Gözden Kaçanlar – Şubat

CHP’Lİ VEKİLE GÖRE ÜRETİCİ ZORDA: ‘SÜT KRİZİ’ KAPIDA

22/02/2018  Diken.com.tr

CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, üreticinin para kazanamadığı için süt üreten ineklerini kesime yolladığını, ‘süt krizi’nin kapıda olduğunu öne sürdü.Paketlenmiş peynirlerle Meclis’te basın toplantısı düzenleyen Gürer, yanındaki peynirlerin süt olmadan üretildiğini, bunun denetlenmesi gerektiğini söyledi.
CHP’li vekil, peynirleri göstererek “Bu peyniri siz satış noktalarından alıyorsunuz. Peki bu ne? 20 ton bitkisel margarinin 15 ton kuru maddeyle işlenmesi sonucu elde edilmiş. Bunda süt yok. Piyasada bildiğiniz gibi üretilen sütlerin de değeri oluşmuyor” dedi.Gürer, bunların merdiven altı ve denetimsiz olduğunu, marketlerde satıldığını belirterek“İçinde süt olmadan  peynir üretilen bir duruma geldik” dedi.

‘Süt krizi kapıda’

Gürer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Üretimindeki olumsuzlukları sizlerle paylaşmak istiyorum. Sütsüz peynir üretiyoruz. Bunun sonucu çiğ süt şu anda 153 kuruşa çıkarıldı. 9 kuruşu tüketiciye yansıyor diğer kısmı kooperatiflere kalıyor. Sudan ucuz süt var. Süt inekçiliği yapanlar girdi fiyatlarındaki artış nedeniyle hayvanlarını kesime veriyorlar. Süt üreticileri ürettiği sütten para kazanamadığı için süt üreten hayvanlarını kesimhaneye gönderme zorunda kalıyor. Kısa dönem sonrası süt krizinin de kapıda olduğunu gösteriyor bu. Bu gösterdiğim peynirler diğer peynirlere göre oldukça düşük fiyatlarla satılıyor. 450 ton çiğ sütten 45 ton ürün elde ediliyorsa normal ürünün ne kadara satılması gerektiği ortaya çıkar.” 





SÜREKLİ HALE GELECEK: AİLE BAKANLIĞI’NIN ÇOCUK KAMPINDA DİN GÖREVLİLERİ DERS VERDİ

22/02/2018 

 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’yla ortaklaşa düzenlediği ‘Değerler Eğitimi Kampı’nda, din görevlileri 16 ilden 157 çocuğa ders verdi.

Birgün’den Mustafa Mert Bildircin’in haberine göre , devlet koruması altındaki çocukların katıldığı kampta verilen eğitimler arasında, ‘Allah sevgisi, peygamber sevgisi, Kuran’ı Kerim, batıl inançlar, ibadetin kazandırdıkları ve temel ilmihal bilgileri’ gibi konular yer aldı.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında 2011 yılında imzalanan protokol kapsamında düzenlenen eğitime 13 ila 18 yaş arasındaki çocukların katıldığı öğrenildi.

Din görevlilerinin yanı sıra çocuk alanında çalışan meslek elemanlarının da eğitimci olarak yer aldığı etkinliğin amacı, “Çocuk bakım kuruluşlarında kalan çocuklar için günlük hayatta kullanabilecekleri ve yaşlarına göre indirgenmiş bir anlatımla dini, manevi ve ahlaki değerlere yönelik eğitimler verilmesi” ifadeleriyle açıklandı.

Kapsamının ve içeriğinin çocuklara göre düzenlendiği savunulan ve çocuklara günlük hayatta kullanabilecekleri bilgileri aktarmak iddiasında olan eğitimde işlenen konulardan biri de çocuk istismarı oldu.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, din görevlilerinin ‘mahremiyet bilinci’ni anlattığı eğitimlerin sürekli hale getirileceği ifade edildi.





BEŞ YILDA 28 SIRA GERİLEME: YOLSUZLUK ENDEKSİNDE TÜRKİYE 81’İNCİLİĞE DÜŞTÜ

22/02/2018 Diken.com.tr

 Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International – TI) 2017 yılı yolsuzluk endeksinde Türkiye bir yılda altı basamak gerileyerek 180 ülke arasında 81’inci sıraya düştü.

Endekste dört yıl üst üste gerileyen Türkiye, son beş yıl içinde 10 puanlık bir düşüşle 28 sıra kaybetti.

118 ülkede faaliyet gösteren TI, 1995’ten bu yana her yıl yayınladığı Yolsuzluk Algı Endeksi’nin 2017 sonuçlarını kamuoyuyla paylaştı.

40 puan alan Türkiye, Avrupa Birliği ülkeleri ile sıralamaya sokulduğunda 28 ülke arasında sonuncu, 35 OECD üyesi devlet arasında ise sondan ikinci sırada yer aldı.

Her ülke için en az üç uluslararası kurumun yürüttüğü araştırmanın bulgularına dayanarak hazırlanan 2017 Yolsuzluk Algı Endeksi, uzmanların, sivil toplum örgütlerinin ve iş dünyası temsilcilerinin kamu kesimindeki yolsuzluğa dair algılarını yansıtıyor.

Yolsuzluk Algı Endeksi’nde ilk üç sıra şöyle (Sıralama yolsuzlukların en az yapıldığı algısına sahip ülke en üstte olacak şekilde yapılıyor):

1 – Yeni Zelanda (89 puan),

2 – Danimarka (88 puan)

3 – Finlandiya (85 puan) bulunuyor.

Endeksin son sıralarında;

179 – Suriye (14).

180 – Güney Sudan (12).

181 – Somali (9).

Endeks’te 2012-2017 yılları arasında en çok puan kaybeden beş ülke;

– Saint Lucia (-16),

– Bahreyn (-15),

– Suriye (-12)

– Türkiye (-10)

– Gine (-8) oldu.

Gerileme hukuk, özgürlüklerle bağlantılı

Uluslararası Şeffaflık Derneği, Türkiye için yaptığı değerlendirmede “2017 yılı sonuçları, yolsuzluğa dair algının; hukuk devleti ilkeleri, basın özgürlüğü, sivil toplumun gücü, örgütlenme ve ifade özgürlüğü gibi konularla doğrudan ilgili olduğunu gösteriyor. Bu alanlarda yaşanan ihlaller Türkiye’yi yolsuzluk algısı açısından oldukça riskli bir noktaya taşıyor” dendi.

Liyakat ve Kamu İhale Kanunu

Kamu İhale Kanunu’na aykırı uygulamaların temel sorun olduğunun altını çizen TI analizinde şöyle dedi: KİK kapsamındaki ihalelerin de yüzde 27.7’sinde açık ihale usulünden farklı yöntemler kullanıldı. Buna ek olarak birçok politikacının ve üst düzey kamu görevlisinin yakınlarının, önemi her geçen yıl daha çok anlaşılması gereken liyakat ilkesine aykırı bir biçimde kamu görevlerine atandığına dair çok sayıda bilginin basında yer alması, yolsuzlukla ilgili olumsuz algıyı besleyen unsurlar arasında bulunuyor.”

Uluslararası Şeffaflık Örgütü Yönetim Kurulu üyesi ve Uluslararası Şeffaflık Derneği Başkanı E.Oya Özarslan 2017 yılı sonuçlarını DHA’ya değerlendirirken, “Endeksteki gerileme dünyadaki rekabet gücümüzü azalttı. Hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap verebilirlikten başka çıkar yolumuz yok” diye konuştu.

Referans olan araştırmalar

Bu yıl, Türkiye’nin puanı belirlenirken bulguları kullanılan sekiz araştırma sırasıyla şöyle:

– Global Insight Country Risk Ratings,

– Bertelsmann Foundation Transformation Index,

– IMD World Competitiveness Yearbook,

– Bertelsmann Foundation Sustainable Governance Index,

– World Justice Project Rule of Law Index,

– PRS International Country Risk Guide,

– Varieties of Democracy Project,

– Economist Intelligence Unit Country Ratings. (Grafik)





MEB İZİN VERDİ: NURCU HAYRAT VAKFI OKULLARDA PARA TOPLUYOR

22/02/2018 

 Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Nur Cemaati’ne bağlı Hayrat Vakfı’na okullarda ‘yardım’ toplama izni verdiği ortaya çıktı.

Cumhuriyet’ten Ozan Çepni’nin haberine göre , Bakanlar Kurulu’nun 2016’da ‘kamu yararına dernek’ kabul ettiği Hayrat Vakfı, MEB okullarında kaynak toplamaya başladı.


Bakanlığın, ‘Hayrat İnsani Yardım Derneği’ adı altında çalışmalarını yürüten vakfın bu kapsamdaki başvurusunu dört günde kabul ederek, bütün okullarda vakfın projelerinin duyurulması talimatı verdiği belirtildi.

Buna göre, vakıf, ‘Sırada Kardeşlik Var’ projesi kapsamında bakanlığa bağlı, devlet ve özel bütün okullarda ‘yardım’ toplama ve destek talebiyle MEB’e başvurdu. MEB Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nün başvuruyu kısa sürede kabul etmesiyle ‘gönüllülük’ esasına dayanarak Türkiye ve yurtdışındaki bütün MEB kurumlarına Hayrat Vakfı faaliyetinin duyurulması talimatı verildi.

MEB, vakfın ‘gönüllü’ okul yöneticileri ve eğitimcilerin koordinasyonunda, ‘gönüllü’ veliler ve öğrencilerle okullarda yardım kutusu, biletli organizasyon, kermes ve ‘çeşitli etkinlikler’ adı altında kapsamı sınırlanmamış faaliyetler düzenleyerek maddi kaynak toplamasının önünü açmış oldu. Toplanan paraların öğretmen adına makbuzlanarak dernek hesabına yatırılacağı kaydedildi.





CHP’DEN ARAŞTIRMA ÖNERGESİ: ÇOCUK İSTİSMARI VAKALARI SON 10 YILDA YEDİ KAT ARTTI

19/02/2018 Diken.com.tr

 CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun Meclis’e verdiği araştırma önergesinde son 10 yılda çocuk istismarı vakalarının yüzde 700 arttığı belirtildi.

2017 ve 2018 yılındaki vakaları kapsamayan araştırma önergesindeki verilere göre tecavüzcülerin tahminen yüzde 5’i ortaya çıkarken, yüzde 95’i gizli kalıyor. Ensest ilişkilerin ise binde biri ortaya çıkıyor.

Yüzde 66’sı çocuğun tanıdığı kişiler

Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneği ile Acıbadem Üniversitesi Suç ve Şiddetle Mücadele Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan ‘2016 Çocuk İstismarına YönelikRapor’a dayanan veriler, ‘Pedofili’, ‘Ensest’, ‘Çocuk Yaşta Evlendirilen Kız Çocukları’ve ‘Kurum İçi Cinsel İstismar’ başlıklarını içeriyor.

Rapora göre, adliyelerdeki dört tecavüz davasından biri çocuklarla ilgili. Adalet Bakanlığı’nın 2014 verilerine göreyse, her ay Adli Tıp Kurumu’na 650 çocuk cinsel istismarı vakası gönderildi.

Buna göre, çocuk istismarında açılan toplam dava sayısı 40 bin 266. Çıkan karar sayısı 24 bin 825, verilen mahkumiyet kararıysa 13 bin 968.

Bakanlık verilerine göre, bu tür davalarda ‘iyi hal ve saygın tutum’ indirimleri devam ediyor. Vakalardan birindeyse mahkemenin yüzde 50 zihinsel engelli çocuğa istismarda bulunan kişiye indirim uyguladığı görüldü.

‘Çocuk İstismarına Yönelik Rapor’da istismarcıların yüzde 66’sının akraba, komşu gibi çocuğun tanıdığı kişiler olduğu, istismarcıların yüzde 9’nun ise çocukla aynı evde yaşadığına yer verildi.

‘Her türlü sapkınlıktan korunmaları gerekir’

Son dönemde çocuğa cinsel istismar vakaları, Adana’da 20 yaşındaki Sedat Keser’in, bir düğün sırasında üç yaşındaki kız çocuğuna tecavüz etmesi ve İstanbul’daki bir hastanede hamile çocukların polise bildirilmediğinin ortaya çıkmasıyla, ülkenin gündemine oturdu.

CHP’li Tanrıkulu,  Meclis’e verdiği araştırma önergesinde, “Çocuklarımızın cinsel istismardan, tecavüzden ve her türlü sapkınlıktan etkin olarak korunması gerekmektedir” dedi.

Türk Ceza Kanunu’nda çocuklara yönelik işlenen istismar suçlarında pek çok kez değişikliğe gidildiği hatırlatılan önergede, evlilik yaşının 15’e çeken yasalara göre ‘çocuğun rızası ile yaşadığı ilişki ve evliliklerin’ soruşturmaya tabii olmadığı, istismar durumunda soruşturma yapılmasının gerekmediği ifade edildi.

Tanrıkulu, “Ancak ‘rıza ile ilişki ve evlilik’ ya da ‘istismar’ olup olmadığına nasıl karar verileceği izaha muhtaçtır” diye konuştu.

Çocuk Koruma Kanunu yetersiz olduğu kaydedilen önergede, “Çocukların cinsel istismarına ilişkin yasal mevzuatın daha ayrıntılı bir biçimde düzenlenmesi gerekmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, çocuğun cinsel istismarı konusuna aktif ve etkin bir biçimde müdahil olması gerekmektedir” denildi.

‘Takdiri indirimlerin önüne geçilmeli’

Önergeye şöyle devam edildi:

“Türk Ceza Kanunu’nda yer alan yükümlülüklerin ve kanuni düzenlemelerin istismar vakalarına göre, en uygun şekilde öğrenilmesi için çocuklarla buluşan meslek gruplarına yönelik bilgilendirme toplantıları yapılmalıdır.

Milli Eğitim Bakanlığı sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu gibi kamu kurumları ile işbirliği yaparak, aileleri ve öğretmenleri bilgilendirmeli, eğitim programları geliştirmeli, broşür, afiş, kitapçıklar bastırarak dağıtmalıdır. Çocuk istismarı ilgili aile eğitim seminerleri düzenlenmelidir.

İstismar yargılamalarında takdiri indirimlerin uygulanmasının önüne geçilmeli, yargılama neticesinde başlayan infaz aşamasında koşullu salıverilme uygulamasının değiştirilmesi gerekmektedir.

Çocuklarımızın cinsel istismara uğramasının önüne geçilmesi, yaşanan mağduriyetlerin bir an önce giderilmesi, çocuklara cinsel istismarda bulunanlara takdir indirimi uygulanmaması ve verilen cezaların caydırıcılığının artırılması hususunda etkili önlemlerin alınması amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ederiz.”





İSTİSNAYDI RUTİN OLDU: KAMUDA ‘DAVET’ USULÜ YAPILAN İHALELER BİR YILDA İKİYE KATLANDI

19/02/2018 

 Afet ve salgın hastalık dönemlerinde yapılabilen ve istisna olarak kabul edilen pazarlık usulü kamu ihaleleri geçen yıl rekor kırdı. 

Hürriyet’ten Hacer Boyacıoğlu’nun haberine göre  herhangi bir afet durumu olmamasına rağmen bu gerekçeyle yapılan ihaleler 37 milyar liraya çıkarken, pazarlık usulüyle kotarılan ihalelerin toplam büyüklüğü 2016’ya göre ikiye katlanıp 45 milyar liraya ulaştı.

Kamu İhale Yasası gereği ihalelerde pazarlık usulünün kullanılabilmesi için savunma ve güvenlikle ilgili özel durumların ortaya çıkması, açık ihaleye teklif gelmemesi, ihalenin seri üretime konu olmayan nitelikte olması, işin karmaşık olması veya ihalenin toplam büyüklüğünün 225 bin TL’nin altında olması gerekiyor. Ayrıca doğal afet, salgın hastalık, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve öngörülemeyen durumların ortaya çıkması nedeniyle ihalenin ivedi yapılmasının zorunlu olması durumunda da pazarlık usulü kullanılabiliyor. Pazarlık usulüyle ihale yapıldığında, belirli istekliler ihaleye davet ediliyor ve ilana çıkma şartı bulunmuyor.

Rakamlar istisna olması gereken pazarlık yönteminin giderek daha çok kullanıldığını gösteriyor.

2016 yılında kamu alımlarının 21 milyar 712 milyon TL’lik bölümü pazarlık yöntemiyle yapılmıştı. Bu rakam yüzde 14’e denk geliyordu.

2017 yılına ilişkin yeni yayınlanan istatistiklere göre, pazarlıkla yapılan ihalelerin toplam büyüklüğü 2017 yılında 45 milyar 343 milyar TL’ye çıktı. Böylelikle oran yüzde 21’e çıktı.

Pazarlık yönteminde idarelerin en çok kullandığı gerekçe de, ‘afet ve salgın hastalık’ oldu. 2017 yılında pazarlık usulüyle yapılan 45 milyar liralık ihalenin 36 milyar 950 milyon TL’sinde ‘afet ve salgın hastalık’ gerekçesi kullanılmıştı. Geçen yıl ise söz konusu tutar 17 milyar 354 milyon 733 bin TL olarak gerçekleşti. Dolayısıyla afet ve salgın hastalık gerekçesi kullanılarak pazarlık yöntemiyle yapılan ihalelerin parasal tutarı ikiye katlanmış oldu.





‘AKP’NİN YIKIM TABLOSU’ RAPORU: CARİ AÇIK 13’E KATLANDI, EKMEK FİYATI DÖRT KATINA ÇIKTI

18/02/2018 

 CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak sorumluluğunda ‘AKP’nin yıkım tablosu, 16 yılın faturası’ başlıklı bir rapor hazırlandı.

Cumhuriyet’ten İklim Öngel’in haberine göre , 2002 yılının aralık rakamları ile 2017 yılının aralık rakamlarının karşılaştırıldığı raporda yer alan başlıklar şunlar:

* Aralık 2002’de devletin borcu 242.7 milyar lira iken, Aralık 2017’de 876.5 milyar lira oldu. İç borç stoğu 149.9 milyar liradan 535.4 milyar liraya çıktı. Kişi başına kamu borcu ise 2 bin 677 liradan 10 bin 981 liraya ulaştı.

* Özel sektörün dış borcu 43 milyar dolardan 307.8 milyar dolara çıktı. 2002’de yüzde 8.3 olan işsizlik oranı, 2017’de 10.3’e yükselerek çift haneli oldu.

* 52 yılda verilen cari açık toplamda 43.7 milyar dolar iken, 16 yılda verilen cari açık 52 yılın toplam açığını 13’e katladı ve 561.6 milyar dolar oldu.

* Türkiye’nin 80 yıllık dış ticaret açığı 247 milyar dolardan AKP döneminde 960.6 milyar dolara fırladı. Karşılıksız çek tutarı 2002’de 2.2 milyar lira iken 2017’de 17.1 milyar liraya çıktı.

* 16 yılda tüketicinin banka borcu 6.6 milyar liradan 499.5 milyar liraya, çiftçilerin banka borcu ise 5.1 milyar liradan, 17 kattan fazla artarak 85.5 milyar liraya çıktı. 2002’de 1 kilogram ekmeğin fiyatı 1.03 lira idi, ancak 2017’de aynı ekmek 4.19 lira oldu.

* Benzin 1.66 liradan 5.62 liraya, motorin 1.30 liradan, 5.17 liraya çıktı. Yoksulluk sınırı 1155 lira iken, 5 bin 238 lira, açlık sınırı 380 lira iken 1608 lira oldu. Su, elektrik ve doğalgaz yaklaşık üç, 12 kilogramlık tüp ise dört kat arttı.

* Devlet 16 yılda 757 milyar lira faiz öderken, vatandaş 368 milyar lira faiz ödedi. Son altı yılda milyonerlerin sayısı 32 binden 127 bine çıktı. Türkiye’de 5 milyon genç ne eğitim görüyor ne de çalışıyor.

* Hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 113 ülke arasında 99’uncu sıraya geriledi.

* Türkiye basın özgürlüğü listesinde ‘özgür olmayan ülkeler’ kategorisine düştü.

* Boşanmalar yüzde 38, fuhuş yüzde 790, çocukların cinsel istismarı yüzde 434, kadına yönelik şiddet yüzde 1400, adam öldürme yüzde 261, cinsel taciz yüzde 449, tutuklu ve hükümlü sayısı yüzde 285, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678 arttı.





SEÇİMLE GELEN SEÇİMLE GİTMEDİ: BUGÜNE KADAR 107 BELEDİYE BAŞKANINA UZAKLAŞTIRMA

17/02/2018 Diken.com.tr

Bugüne kadar 107 belediye başkanının görevden uzaklaştırıldığı bildirildi.

Mart 2014 yerel seçimlerinden bu yana tüm partilerden belediye başkanlarından bazıları İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırıldı.

HDP’liler genelde terörle ilişkilendirilerek yerlerine kayyım atanıp görevden el çektirilirken diğerleri yolsuzluk ya da usülsüzlük gerekçesiyle uzaklaştırılıyor.

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER) görevden uzaklaştırılan belediye başkanlarının sayısını sordu.

İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Fatih Geyim imzalı yanıtta 106 belediye başkanının görevden uzaklaştırıldığı bilgisi verildi.

Yanıt şöyle: “Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) tarafından 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında yapmış olduğunuz 13/12/2017 tarihli ve 1701905941 sayılı başvurunuz incelenmiş olup; Belediye Başkanları ile ilgili görevden uzaklaştırma işlemleri Anayasa’nın 127’nci ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 47’nci maddesi çerçevesinde yürütülmektedir. 26/12/2017 tarihi itibariyle görevden uzaklaştırılan 106 belediye başkanı bulunmaktadır.”

Ancak yanıtın kapsadığı tarihin sonrasında, CHP’li Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar da görevden uzaklaştırıldı. Böylece sayı 107’ye yükseldi.

Başbakan Binali Yıldırım’ın verdiği bilgiye göreyse görevden uzaklaştırılan başkanlardan 93’Ü HDP-DBP’li, dokuzu AKP’li, üçü MHP’li, ikisi de CHP’li.





YARGITAY KARARI: SGK ‘KİŞİSEL BİLGİLERİ’ ANAP’LI ESKİ VEKİLİN ŞİRKETİNE 65 BİN LİRAYA SATTI

16/02/2018 Diken.com.tr 

CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel ile ANAP’lı eski vekil Burhan İsen arasındaki, ‘kişisel verilerin satışı’ davasında Yargıtay, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) kişisel bilgileri 65 bin liraya sattığını tescil etti.

Yedi yıl SSK genel müdürlüğü yapan Kılıçdaroğlu, başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP’lilerce sıklıkla kurumu batırmakla suçlanıyor.

Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı Jülide Sarıeroğlu da kendi dönemlerindeki 21 milyar liralık açıktan CHP liderini sorumlu tutmuştu. SGK’nın AKP döneminde Kılıçdaroğlu’na göre 138 kat fazla açık verdiği ortaya çıkmıştı.

Sözcü’den Başak Kaya’nın haberine göre , CHP’li Özel, bir televizyon programında SGK’nın ANAP’lı eski vekil Burhan İsen’e ait Datamed isimli şirkete kişisel bilgileri para karşılığında sattığını söylemişti. Bunun üzerine İsen, Özel aleyhine 50 bin liralık tazminat davası açtı.

Dava Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görüldü, tazminat talebi reddedildi. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de mahkeme kararını onadı. Mahkeme ve Yargıtay’a sunulan SGK ile ilgili Sayıştay raporu da, Özel’in iddiasını doğruladı.

CHP’li Özel, kararın ardından yaptığı değerlendirmede, “Haklılığımız ortaya çıktı. Yargıtay kararıyla kişisel verilerin ve hastaların mahrem bilgilerinin SGK tarafından eski milletvekilinin şirketine satıldığı tescillendi. Davanın bütün süreçleri tamamlandı. 65 bin liraya hastaların mahrem bilgileri satıldı” dedi.





SESSİZ SEDASIZ: HİLELİ GIDA ÜRETEN VEYA İTHAL EDEN FİRMALAR ARTIK AÇIKLANMIYOR

13/02/2018 

 Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın gıda güvenliği için başlattığı ‘hileli gıda üreten veya ithal eden firmaları’ kamuoyuna açıklama uygulaması sessiz sedasız durduruldu.

Bakanlığın son taklit ve tağşiş listesi açıklaması, 2016 Aralık ayı sonunda yapılmış gözüküyor.

Hürriyet’ten Hacer Boyacıoğlu’na konuşan bakanlık yetkilileri “Evet bir süredir listeler yayınlanmıyor” dedi. Bu yöndeki tavır değişikliğinin nedeninin bazı mağduriyetler yaşanması olduğunu söyleyen yetkililer, “Kamuoyuna açıklanacak listelerle ilgili yeni bir çalışma yürütüyoruz. Uygulamayı değiştireceğiz. O nedenle şu anda listeler yayınlanmıyor” dedi.

Taklit, tağşiş (kalitesiz malzeme karıştırılmış) ve bozuk ürünlerin kamuoyuna duyurulması, 2010 yılında çıkarılan 5996 sayılı kanunun getirdiği uygulamalardan biri olmuştu.

Kanunun ikincil mevzuatı olan ve 2011 yılında yürürlüğe giren ‘Gıda ve Yemin Resmi Kontrolüne Dair Yönetmelik’te, ‘laboratuvar sonucuyla taklit ve tağşiş yapıldığı kesinleşen gıdaları üreten/ithal eden firma ve ürün bilgileriyle, kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozulmuş, değiştirilmiş gıdaları üreten ve/veya satan firma ve ürün bilgilerinin Bakanlık resmi internet sitesinde kamuoyunun bilgisine sunulacağı’ hükmü yer alıyordu.  Söz konusu düzenleme, gıda güvenliği ve şeffaflık için önemli bir adım olarak değerlendirilirken, 2012’den 2016 sonuna kadar, 586 firmaya ait bin 173 parti ürün, mevzuata uygun üretilmediği için, kamuoyuyla paylaşılmış oldu.

Bu tarihten sonra ise bakanlık sessizliğe büründü. Listelerin açıklanması yönündeki yönetmelik maddesi değişmemesine karşın, bakanlık listeleri kamuoyuna duyurmayı durdurdu.





SAYIŞTAY ORTAYA ÇIKARDI: TÜBİTAK YÖNETİCİSİNE 32 BİN LİRA 89 KURUŞ MAAŞ

12/02/2018 

TÜBİTAK’a bağlı Marmara Teknokent’in (MARTEK) genel müdürü Orhan Çömlek’in maaşının 32 bin lira olduğu ortaya çıktı.

Çömlek’in ayrıca kendisine kurum tarafından tahsis edilen iki adet kredi kartı ile 2016 yılında 50 bin TL harcadığı belirtildi.

Sayıştay raporuna yansıyan maaş için ‘ülke gerçeklerine aykırı’ değerlendirmesi yapıldı.

Sözcü’den Ali Ekber Ertürk’ün haberine göre , yerli ve yabancı girişimcilere yönelik yüksek standartlarda teknoloji hizmeti sunmak ve Ar-Ge faaliyetleri organize etmek amacıyla kurulan MARTEK için belirlenen genel müdür maaşının 32 bin lira 89 kuruş olduğu ortaya çıktı.

Sayıştay, genel müdür maaşı için yasal olarak üst sınır belirlenmemesine karşın, aylıkların ülke gerçeklerine uygun olması gerektiği değerlendirmesi yaptı.



BOTAŞ, TOKİ, MKE’de 13 bin TL

Sayıştay’ın MARTEK raporunda “Sermayesinin yarıdan fazlası kamuya ait olan bir şirket olan Marmara Teknokent A.Ş’de çalışanlarla ilgili ücret belirlemesinde yasal bir sınırlama bulunmamaktadır. Ancak yasal bir sınırın bulunmaması ücretlendirmede, şirketin mali yapısı, ülkenin ekonomik ve sosyal koşullarının göz ardı edilmesi anlamını taşımayacaktır”sözlerine yer verildi.

Şirket çalışanları ile ilgili ücret ödemelerinin değerlendirildiği raporda “BOTAŞ, TOKİ, MKE gibi stratejik öneme haiz ve binlerce personeli bulunan kamu şirketlerinde yaklaşık her şey dahil 13 bin TL olduğu görülmektedir” denilerek maaş rakamları eleştirildi.

Kanunsuz kredi kartı harcamaları

Genel Müdür Çömlek’e ayrıca kurum tarafından iki adet kredi kartı tahsis edildiğini, kredi kartlarıyla bir yılda yapılan 50 bin liralık alışverişin 23 bin lirasının ‘kanunen kabul edilemeyen harcamalar’ olduğu belirtildi.

Sayıştay’ın hazırladığı raporda “Bu kartlarla ilgili harcamaların muhasebe işlemleri hesap özeti aranmaksızın harcamalarla ilişkin fiş, fatura ve kanıtlayıcı belgelerin ibrazı ile ilgili harcama kalemi kapsamında muhasebeleştirilmiştir”denildi.

Sayıştay raporunda kanıtlayıcı belge olarak ibraz edilmeyen harcamaların kanunen kabul edilmeyen gider olarak kabul edildiği hatırlatılarak “2016 yılı için kanunen kabul edilmeyen giderler tutarı 23 bin 653 TL’dir. Söz konusu kredi kartları ile çeşitli harcamalar yapıldığı görülmüştür” sözlerine yer verildi.





ÇATIŞMALI BÖLGELERDE 10 GENÇTEN ÜÇÜ OKUMA YAZMA BİLMİYOR

UNICEF, olağanüstü durumların yaşandığı ülkelerde kız çocukların ve genç kadınların yüzde 33’ü nün okuma yazma bu alanda en temel becerilerden bile yoksun kalırken oğlan çocuklar arasında bu oran yüzde 24 olduğunu belirtti.

İstanbul – BİA Haber Merkezi01 Şubat 2018

UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu), silahlı çatışmalardan ya da afetlerden etkilenen ülkelerde yaşayan ve yaşları 15 ile 24 arasında değişen her 10 çocuk ve gençten üçünün (59 milyon genç) okuma yazma bilmediğini açıkladı. Bu durum küresel ölçekteki oranın üç katına işaret ediyor.

31 Ocak’ta yapılan  açıklamaya  göre analiz olağanüstü durum yaşayan 27 ülkede UNICEF okuma yazma oranları kullanılarak hesaplandı.

Nijer, Çad, Güney Sudan ve Orta Afrika Cumhuriyeti gençler arasında okuma yazma bilmeyenlerin sayısının en yüksek düzeylere ulaştığı ülkeler. Buralarda okuyup yazamayan 15-24 arası çocuk ve gençlerin oranı sırasıyla yüzde 76, yüzde 69, yüzde 68 ve yüzde 64.

Kız ve oğlan çocukları arasındaki ayrım

UNICEF açıklamasında öne çıkan noktalar şöyle:

* Okuma yazma söz konusu olduğunda özellikle kız çocuklarla genç kadınlar dezavantajlı konumda. Olağanüstü durumların yaşandığı ülkelerde kız çocukların ve genç kadınların yüzde 33’ü bu alanda en temel becerilerden bile yoksun kalırken oğlan çocuklar arasında bu oran yüzde 24 olarak gözleniyor.

* Bugünkü durumda insani yardımların yalnızca yüzde 3,6’sı olağanüstü durumlarda yaşayan çocukların eğitimi için harcanıyor ve bu da eğitimi insani yardım başvurularında en az kaynak sağlanan sektör durumuna getiriyor.

Ne yapmalı?

UNICEF olağanüstü ortamlardaki çocukları ve gençleri etkileyen eğitim krizinin alt edilmesi için hükümetlere ve diğer ortaklara yeni adımlar atılması çağrısında bulunuyor:

* Gelişimlerini desteklemek ve çocukluk dönemi boyunca eğitimi sürekli kılmak üzere küçük yaşlardaki çocukların kaliteli erken eğitim programlarına erişimlerinin sağlanması;

* Okuma yazma bilmeyen gençlere okuma yazma öğrenme, özel olarak tasarlanmış alternatif ve hızlandırılmış eğitim programlarıyla eğitimlerini sürdürme fırsatları sağlanması;

* Özellikle en dezavantajlı konumdaki çocuklar ve gençler için eğitim yatırımların artırılması.

Fore: En erken dönemde en kaliteli eğitim

UNICEF Genel Direktörü Henrietta H. Fore şöyle diyor:

 “Eldeki bu rakamlar, yaşanan krizlerin çocukların eğitimi, geleceği, ekonomilerinin ve toplumlarının istikrarı ve gelişmesi üzerindeki trajik etkilerini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.  Çatışmaların paramparça ettiği ya da afetlerin yıkımına uğramış bir ülkede eğitimsiz, gençlik dönemine okuma yazma bilmeden giren bir çocuğun şansı da fazla olmayacak.

 “Eğitim, bir çocuk için ya bir gelecek kurar ya da bu geleceği karartır. Eğitimin yararlarının tüm çocuklara ulaşabilmesi için yapılması gereken; mümkün olan en kaliteli eğitimin mümkün olan en erken dönemde sağlanmasıdır.” (BK)





“ÖYLE BİR CUMHURİYET DAVASI Kİ, İSTENEN CEZALAR PEŞİNEN İNFAZ EDİLDİ, AYM KARARINA DAHİ MEYDAN OKUNDU”

23 Şubat 2018 T/24

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye rapörtörü Erol Önderoğlu, Cumhuriyet davası kapsamında Murat Sabuncu ve Akın Atalay’ın 481 gündür, Ahmet Şık’ın ise 419 gündür tutuklu bulunmasına tepki gösterdi. Önderoğlu, “Öyle bir Cumhuriyet davası ki, istenen cezalar peşinen infaz edildi, AYM kararına dahi meydan okundu” dedi. 

Önderoğu sosyal medya sitesi Twitter’dan yaptığı paylaşımda, “Öyle bir #CumhuriyetDavası ki, istenen cezalar zaten peşinen infaz edildiği halde “hukuksuz” tutuklamalarla ilgili Anayasa Mahkemesi kararına dahi meydan okundu. #AhmetŞık 420, #MuratSabuncu & #AkınAtalay 481 gündür keyfi şekilde tutuklu! #GazetecilikSuçDeğildir” ifadesini kullandı. 





“4. MURAT DÖNEMİNDEKİ YASAKLARLA TEKNOLOJİYLE MÜCADELE EDİYORUZ”

22 Şubat 2018 T/24

İnternet yayınlarına Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) internet üzerindeki yayınlarda denetim hakkına sahip olmasını sağlayan düzenleme Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, “Teknoloji akıp gidiyor, biz 4. Murat dönemindeki yasaklarla teknolojiyle mücadele ediyoruz” eleştirisinde bulundu.

Adnan Oktar’ın A9 kanalında yaptığı yayınlar sonrasında tartışılmaya başlanan düzenleme, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek. Maliye Bakanı Naci Ağbal, komisyon üyelerinden gelen eleştirilerle ilgili olarak, “Genel Kurul aşamasından önce değerlendirelim” yanıtını verdi.

“Anayasa’ya aykırı”

Tasarıyla ilgili yapılan görüşmelerde, CHP İzmir Milletvekili Zekeriya Temizel, “Bu şekilde sınırlamaların ölçülülük ilkesine uygun olması lazım. Anayasaya tamamen aykırı olan inanılmaz bir takım düzenlemeler yapıyorsunuz” derken, CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, “Teknoloji akıp gidiyor, biz 4. Murat dönemindeki yasaklarla teknolojiyle mücadele ediyoruz” diye konuştu.

“Kısıtlamak istemiyoruz”

Maliye Bakanı Ağbal ise, vekillerden sonra yaptığı açıklamada “Söylediğiniz endişeleri giderecek ne var, bakalım. İyileştirilebilecek alanlar varsa iyileştirelim. Yayıncılığın kısıtlanması gibi bir anlayışımız yok. Kurallı, kaideli bir piyasa faaliyeti varsa, herkes aynı kurallara tabii olmalı diyoruz” ifadelerini kullandı.





“TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI GERÇEĞİ” RAPORU: ÜCRETLER DÜŞÜK, ÇALIŞMA SAATLERİ UZUN, GÜVENLİK ÖNLEMLERİ YETERSİZ 

22 Şubat 2018

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi (DİSK-AR) tarafından hazırlanan “Türkiye işçi sınıfı gerçeği” raporuna göre çalışma süreleri uzun, sendikalaşma zayıf, işyerlerinde sağlık ve güvenlik önlemleri yetersiz.  Raporda işçiler, çalışma hayatına dair 8 önemli sorun arasında en çok ücret konusundan şikâyetçi, işçilerin yüzde 77’sin ücretlerin düşük olduğunu beyan etti.

Cumhuriyet’ten Olcay Büyüktaş’ın haberine göreTürkiye işçi sınıfının, yani 15 milyon insanın manzarası şöyle; ücretler düşük, geçim sıkıntısı çok. Çalışma süreleri uzun, sendikalaşma zayıf. İşyerlerinde sağlık ve güvenlik önlemleri yetersiz. Sendikalı işçilerin çalışma ve yaşam koşulları sendikasızlara göre az daha iyi. Kiracılık oranı da hayli yüksek. DİSK-AR tarafından hazırlanan araştırmanın alan çalışması IPSOS Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ile oluşturuldu. Rapor, ülke çapında 15 yaş ve üzeri ücretli 2 bin sigortalı-sigortasız çalışan (memurlar hariç) ile yüz yüze görüşme ile hazırlandı. Görüşmeler 12 bölge – 30 ilde yapıldı.

Akademisyen Doç. Dr. Aziz Çelik tarafından sunulan rapora göre;

* İşçilerin yüzde 71’i erkek, yüzde 29’u kadın.

* Sınıfın yüzde 47’si evli, yüzde 50’si bekar, yüzde 3 dul/boşanmış. Ortalama çocuk sayısı 2.

Düşük ücret sorun

* İşçilere çalışma hayatına dair 8 önemli sorun arasında en önemli gördükleri sorun, ücret. İşçilerin yüzde 77’sin ücretlerin düşük olduğunu beyan etti.

* Çalışanların bile ikinci en büyük sorun olarak gördükleri nokta yüzde 75 ile işsizlik. Yüzde 46 ile sigortasızlık, yüzde 43 ile uzun çalışma saatleri geliyor. Güvencesizlik, taşeron çalışma, işçi sağlığı ve kıdem tazminatı daha sonra sayılan sorunlar.

* Türkiye’de kiracı olanların oranı yüzde 23 iken, bu oran işçilerde yüzde 54. Konut sahipliği de yine Türkiye ortalamasının oldukça altında. Ülkedeki konut sahipliği oranı yüzde 60 iken, bu oran işçilerde yüzde 44.

* İşçilerin yüzde 36’sı kendisini bir toplumsal sınıfa ait hissederken kalan yüzde 64’ünün sınıf bilinci de bu konuya ilişkin herhangi bir fikri de yok.

2000 liranın altı

Asgari ücretin 1404 lira olduğu dönemde yapılan araştırmaya göre işçilerin yarısı 1401 lira ile 2000 lira arasında ücret alıyor. Yüzde 16’sının ücreti asgari ücretin altında. Sendikalı işçilerin aylık ortalama geliri 2 bin 260 TL iken, sendikasız işçiler aylık ortalama 1869 TL gelir elde ediyor. Sigortalı işçiler aylık 2 bin 45 TL gelir elde ederken, sigortasız işçiler aylık 1377 TL gelir elde ediyor.

Oku atmadan nişan almalı

Araştırma sonuçlarının özet bulgularının paylaşıldığı toplantının açılışında konuşan DİSK Başkanı Kani Beko, böylesi araştırmaların özellikle sendikal örgütlenme ve talepler konusunda değerli olduğunun altını çizdi. Saha araştırmalarının işçi sınıfının çalışma ve yaşama koşullarıyla ilgili algılarını ve beklentilerini ortaya koyan önemli bilimsel araçlar arasında yer aldığını dile getiren Beko, “İşçilerle yüz yüze yapılan görüşmeler sonucu, işçi sınıfının somut durumu ve bu durumla ilgili algı ve beklentilerinin bilinmesi, sendikal politikaların oluşturulmasında ve sendikal mücadele önceliklerinin belirlenmesinde büyük önem taşıyor. Somut durumu bilmeden ve ona uygun politikalar üretmeden sendikal mücadele başarıya ulaşamaz. Oku attıktan sonra nişan alınmaz. Önce nişan almak, hedefi iyi belirmek sonra oku fırlatmak gerek” diye konuştu.

Araştırmanın DİSK’in 50. kuruluş yıldönümü etkinlikleri arasında planlandığını hatırlatan Beko, DİSK tarafından yaptırılan bu kapsamlı araştırmanın Türkiye işçi sınıfı gerçeğini anlama konusunda hem bilim dünyasına hem de sendikalara önemli veriler sunacağını ve emek politikalarının oluşturulmasında önemli katkılar yapacağını düşündüklerini dile getirdi.





TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ RAPORUNDAN: ADAY ÖĞRETMEN YETİŞTİRME PROGRAMI İÇERİĞİNDE DİNİ ODAKLI REFERANSLAR HÂKİM!

“Gençlere para karşılığı gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal ve umut satılmamalıdır”

21 Şubat 2018

Türk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu TEDMEM, öğretmen yetiştirme programı nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı’nı uyardı. Raporda öğretmenlere yönelik politikaların yanlışlıkları anlatıldı. MEB’in sözleşmeli öğretmen yetiştirme sürecini değerlendiren TEDMEM raporunda “Aday öğretmen yetiştirme programı içeriğinde dini odaklı referansların hâkimiyeti dikkat çekmektedir” denildi.

Cumhuriyet’te yer alan habere göre, Türk Eğitim Derneği’nin (TED) düşünce kuruluşu TEDMEM, öğretmen yetiştirme programı nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı’nı (MEB) uyardı. Önceki gün 20 bin sözleşmeli öğretmen atama takvimi açıklayan MEB’in sözleşmeli öğretmen yetiştirme sürecini değerlendiren TEDMEM 2017 Eğitim Değerlendirme raporunda “Aday öğretmen yetiştirme programı içeriğinde dini odaklı referansların hakimiyeti dikkat çekmektedir” eleştirisi yönetti. Raporda ayrıca öğretmenlere yönelik politikaların yanlışlıkları anlatıldı.

Öğretmenler dinle eğitiliyor: Aday öğretmen yetiştirme programı içeriğinde dini odaklı referansların hakimiyeti dikkat çekiyor. Bilimsel ve evrensel ilke ve değerleri temel alan, eğitim bilimleri ve eğitim tarihi odaklı, özgür düşüncenin önünü açacak referansların çeşitlendirilmesi önemli görülüyor.

Performans sistemi sınav sektörü oluşturabilir: Tedbir alınması gereken öncelikli konu, performans değerlendirmesi kapsamında öğretmenlere uygulanması öngörülen sınavdır. Endişe edilen noktaların başında, öğretmenlerin sürekli sınav odaklı çalışması ve piyasada yeni bir sınav sektörünün oluşması geliyor. Performans değerlendirmesinde bir sınav yerine, öğretmenlerin eğitim-öğretim süreçlerindeki uygulamalarının değerlendirildiği bir sistem seçeneği düşünülmeli.

Açığın 3 katı öğrenci: MEB, 2020’ye kadar öğretmen ihtiyacının 100 bin civarında olacağını açıkladı. Oysa 2017’de sadece eğitim fakültelerinin kontenjanı 228 bin civarında. Diğer yandan pedagojik formasyon kontenjanları kontrolsüz bir şekilde artırılarak hiç atanma olasılığı bulunmayan alanlarda on binlerce gence formasyon belgesi veriliyor. Yani öğretmen yetiştirme programlarındaki öğrenci sayıları ile istihdam edilecek öğretmen sayısı arasında uyumsuzluk devam ediyor.

Gençlere umut satmayın: Atanamayan öğretmen sorununun giderilmesi için 4 öneri var. YÖK, öğretmen yetiştiren programların kontenjanlarını gözden geçirmeli. Pedagojik formasyon uygulamasında kontenjanlar ihtiyaçla uyumlu şekilde sınırlandırılmalı. Böylece gençlere para karşılığı gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal ve umut satılmamalıdır. Ayrıca ücretli öğretmenlik uygulaması kaldırılmalı ve yükseköğretim- istihdam ilişkisi gözden geçirilmelidir.

Ücretli ama öğretmen değil: 2016-2017 eğitim öğretim yılında ücretli olarak derse girenlerden 8 bin 484’ünün ön lisans mezunu, 29 bin 736’sının ise eğitim fakültesi mezunu olmayan lisans mezunu olması dikkat çekicidir.







TÜRKİYE’DE 3 MİLYON 424 BİN SURİYELİ VAR: DURUMLARI KÖTÜ; HİÇBİRİ ‘EKMEK ELDEN, SU GÖLDEN’ YAŞAMIYOR

20 Şubat 2018 T/24

TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Mülteci Hakları Alt Komisyonu’nun hazırladığı “Göç ve Uyum Raporu”, savaş nedeniyle göç edip Türkiye’ye yerleşenlerin sayısının 3 milyon 424 bine ulaştığını ortaya koyuyor. Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, bu Suriyelilerin hijyenik durumu, altyapısı çok kötü yerlerde barındıkalrını ve ‘Ekmek elden su gölden yaşıyorlar’ demenin yanlış olduğunu belirtti.

Suriyelilerin vatandaş olurlarsa tamamı AKP’ye oy verecekmiş gibi gösterildiklerini; Hükümetin yeterince bilgilendirici olamdığınıvurgulayan Terzi, “Muhalefet parti liderleri de nefret suçu işliyor” dedi.

Göndermek isteyenler

Cumhuriiyet’te yer alan habere göre araştırma, “Suriyeliler evlerine gönderilmeli mi” sorusuna “Evet” yanıtı veren AKP’lilerin oranı yüzde 83.2, CHP’lilerin yüzde 92.8, HDP’lilerin yüzde 75, MHP’lilerin ise yüzde 88 olarak saptadı. Suriyelilere ilişkin yanlış algıları ve ırkçılıkla nasıl mücadele edebilebileceğini anlatan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, bunun en kolay yolunun “empati” olduğunu söylüyor: “Bunun için empati kurabilmek çok önemli. Bu insanların zorunda kaldıkları için vatanlarını, yerlerini yurtlarını, anılarını terk edip buraya geldiklerinin farkına varmamız lazım.”

Aynı torbaya konmak

Suriyelilerle ilgili yanlış bilgilendirmelere dikkat çeken Terzi, “Suriye’den gelenlerin hepsi aynı torbaya konuyor. Vatandaş olurlarsa tamamı AKP’ye oy verecekmiş gibi gösteriliyor. Hükümet, yeterince bilgilendirici değil. Muhalefet parti liderleri de nefret suçu işliyor. Toplumda öyle bir kutuplaşma var ki; tüm toplumu ilgilendiren bir sorun, akl-ı selim tartışılamıyor. Zannediliyor ki, Suriyelilere her ay devletten maddi yardım yapılıyor” diyerek durumun gerçekliğini şöyle anlatıyor:

“Suriyelilerin yaklaşık 1 milyonu, informal sektörde çalışarak hayatlarını sürdürüyor; bu insanlar 6 yıldır maden ocaklarında, tarlalarda geçici tarım işçisi olarak çalışıyor. Düzenli bir maaşları, iş güvenceleri ve kalıcı bir oturma statüleri yok. Çocukların büyük bir kısmı okula gidemiyor. Okullaşamayan ve çalışmak zorunda kalan çok ciddi bir çocuk nüfusu var. Kadınların büyük bir kısmı dil engeli yüzünden iş hayatına katılamıyor ya da mahallede sosyal hayata katılmada zorluklar yaşıyor. Pek çok Suriyeli hijyenik durumu, altyapısı çok kötü yerlerde barınıyor. ‘Ekmek elden su gölden yaşıyorlar’ demek doğru değil.”

“Çoğu kalmak istiyor”

Terzi, benzer göç deneyimlerinin, herhangi bir nedenle ülkesinin dışına çıkan ve başka bir ülkede 4 yılın üzerinde yaşayan insanların ülkelerine kolay kolay dönmediğini gösterdiğini söylüyor. Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki yaşam sürelerinin 6 yılı bulduğunu hatırlatarak, “Bu insanlarla sahada yaptığımız konuşmalardan elde ettiğimiz izlenim, büyük çoğunluğunun kendi geleceklerini bu ülkede gördükleri yönünde. Suriye’deki çatışma ortamı devam ettiği için hayatlarını ve çocuklarının hayatını riske etmeyi düşünmüyorlar. Bizim dernek olarak öngörümüz, büyük bir çoğunluğunun Türkiye’de kalacakları şeklinde” diyor. Suriyelilerin, Türkiye’deki varlığının kalıcı olduğunu kabul edip sosyal uyum politikaları geliştirmek gerektiğini vurguluyor:

“Biz ne zaman bu insanların kalıcı olduğunu kabul edip onlara kalıcı bir ikamet statüsü, iş imkânı sağlarsak, barınmaları için devlet destekli uygun çözümler üretirsek, çocukların hepsini okullu yaparsak, kadınların sosyal hayata ve iş yaşamına katılması için önlemler alırsak işte o zaman 3.5 milyon Suriyeliyi içselleştireceğiz. 6 senedir bu ülkede domatesi toplayan, maden ocaklarında çalışan, bütün atölyelerde emek veren, aynı havayı aynı suyu paylaştığımız, mahalleli olduğumuz insanlardan bahsediyoruz. Artık onları kabul etmemiz ve içimize almamız gerekiyor. Böylece gelecekte çıkabilecek sorunları da önlemeye başlamış olacağız. Yoksa sorunlar büyür, çözülemez hale gelir.”





AİLE BAKANLIĞI’NIN MÜDAHİL OLDUĞU DAVA SAYISI 45 BİNE YÜKSELDİ; EMRAH ŞAHİN: MEVCUT AVUKATLARLA BU MÜMKÜN DEĞİL

Hülya Karabağlı -T/24

17 Şubat 2018

Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı Emrah Şahin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın müdahil olduğu dava sayısının 11 binden 45 bine yükseldiğini açıkladı. Avukat Şahin, “Çocukların suça sürüklenmesinin temel sebebinin yoksulluk ve eğitimsizlik” dedi. 

Koruyucu ve destekleyici hükümler de mevcut olan çocuk mevzuatında en büyük problemin, hükümlerin yeterince uygulanmamasından kaynaklandığını belirten Şahin “Mahkeme karar verse bile kurumlar arası koordinasyon zaafiyeti karşımıza çıkıyor. Failler cezalandırılmalı ama bu tek başına yeterli değil, yeni faillerin önüne geçmeliyiz” ifadesini kullandı.

Avukat Şahin, Türkiye’de adliyelerde iş yükünün çığ gibi büyüdüğüne dikkat çekti.

Şahin’in verdiği rakamlara göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın müdahil olmak zorunda olduğu dava sayısı önceki sene 11 bin civarındayken bu sene 45 bin civarında. 2017 yılında 5.946 dosya olan Çocuk Ağır Ceza Mahkemeleri’nde bu dosyaların 2.688’inin 2018’e devretti. Çocuk Ceza Mahkemeleri’nde 76.214 dosyadan 33.667’si 2018 yılına devretti. Rakamlar her gün artarak yükseliyor.

 “Yasada açıkça yer alan hükümlerin de uygulanmama sorunu ile karşı karşıyayız”

Ankara Barosu Merkezi Çocuk Hakları Merkezi Üyesi avukat Emrah Şahin

“Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı avukat Emrah Şahin’in değerlendirmeleri şöyle:

Bugün Türkiye’de çocukların devlet tarafından yasalar ve uygulayıcıları aracılığı ile yeterince korunup korunmadığına ilişkin derin kaygılar bulunmaktadır. Bu kaygılar da toplumun her kesiminden büyük tepkilere yol açmaktadır. Kimisi toplumsal yapıdaki bozulmayı öne sürerken, kimisi yasaların 

yetersiz olduğunu iddia ediyor. Bir kesim ise, aslında ihlallerin sayısının artmadığını çocuk ihmal ve istismarlarının medya aracılığı ile görünür kılınması nedeniyle toplumun bu konulardan daha fazla haberdar olduğunu öne sürüyor. Bense bu iddiaları ortaya atanların hepsinin bir derece haklı olabileceğini düşünüyorum. Bu iddialara ilişkin somut veriler olmadığı için kesin doğruluğunu kabul etmek olanaksız ancak bu alanda çalışan kişilerin gözlemleri genel olarak bu yönde diyebilirim.

Ben de bir hukukçu olarak “Yasalar çocuklarımızı korumak için yeterli mi?” sorusuna cevap vermek isterim. Bana kalırsa yasalarımızın eksiklikleri olsa da uygulayıcıların inisiyatif alamaması nedeniyle birçok aksaklık yaşanmaktadır. Çocuk Koruma Sistemi, Çocuğun Cinsel İstismarı Suçu, bu suçun yargılanması ile ilgili en temel düzenlemeler Anayasamızın 41/2 maddesi, TCK’da 56, 102, 103, 104, 105, 109, 226, 227 ve 230’uncu maddeleri ile CMK 52, 76, 175, 182 ve 236’ncı, Çocuk Koruma Kanunu’nu, Türk Medeni Kanunu 124’üncü maddesinde yer almaktadır.

