Bir Kadın Portresi: Bir Ben ve Hayatımdaki Kadınlar

Daha önce de yazmıştım – genellikle kadınlara “Siz kimsiniz?” sorusunu yöneltildiğinde birçoğundan alacağınız cevap birinin kızı, karısı/eşi, evinin hanımı ve çocuklarının annesi olduğudur. Kadınların çoğunluğu bu soruya verecekleri cevaba adları, meslekleri ya da kendilerini özne olarak tanımlayan bir niteliklileri ile başlamazlar. Ya da kadınlar kendilerinden bahsederken kişisel yaşam öykülerine değinmezler. Bu nedenle bundan sonraki yazılarımda zaman zaman kadınların yaşamla olan serüvenlerine yer vermek istiyorum. İşte tam da bu yüzden, aşağıdaki satırlarda benim yaşam öykümde yer alan kadınlardan bahsederek başlamak en güzeli diye düşündüm. Haydi, iğneyi önce kendimize batıralım!

Bir Mart sabahı İstanbul’un tam orta yerinde gözlerini dünyaya açan Zerrin Ayşe – yani ben! – evini damını, dostunu düşmanını geride bırakıp da Balkan Savaşlarında Rumeli’den, İstanbul’a mecburi göç eden göçmen kadınların soyundan geliyorum. Adlarımdan birini bir kadın koymuş, anneannem; diğeri ise babaannemin ve onun annesinin adı olarak verilmiş bana. Vatanı savunurken icra ettiği mesleği gereği gecesini gündüzüne katan bir babanın çoğunlukla yokluğunda, İstanbul terbiyesi almış, İstanbul Türkçesi konuşan fedakâr ve iyi yürekli bir kadın – annem – büyüttü beni. Başka genç bir kadın – teyzem – çocuğu gibi koynuna aldı uyuttu beni. Büyürken aile evimdeki odamı hep kadınlarla paylaştım – kızkardeşlerimle. Sadece odamı değil; ekmeği, kıyafetleri, oynadığımız oyuncakları, okuduğumuz kitapları ve hayatın geri kalanını da onlarla paylaştım.

Kadın kuzenlerim ve kadın arkadaşlarım hayatımda ve yüreğimde hep bir yerlere yerleştiler. Kimileri can yoldaşım oldular benim! Tüm dünya karşıma dikildiğinde, onlar yanımda durdu dimdik, ya da ağlayacak bir omuz verdiler bana. Sonra benimle yürümeye devam ettiler bu hayat yolunu. Kadınlar öğretmenlerim oldu hep; bazen alfabeyi öğrettiler, bazen yabancı bir dili, bazense hayatı öğrettiler bana uzun yıllar boyunca. Arkamda ya da yanımda duran bunca kadın varken hayatımda, bazı kadınlar da karşımda durdular. Kimilerinin yüzünü hiç görmedim; arkamdan vurdular beni ve sevdiklerimi kopardılar benden. Kimileri yüzüme gülüp hançerleyecek kadar cüretkâr oldular. Kimi kadınlarsa bana ihtiyaçları olduklarında hayatıma girdiler; bana yaslanmalarına, dostluğumun gölgesinde dinlenmelerine izin verdim. Ancak biraz güçlerini toplayınca hepsi uzaklaştılar benden; bazıları bir “Hoşçakal!” bile demeden gittiler – bazen çok uzaklara, bazense yakından da uzaklara…

Ne çok kadının yazdıklarını okudum bunca yıl boyunca: şiirler, şarkı sözleri, romanlar, denemeler, bilimsel makaleler ve kitaplar. Birçoklarını dinledim de. Ne çok kadının hayatını ve düşüncelerini anlamaya ve anlatmaya çalıştım başkalarına. Hayatımın son yirmi yılında ise, benim hayatlarına az ya da çok dokunduğum kadınlar oldu – genç kadınlar. Kimileri çok sevdi beni, kimileri uzaktan izledi, kimileriyse belki çok sonra anladı söylemek istediklerimi… Bense bir taraftan hayatta kendi payıma düşenle mücadele ederken, bir taraftan da onlara ulaşmaya çalıştım dilim döndüğünce.

Uzun lafın kısası, “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” diyen şaire inat, ne kadınlar geldi geçti, girdi çıktı ya da kaldı hayatımda: “Bu kadınların hepsi vardılar!” ve ben hayatta kaldığım müddetçe benimle birlikte hep de var olacaklar. Beni ben yapan kadınlara selam olsun!

*Yazıda kullanılan görseller web alıntısıdır.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın