 reaktörle dördüncü sırada. 2011 yılında Japonya’daki deprem ve takip eden tsunami sonrası Fukuşima Daiçi Nükleer Santrali’nde yaşanan radyasyon sızıntısı üzerine Berlin yönetimi tüm reaktörlerini 2022 yılına kadar devre dışı bırakma kararı aldı. Almanya’daki enerji üretiminin yaklaşık yüzde 13’ü nükleer güçten sağlanıyor.

AB içinde beşinci sırada elektrik üretiminin yarısını nükleer güçten sağlayan 7 reaktör ile Belçika ve onu takiben aynı sayıda reaktörle ihtiyacının yaklaşık yüzde 21’ini karşılayan İspanya bulunuyor.

Fransa’nın başını çektiği grupta, 28 üyeli AB devletleri arasında enerji üretiminin en az yüzde 30’unu nükleer güçten sağlayan sekiz ülke bulunuyor.

AB üyelerinin nükleer enerji politikaları devletlerin egemenlik alanına giriyor. Avrupa Komisyonu’nun raporuna göre, 2025 yılına kadar Birlik bünyesindeki nükleer reaktörlerin yaklaşık üçte biri ömürlerinin sonuna gelerek kapatılma sürecine girecek.

Kuzey Amerika birinci sırada

Nükleer reaktörler ve üretim kapasitesi bakımından Amerika Birleşik Devletleri dünyada birinci sırada. 100 reaktörün faal olduğu ülkenin elektrik ihtiyacının yaklaşık beşte biri nükleer güçten karşılanıyor. İki yeni reaktörün inşaat aşamasında olduğu ABD’de aynı zamanda üç yeni reaktörün inşası planlanıyor.

Kanada 19 reaktörle ABD’yi takip ediyor ve elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 15’ini nükleer güçten sağlıyor. İki reaktörü bulunan Meksika’da ise üretimin yaklaşık yüzde 6’sı nükleer santraller aracılığıyla gerçekleşiyor.

Asya ve Uzak Doğu yükselişte

Asya ve özellikle de Uzak Doğu değerlendirildiğinde, Rusya ve Çin gibi geleneksel nükleer güçlerin yanı sıra Japonya ve Güney Kore gibi devletlerin nükleer enerjiden oldukça fazla yararlandıkları görülüyor.

Rusya’da halen faal 36 nükleer reaktör bulunuyor ve ülkenin elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 17’si nükleer güçten sağlanıyor. Dünyadaki genel eğilimin aksine, Rusya gelecek planları kapsamında nükleer güce bağımlılığını arttıracak adımlar atıyor. 2030 yılına kadar enerji üretiminde nükleer payını yüzde 30’a çıkarmayı planlayan Moskova, 2050’de yüzde 50’ye ve yüzyıl sonuna kadar da yüzde 80’e ulaşmayı hedefliyor.

Türkiye’nin hedefi en az yüzde 5

1960’lı yıllardan beri nükleer enerji üretmeyi dönem dönem gündemine alan Türkiye’nin bu alandaki somut adımları Mart 2008 tarihli Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun ile birlikte atıldı.

Rusya ile Şubat 2010’da Akkuyu Nükleer Santrali için başlayan görüşmeler aynı yılın Mayıs ayında tamamlandı. Sinop’a kurulması planlanan nükleer santral için de Japonya ile yapılan görüşmeler Fukuşima felaketini takip eden günlerde rafa kaldırılsa da, 2015 yılında tamamlanan süreçlerle birlikte fizibilite çalışmalarına başlandı.

Akkuyu ve Sinop’ta toplam sekiz reaktör kurmayı planlayan Türkiye, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre 2025 sonuna kadar toplam elektrik ihtiyacının en az yüzde 5’ini nükleer güç ile sağlamayı hedefliyor. Türkiye halihazırda elektrik ihtiyacının yüzde 38’ini doğalgaz, yaklaşık yüzde 27’sini kömür santrallerinden ve yüzde 18’ini hidroelektrik santrallerden sağlıyor. Yenilenebilir enerjinin üretimdeki payı ise yüzde 6 civarı.

Çağrı Özdemir

Deutsche Welle Türkçe

Almanya’da 24 Haziran kaygısı 26/04/2018

Alman siyasetçiler Türkiye’deki seçim kampanyasının Almanya’ya taşınmasından endişeli. DW Türkçe’ye konuşan Hristiyan Demokrat politikacı Michael Brand, “Türkiye seçim kampanyasının Almanya’da yeri yok” dedi.