Bazı yasa maddelerinde açıklık getirmek yasa uygulayıcılarının da uygulamada yaşadığı çelişkileri ortadan kaldırmaya yarayabilir ancak yasada açıkça yer alan hükümlerin de uygulanmama sorunu ile karşı karşıyayız. Biz tabii hep cezalandırma boyutunu konuşuyoruz. Ancak Çocuk Mevzuatında koruyucu ve destekleyici hükümler de mevcut. Zaten en büyük problemimiz uygulamada bu hükümlerin yeterince uygulanamaması, mahkeme karar verse bile kurumlar arası koordinasyon zaafiyeti karşımıza çıkıyor.”

“Çocuk Ceza Mahkemeleri’nde 76 bin 214 dosyadan 33 bin 667’si 2018 yılına devretti”

“Koruyucu ve destekleyici tedbirler neden önemli? Kamuoyu, çocuklarımızın yaşadığı problemlerin temelinde şahısların olduğu yanılgısına düşebiliyor. Failler cezalandırılmalı ama bu tek başına yeterli değil. Yeni faillerin önüne geçmeliyiz. Türkiye’de Adliyelerin iş yükü çığ gibi büyüyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın müdahil olmak zorunda olduğu dava sayısı önceki sene 11 bin civarındayken bu sene 45 bin civarında. 2017 rakamları bize Çocuk Ağır Ceza Mahkemeleri’nde 5.946 dosya olduğunu bunun 2.688’inin 2018 e devrettiğini, Çocuk Ceza Mahkemeleri’nde ise 76.214 dosya olduğunu ve 2018’e 33.667’sinin devrettiğini söylüyor ki bu rakamlar her geçen gün artmaya devam ediyor.”

“ASPB’nin müdahil olmak zorunda olduğu dava sayısı 11 bin civarındayken bu sene 45 bin civarında”

 “ASPB’nin mevcut avukat sayısıyla bu davalara müdahil olabilmesi de mümkün değil. Şu anda Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi olarak, Baroların Çocuk Hakları Merkezleri, Adalet Bakanlığı ve ASPB nin bu sorunun çözümü için ortaklaşacağı bir çalışma hayata geçirmeye çalışıyoruz. ASPB’nin bazı şehirlerde sadece bir avukatı var. Tek başına bir avukatın Bakanlık adına tüm hak ihlallerini takip edebilmesi mümkün değil. Adalet sistemi iş yükünü azaltmak için Arabuluculuk ve uzlaştırma prosedürlerini hayata geçirdi. Gelişmiş ülkelerde de bu uygulamalar mevcut. Ancak bunun da yeterli olmayacağını düşünüyorum.”

“Kamu görevlilerinin de çocuk hak ihlallerine karşı cesur olması gerekir”

“Çocukların bu kadar mağdur olmasının veya suça sürüklenmesinin temel sebebi yoksulluk, eğitimsizlik, sosyal adaletsizlik gibi unsurlardır. Koruyucu ve destekleyici tedbirler hem mağdur hem de suça sürüklenen çocuk için önemli olup bu temel sorunlara ilişkin çözüm üretmeye çalışan uygulamalardır. Bu şekilde; adalet sistemi içine giren çocukların aile yaşantısı, psikolojik durumu, sosyo-ekonomik koşulları inceleniyor ve çocuğun tekrar mağdur olmaması suça sürüklenmemesi için gereken eğitim, sağlık, barınma ihtiyaçlarını karşılayarak ve aileye ekonomik destek sağlanıyor. Ancak birçok sebepten dolayı uygulamada ne yazık ki sınıfta kalıyoruz. Çocuk Adalet Sistemi içerisinde çalışan herkesin sadece mağdur çocuk açısından değil suça sürüklenen çocuklar açısından da bu hükümleri harekete geçirmesi gerekiyor.

Kamu görevlilerinin de çocuk hak ihlallerine karşı cesur olması  gerekir. Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi adına Merkez Başkanımız Avukat Kürşat Coşkun ve Başkan Yardımcımız Avukat Seda Köse tarafından bizzat takip edilen, Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’nde olan olayla ilgili olarak skandalı ortaya çıkartan sosyal hizmet görevlisinin ödüllendirilmesi, sorumluların ise cezalandırmasını beklersiniz.

Ancak tam tersinin olduğuna şahit oluyorsunuz. Sorunları, ihmalleri örtbas etmek ne yazık ki idarenin genel yaklaşımı ve refleksi haline geldi. Sorumluluktan kaçarak hiçbir problem çözülmez. Mevcut yaklaşımla çocuklarımızın sorunlarının daha da büyüyeceği ortada. Bu skandal tek bir hastanede yaşananları ortaya çıkardı.

Son olarak şunu unutmamak gerekiyor ki; davaların çokluğu her ne kadar devletler tarafından masraf ve iş yükü olarak görülmeye başlansa da verdiğimiz rakamlar sadece rakamdan ibaret değil. Her dava bir çocuk, her çocuk ise bir aile ve her aile bir toplum demek. Çocuklarımıza sadece şefkat ile bakmak yeterli değil onları toplumumuzun yapı taşları olarak görmek ve akılcı çözümler üretmek zorundayız. Güzel ülkemizin bugün ne yazık ki; Mahkeme kapılarına dayanmış onbinlerce çocuğu ile suça sürüklenen bir geleceği var.”





KAYIP GIDIYOR: TÜRKIYE’DE MUTLU OLDUĞUNU SÖYLEYEN INSAN SAYISI AZALDI

23/02/2018

Hürriyet’ten Şebnem Turhan’ın  Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yaşam memnuniyeti araştırmasından derlediğine göre mutlu olduğunu söyleyenlerin oranı 2016 yılında yüzde 61.3 iken, 2017 yılında yüzde 58 oldu. Mutsuz olduğunu söyleyenlerin oranı ise yüzde 10.4’ten yüzde 11.1’e yükseldi.

Kadınlarda mutluluk oranı, 2016 yılında yüzde 64.5 iken, 2017 yılında yüzde 62.4’e, erkeklerde ise bu oran yüzde 58.1’den yüzde 53.6’ya düştü.

Evliler daha mutlu

Yaş gruplarına göre mutluluk düzeyine bakıldığında, 2016 yılında en yüksek mutluluk oranı yüzde 65.1 ile ’18-24 yaş grubu’nda iken, 2017 yılında en yüksek mutluluk oranı yüzde 66.1 ile ’65 ve üzeri’ yaş grubunda. En düşük mutluluk oranı ise 2017 yılında yüzde 53.1 ile ’45-54 yaş grubu’nda.

Evli bireyler, evli olmayanlara göre daha mutlu. Evli bireylerin 2017 yılında yüzde 60,6’sı mutlu iken, evli olmayanlarda bu oran yüzde 52,4. Mutluluk düzeyi cinsiyete göre incelendiğinde evli kadınların yüzde 65.2’si, evli erkeklerin ise yüzde 55.7’si mutlu.

Hiç eğitim görmeyenlerde mutluluk oranı yüzde 62.5 iken bunu sırasıyla; yüzde 57.7 ile ilkokul mezunu, yüzde 57.4 ile lise ve dengi okul mezunu, yüzde 56.9 ile yükseköğretim mezunu, yüzde 56.1 ile ilköğretim veya ortaokul mezunu takip etti.

Gelecek ‘umutsuz’

Kendilerini en çok ailelerinin mutlu ettiğini ifade edenlerin oranı yüzde 70.6 olurken, bunu sırasıyla; yüzde 14.3 ile çocuklar, yüzde 5.4 ile eş, yüzde 3.4 ile kendisi, yüzde 3.2 ile anne/baba ve yüzde 1.9 ile torunlar takip etti.

Katılımcıların yüzde 73.4’ü kendi geleceklerinden umutlu olduğunu ifade etti, geçen yıl bu oran yüzde 76.8 idi. Kendi geleceklerinden umutlu olan kadınların oranı yüzde 74.7 iken erkeklerde bu oran yüzde 72.2 oldu.



Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın