17 Nisan mı? 24 Kasım mı?

Yıl 1906 Nisan ya da Mayıs aylarından bir gün.

Ömer Naci, İsmail Mahir Efendi’nin yanına gelir. Oldukça heyecanlı bir şekilde Mustafa Kemal’in geldiğini bu akşam Hakkı Baha’nın evinde çok önemli bir konunun tartışılacağını, İsmail Mahir’in de bu toplantıya gelmesini söyledi. Ömer Naci tartışılacak konunun ne olduğunu söylemedi, yalnızca “ümitlerinin gerçekleşmek üzere olduğunu” belirtmekle yetindi.(Şevket Süreyya Aydemir TEK ADAM s.102-103)

MUSTAFA KEMAL’LE GİZLİ ÖRGÜT KURUCULUĞU

Akşam olur. İsmail Mahir ile diğer çağrılanlar kararlaştırılan saatte Hakkı Baha’nın Çınarlı mahallesinde Kule kahvelerine giden yol üzerindeki evine karanlıkta girerler.

Bu toplantıya katılanlar Mustafa Kemal, Manastır İdadisi’nde Mustafa Kemal’e vatan ve hürriyet aşkını veren Ömer Naci, topçu zabitlerinden Hüsrev, Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşı ve o tarihte Askeri Rüştiye’de edebiyat öğretmeni Hakkı Baha, Selanik Darülmuallimini Müdürü İsmail Mahir, Selanik Askeri Rüştiyesi Müdürü Bursalı Tahir Beylerdir.

Hakkı Baha o sırada yeni evlenmiştir. Konuklarını, giymiş olduğu süslü bir Japon pijamasıyla karşılar. Güzel döşenmiş bir gelin odasında toplanırlar. Kahveler içildikten ve Hakkı Baha’yla bazı şakalaşmalardan sonra Mustafa Kemal oturduğu koltuktan doğrularak ağır ağır ve vakur bir sesle konuşmaya başlar:

“Arkadaşlar, bu gece burada sizleri toplamaktan amacım şudur:

Memleketin yaşadığı ağır, sonu tehlikeli anları size söylemeye gerek görmüyorum. Bunu hepiniz bilirsiniz. Bu bahtsız memlekete karşı önemli görevlerimiz vardır. Onu kurtarmak yegâne hedefimizdir. Bütün Makedonya’yı ve Rumeli kıtasının tamamını vatan topluluğundan ayırmak istiyorlar. Memlekete yabancı nüfuz egemenliği kısmen ve fiilen girmiştir. Padişah zevk ve saltanatına düşkün, her zilleti işleyecek iğrenç bir kişidir. Millet zulüm ve baskı altında mahvoluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yok olma vardır. Her ilerleme ve kurtuluşun anası hürriyettir.

Tarih bugün, biz evlatlarına bazı büyük görevler yüklüyor. Ben Suriye’de bir cemiyet kurdum. İstibdatla mücadeleye başladık. Buraya da bu cemiyetin esasını kurmaya geldim. Şimdilik gizli çalışmak ve örgütü şekillendirmek zorunludur.

Sizden fedakârlıklar bekliyorum.

Yok edici bir baskıya karşı ancak ihtilalle cevap vermek ve köhneleşmiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, özetle vatanı kurtarmak için sizi göreve davet ediyorum.”

Ömer Naci ayağa kalkarak Mustafa Kemal’in sözlerine karşı;

“Mustafa Kemal arkandayız, seni izleyeceğiz. Ölümler, cellatlar, işkenceler bile bizi bu azmimizden çeviremeyecektir. Mustafa Kemal yeniden söz alır:

“Arkadaşlar! Gerçi bizden önce birçok girişim yapılmıştır. Fakat onlar başarılı olamadılar. Çünkü örgütsüz işe başladılar.

Biz kuracağımız örgütle bir gün mutlaka başarılı olacağız. Vatanı, milleti kurtaracağız.”

“Arkadaşlar! Devrim için bu silah üzerine yemin ediyoruz. Unutmayınız ki burada birbirimize verdiğimiz söz devrim sözüdür ve onun olması için gerektiğinde silah kullanmaktan da çekinmeyeceğiz!

Oradakiler sırayla bu silahı alıp öperler ve ellerini bu tabancanın üzerine koyarak “ölünceye kadar bu kutsal dava uğrunda çalışacaklarına” yemin ederler. Bu tören bittikten sonra Mustafa Kemal, Hüsrev’e dönerek “Al silahını. Bu silah kutsal bir silahtır, onu iyi sakla. Bir gün bana verirsin!” der. Gerçekten de öyle olur.

İşte 1906 yılında Selanik’te “VATAN VE HÜRRİYET CEMİYETİ”nin kuruluşu: Kurtuluş Savaşımızın, Aydınlanma Savaşımızın ilk adımlarıdır.

Onun içindir ki; Köy Enstitülerin kuramcısı İsmail Hakkı Tonguç, Mustafa Kemal ile birlikte

GİZLİ ÖRGÜT kurmuş bir düşünce ve eylem adamı İSMAİL MAHİR EFENDİ’Yİ KÖY ENSTİTÜLERİNİN DÜŞÜN BABASI olarak tanımlar.

İSMAİL MAHİR EFENDİ’NİN kitaplaştırılması için bir vasiyet olarak Mahmut Makal ve Mehmet Başaran’a görev olarak verir.

Köy Enstitüleri sistemi, ilk kez 1914 yılında Osmanlı Meclis-i Mebusanında, Kastamonu milletvekili ve daha önce öğretmen okullarında müdürlük te yapmış olan, İsmail Mahir Efendi tarafından dile getirilmiştir.

İsmail Mahir Efendi 1 Temmuz 1914 günü mecliste yaptığı konuşmada özetle şöyle demektedir: (Konuşmanın bütünü Köy Enstitülerinin düşün babası İsmail Mahir Efendi sayfa 259….268)

“Devletimizin bu güne değin izlediği, öğretmen yetiştirme ve ilköğretimi gerçekleştirme politikasıyla 150 yıl sonra bile amaca ulaşma olanağı yoktur. Bu sorunun kısa sürede çözümü için izlenmesi gereken yol şudur:’

Ülkede bulunan yetmiş sancakta, bu sancakların çiftlik olan veya kamu arazisi bulunan yerlerinde, ilköğretimi de içine alan sekiz yıllık okullar açarsınız. Sancak sınırları içerisindeki okulsuz köyleri saptayıp, bu köylerden birer kız, birer erkek öğrenci alır, bu öğrencileri iş içinde yetiştirir, cinsiyetlerine göre tarım ve sanat becerileriyle donatırsınız. Bu öğrenciler, öğrenimlerini sürdürürken, geldikleri köylerde, köylüler tarafından okul ve öğretmen evi yapılmasını sağlarsınız. Okulu bitirdiklerinde, köylerinden aldığınız kız ve erkeği, evlendirerek köylerine öğretmen olarak gönderir ikişer lira aylık ödersiniz. Okulun yanı başında bulunan numune tarlasının geliri öğretmenlerin olacağından, Kemal-i afiyetle geçimlerini sağlarlar. Bu yolla Osmanlı mülkünde on yılda ilköğretimi gerçekleştirirsiniz. Bundan başka da çaremiz yoktur.” (Şevket Gedikoğlu, Köy Enstitüleri, İş Matbaacılık ve Tic. Ank. 1971 s:18)

15 -21 Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’nin eğitim tarihimiz içinde önemli bir yeri vardır.

Yine Kurtuluş Savaşımızın en zorlu günlerinde 1922 de Sakarya’da, ‘hele bir eğitim dursun’ denmemiş. Top ve tüfek sesleri arasında eğitim kongreleri yapılmış ve eğitimin önemi anlatılmış. ‘ülkeyi batıran en büyük nedenlerden birisi eğitimdir demiş Atatürk.

‘Öyle bir eğitim dizgesi kuracağız ki, yabancı etkilerden uzak, insana yararlı, akla ve bilime dayanan, süs olmayan bir eğitim dizgesi. Yine, Atatürk, Büyük Zafer’den iki ay sonra, 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenler aracılığı ile Türk araştırıcılarının, sanatçılarının, bilim adamlarının, ulusun gerçek kurtuluşundaki şu işlevini birinci önemde duyurmuştur:

‘Asıl savaş şimdi başlıyor’ karanlığa karşı bir savaş, çağdaş bir ülke yaratma savaşı, diyerek konuşmasına başlayan Atatürk devamla…

“Bugün ulusun gerçek kurtuluşu sağlanmış değildir; gerçek kurtuluşa henüz erişmiş değiliz.

Köy Enstitüleri denildiğinde yüreklerimize kazıdığımız Aydınlanma DEVRİMİNİN öncüleri Vasıf Çınar’ı, Mustafa Necati’yi, Atatürk’ün FİKİR FEDAİSİ Dr. Reşit Galip’i, Saffet Arıkan’ı, Hasan Ali Yücel’i ve İsmail Hakkı Tonguç’u unutmamamız gerekir.

Yukarıda yazdığım Aydınlanma savaşçıları için onlarca kitaplar yazıldığı için yeniden bu konuda yazmadım.

Yine Köy Enstitüleri denildiğinde UNUTULMAZ Köy Enstitülerin yetiştirdiği savaşçılardan:

Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Halise Apaydın, Osman Korkut Akol, Hürrem Arman, Mehmet Başaran, Ferit OĞUZ Bayır, Mehmet Cimi, Mustafa Ekmekçi, Nafi Atıf Kansu. Haşim Kanar, M.Rauf İnan, Ali Bozkurt, Ümit Kaftancıoğlu, Dursun Akçam, Şerif Tekben, Abdullah Özkucur, Nedim Şahhüseyinoğlu ve daha yüzlerce AYDINLIK yüzleri de unutmamamız gerekir.

17 Nisan’ı onlarca, yüzlerce sayfada anlatmak, yazmak yetmez. Köy enstitülerini okuyarak da olsa da yaşamak gerek. Çünkü; Köy Enstitüleri bir destandır, bir tarihtir.

17 Nisan Köy Enstitülerini belleklerden, yüreklerden kazımak için 12 Eylül Faşist darbecileri Atatürk’ün 100. Doğum yıldönümü diyerek 1981 yılında; 24 Kasım’ın her yıl, Öğretmenler Günü olarak kutlanması kararlaştırdılar.

12 Eylül’ün faşist darbecileri o kadar Atatürkçü(!)ler ki; Atatürk’ün doğum tarihini bile doğru dürüst bilmiyorlar. O halde yazalım da 12 Eylül Faşist darbesinin kalıntıları öğrensinler.

‘18 Ekim 1922 tarihinde hazırlanan nüfus kayıt belgesinde 4 Ocak 1881 Salı günü doğan Atatürk, “Orta boylu mavi gözlü buğday tenli alamet-i farika tam” olarak ifade ediliyor.

Eski Anıtkabir Müze Komutanı, Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Ali Güler ‘in ortaya çıkardığı belgeye göre Atatürk’ün ilk nüfus kayıt tarihi 18 Ekim 1922, kayıtta görünen doğum tarihi ise 4 Ocak 1881 Salı’ günüdür.

24 Kasım 1981 binlerce öğretmenlerin ceza evlerinde atılıp işkencecilerin kara ruhlarına teslim edildiği ve birçok öğretmen arkadaşımız işkence ile öldürüldüğü gündür.

24 Kasım 1981 benim de içinde bulunduğum binlerce öğretmenin sürgüne gönderildiği, gündür.

24 Kasım 1981 Eğitimin dinselleştirildiği, Fetullah Gülen Terör Örgütünün başta okullarımız olmak üzere devleti sarmaya, örgütlenmeye başladığı ve devletin tüm kuruluşlarına yerleştirildiği gündür.

24 Kasım 1981 Sivas’ta aydınların yakıldığı gündür.

Yani 24 Kasım 1981 Faşizmin azgınlaştığı ve bugünkü AKP iktidarının kurucu babasıdır.

24 Kasım’ı öğretmenler günü olarak kutlamak; Faşist Kenan Evren’i ve onun eylemlerini aklayarak suçlarına ortak olmaktır.

24 Kasım’ı Öğretmenler günü olarak kutlamak; 16 yıl İlim Yayma Cemiyetinin başkanlığını yapan ve eğitimi dinselleştiren faşist Hasan Sağlam’ı aklamaktır.

24 Kasım’ı Öğretmenler günü olarak kutlamak; AKP’nin OHAL ile on binlerce devrimci öğretmen ve akademisyenlerin meslekten ihraç edilerek açlığa mahkûm edilmesini onaylamaktır.

24 Kasım’ı Öğretmenler günü olarak kutlamak; tescilli Mustafa Kemal Atatürk düşmanlarını aklamaktır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Baş Öğretmenliğinin tescili 1921 Ankara’da 15 – 21 Temmuz tarihleri arasında yapılan Maarif kongresinde, 1922 yılında top ve tüfek sesleri arasında yapılan öğretmenler kongresinde tescillenmiştir.

Sonuç olarak 24 Temmuz 2018 günü baskın seçim var. Unutma!… Bu baskın seçim;

YA CUMHURİYET, YA DA ÜMMETÇİ DİKTATÖRLÜK seçimidir.

Ve Nazım Hikmet’in dediği gibi;

EĞER;

HAK HAKSIZLIKTAN YÜCE,

SEVGİ NEFRETTEN ÜSTÜN,

AYDINLIK KARANLIKTAN GÜÇLÜ İSE.

ÇARESİ YOK USTA…

BİZ KAZANACAĞIZ.

23 NİSAN EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.

Mustafa Kemal Atatürk’ün fikir fedailerine ve yoldaşlarına sevgi ile.

Bunları da sevebilirsiniz