Türkiye’de olağanüstü hal koşullarında 24 Haziran’da erken seçime gidilecek olması Alman milletvekilleri tarafından endişeyle izleniyor. Türk hükümetinin Almanya’da seçim etkinliği düzenlemekte ısrarcı olabileceği düşüncesinin yol açtığı kaygı ise Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa mitingini Saraybosna’da yapmaya hazırlandığı haberiyle nedeniyle biraz azaldı.

Ancak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, 29 Mayıs’ta yapılacak Solingen saldırısının anma törenine katılmak üzere Almanya’ya gelecek olması ile ilgili tartışmalar sürüyor. Muhalefet partileri Solingen’deki törenin seçim etkinliğine dönüştürülmemesi uyarısı yaparken Alman hükümet yetkilileri, Kuzey Ren Vestfalya Başbakanı Armin Laschet’in Türkiye’deki erken seçim kararından üç hafta önce yaptığı davet üzerine Almanya’ya gelmesi beklenen Çavuşoğlu’nun anma törenini bir seçim etkinliğine dönüştüreceğine ihtimal vermiyor.

“Seçim kampanyasının Almanya’da yeri yok”

Almanya’da başlayan seçim tartışmaları ile ilgili DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Başbakan Angela Merkel’in partisi CDU’nun milletvekillerinden Michael Brand, “Türkiye seçim kampanyasının Almanya’da yeri yok” şeklinde konuştu. Brand, “Geçen yıl, referandum öncesinde Erdoğan’ın Almanya’yı hedef alan saldırıları, ağıza alınmayacak Nazi benzetmeleri unutulmadı. Bu tavır Erdoğan rejiminin gücünün değil, ne kadar zayıf olduğunu göstergesiydi. Erdoğan’ın bu sefer de kasıtlı provokasyonlar yoluyla Almanya’da oy kazanmayı denemesi ihtimali var” diye sözlerini sürdürdü.

“OHAL kaldırılmalı”

Merkel’in koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) etkili isimlerinden Dietmar Nietan da Türkiye’deki baskın seçim kararının, zaten dezavantajlı bir konumda olan muhalefetin durumunu daha da zorlaştırdığını söyledi.

Nietan, “Asıl kabul edilemez olan seçimlerin OHAL sürecinde yapılacak olması. OHAL seçimlerden önce kaldırılmalı. Çok kısa bir süre önce seçim kanununda yapılan değişiklikler Erdoğan’ın elini güçlendiriyor. Adil seçimler böyle yapılmıyor” şeklinde konuştu.

“AB ile müzakereler otomatik olarak son bulur”

Muhalefetteki Hür Demokrat Parti’nin (FDP) milletvekili Gyde Jensen ise Erdoğan’ın son yıllardaki politikalarının Türkiye’yi Avrupa değerlerinden giderek uzaklaştırdığını söyledi, OHAL koşullarındaki erken seçimin ardından Türkiye’nin AB sürecinin sona erebileceği uyarısında bulundu.

Alman Meclisi İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olan Gyde Jensen, “OHAL yaklaşık iki yıldır Türkiye’de temel haklar ile özgürlükleri esastan sınırlandırıyor. Onlarca gazetecinin tutuklanması, muhalefet liderlerine yönelik sistematik baskılar bunun sonuçları. Bu durum, Avrupa standartları ışığında baktığımızda, seçimlerin meşruiyeti ile ilgili şüphelere yol açıyor” görüşünü kaydetti.

Türk hükümetinin Avrupa standartlarına uyum yükümlülüğü olduğunu, bu standartlara kendi çıkarları gereği uyması gerektiğini söyleyen FDP’yi Jensen, “Çünkü 24 Haziran sonrasında Anayasa reformlarının hayata geçmesi durumunda AB ile müzakereler otomatik olarak son bulur” dedi.

Gerilimin Almanya’da yansıması olur

Muhalefetteki Yeşiller Partisi milletvekili Filiz Polat da Merkel hükümetinin Türkiye’den siyasetçilerin Almanya’da seçim mitingi yapmasına izin vermemesini doğru bir karar olarak nitelendirdi ve “Eğer Türkiye’de gerilim tırmanırsa, Almanya’ya da yansımaları olur” uyarısında bulundu.

Alman Meclisi İçişleri Komisyonu üyesi Polat, Türk hükümet temsilcilerinin seçim dönemi polemiklerinin Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da kutuplaşmalara yol açtığını, bunun yalnızca Türk toplumu içerisinde değil, toplumun genelinde da ayrılıklara, uçurumlara neden olduğunu anlattı. Türk hükümetinden bu yaklaşımını değiştirmesini beklediklerine işaret eden Polat, “Türk hükümetinin Türk-Alman dostluğundan yana söylemi sadece sözde kalmamalı, eylemlerine yansımalı” şeklinde konuştu.

Değer Akal / Berlin

Deutsche Welle Türkçe

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın