Ben Kalarak Siz Olabilmek

Kendine saygı duymayan bireylerden oluşan bir toplumda, “saygı” görebilmenin zor olduğunu her gün deneyimliyorum. Farkında mısınız bilmiyorum ama muhtemelen siz de deneyimliyorsunuz. Elbette her toplumda insanların saygınlık ölçütünü belirleyen bazı kalıplar bulunur ve toplumun belki de her kesiminde bu ölçütler birbirinden farklılık gösterir. Bu saygınlık ölçütlerinin belirlenmesinde, insanların cinsiyetinin, ekonomik durumunun, mesleğinin, unvanının, giyim kuşamının etkili birer öğe oldukları tartışma götürmez. Ancak sokakta, otobüste, metroda, iş hayatında, devlet dairelerinde karşılaştığınız insanların, zaten aşikâr olan dış görünüşünüz dışında, aslında size “saygı” göstermesi için sizin unvanınızı ya da mesleğinizi bilmesine gerek olduğunu ya da dış görünüşünüzün, o karşılaştığınız insanların “saygınlık” ölçütüne uyması gerektiğini düşünmüyorum. Türkiye’de insan ilişkilerinde beni oldukça fazla rahatsız eden iki durum olduğunu ve bu durumlara karşı ciddi bir savaş açılması gerektiğini düşünüyorum: (i) Kişilerin oldukça öznel saygınlık ölçütlerine uymadığınız için, yaptığınız işin saygı görmemesi, sözlerinizin dinlenmemesi diğer bir ifadeyle “ye kürküm”cülük. (ii) Kişiler arasında “yakın olmama” durumundan kaynaklanan, aslında yabancılaştırma alışkanlığının, Türkiye’de yerleşmemiş olması.

Ye kürküm”cülük

Aile ortamım dışında hayatımın her alanında karşılaştığım ve kendisine saygısı olan her insanın rahatsız olmasını gerektirdiğini düşündüğüm bir durum bu, “ye kürküm”cülük. Ben bunu, herhangi bir konuda üretilen işlerin, herhangi bir konuya yapılan katkıların, sorulan soruların, söylenen sözlerin kendinden menkul olarak değerlendirilememesi olarak tanımlıyorum. Yaptıklarınıza saygı duyulması ya da kaile alınmanız için o öznel saygınlık ölçütlerini karşılıyor olmanız gerekiyor. Bu ölçütler, gözlemlediğim ve yukarıda da belirttiğim gibi elbette değişken. Ancak ataerkil ve kapitalist sistem, siz yorulmayın diye sizin için pek güzel ölçütler hazırlıyor.

Saygı görmezden önce, ilk aşama olarak, yaptığınız işlerin kaile alınabilmesi için öncelikle mümkünse kadın olmamanız gerekiyor. Ez kaza kadınsanız, elbette fit ama muhakkak dişil gözüken, elbette bakımlı ama mümkünse rüküş değil; elbette saçları kuaförde yaptırılmış ama mümkünse kuaförden çıkmış gibi gözükmeyen; elbette kıyafetleri pahalı ama mümkünse marka bağırmayan ve elbette o gün moda olan güzellik anlayışına uyuyor olmanız gerekir. Bunlara sahipseniz, en azından ilk aşamayı geçebilir ve sözünüzün dinlenmeye başlamasını sağlayabilirsiniz. Bundan sonrası insan ilişkilerindeki başarınıza bağlı! Üç dakika lafınızı kestirtmeden kendinizi dinletebiliyorsanız şanslısınız. Karşınızdaki adam size asılmadığı halde sizi beş dakikadan uzun süre dinliyorsa bildiğin başarılısınız.

Kadın ve genç bir akademisyen olarak bu sorunu o kadar sık yaşıyorum ki… Sistemin dayattığı kalıplara direnerek, “ben” kalarak sözümü dinletebilmek, “siz” olabilmek en büyük mücadelelerimden birisi…

Kadın eleştirel olamaz, kadın “güvenlik” konuşamaz, kadın kuramsal bir konuda kafa patlatamaz. Bilim? Haşa! Kadın anca evcil konularda konuşur. Çiçek böcek olur mesela, sanat sepet ya da…

Solcu geçinen bir profesör samimi ve eleştirel sorunuzu yalnızca “bence hiç de öyle değil” diyerek geçiştirebilir. Yalnızca kadın olduğunuz için… Bilirsiniz, çünkü aynı içerikteki başka bir soru bir adam tarafından sorulduğunda, çıkışta o adamın elini sıkar aynı profesör. “Çok güzel soruydu” der… Bilmişliğimiz görmüşlüğümüz vardır… Unutmayız.

Erkekseniz de sorunlardan muaf değilseniz. Sistem, erkekler için de pek önemli ölçütler belirliyor. Her şeyden önce, “erkek” gibi gözükmelisiniz. Omuzlar geniş, vücut kaslı olacak. Kısa boylu ve zayıfsanız şansınız azalıyor. Tabi kısa boylu ve zayıf olduğunuz halde zenginseniz, sorun olmaz. Zengin olmak pek çok kapıyı açacaktır, şüpheniz olmasın. Zenginlik göreceli elbette! Ancak mutlaka eviniz arabanız olmalı. Mümkünse takımlarınızı giymiş olacaksınız. Daha snob ortamlardaysa işiniz, “günlük bir şıklığınız” olacak. Pahalı casual giysiler, giysinizin rengine göre takılmış pahalı saatler, kullanıyorsanız gözlükler tam size göre. Yetmez! “Güzel”inden en az bir kadın olacak hayatınızda elbette…

Erkekseniz ve akademisyenseniz, ODTÜ’den Boğaziçi’den mezun değilseniz, dediğiniz bir şeye kulak asılması zor. “Üniversite” ön koşulunu karşıladığınız halde gençseniz yine şansınız yok… Türkiye’de akademisyenlik, egonun en yüksek olduğu mesleklerden olduğu için; çağın gerisinde kalmış, 70’ine geldiği halde doktora tezinin ekmeğini yiyen, saygın akademisyenlerimiz, genç zihinlerin sözlerini, çocukluğa verme âdetindedirler. Bilmişliğimiz, görmüşlüğümüz vardır… Unutmayız…

Kuşkusuz akademide “saygınlık” sorunu başlı başına bir sorun. Ancak, bu sorunların en çok aşıldığı yer olmasının bekleneceği kurumlarda, bu konuya yaklaşımın toplumun genelini yansıtması şaşılacak şey… Gerçi şaşırmıyoruz artık…





Yabancılaştırılamama

Gündelik hayatta sıklıkla karşılaştığımız ancak samimiyetimizin olmadığı insanların, size “sen” “abla”, “abi” “dayı”, “emmi” deme durumu bu. Çok çok yaygın bir durum… Kuaförde kaşınızı alan kadından, üniversitedeki dekanınıza kadar her an herkes size “sen” diyebilir. Öncelikle yaşınız karşınızdakinden küçükse, hiç şansınız yok. Onun için mutlaka “sen”siniz. Tabi, bu kişinin mutlaka “siz” diyeceği bir “büyüğümüzün” çocuğu imajı çizmiyorsanız… Devlet büyüğü olur, para babası olur, mafya babası olur… Ama “baba” ya da “büyük” olacak, başka yolu yok! Burada, “sen”lik ya da “siz”lik bir samimiyet göstergesi olmanın ötesinde, bir küçümseme ya da “önemseme” göstergesi olmuş durumda. Dolayısıyla yabancılaştırılamama durumu aslında küçümsenme ya da önemsenmeme durumuyla aynı karşılığa sahip. İnsanların kendilerine, kendilerinden olana saygı göstermeme durumuyla ilişkilendirmem bu sorunu da, bundandır…

Aşikâr olduğu üzere, yabancılaştırılamama sorunu yukarıdaki ölçütlere sahip olup olmamanızla yakından ilgili… Doğrudan, ast-üst; amir-memur; işçi-işveren ilişkisinin olduğu ortamların dışında karşılaştığınız insanların size “siz” demesi için ataerkil ve kapitalist sistemin dayattığı kalıplara uyuyor olmanız, gerekli koşul. Ancak elbette yeterli koşul değil.

Elbette saygı görmenin tek göstergesi size “siz”denilmesi değil. Bu gösterge, yalnızca bizimki gibi insanın, insan olmaktan ötürü saygı görmesinin imkânsız olduğu toplumlarda bir anlama sahip. Hayatta ilk defa gördüğünüz, bir daha muhtemelen hiç görmeyeceğiniz ya da diyaloğunuzun iş ortamının dışına çıkmayacağı insanların “sen”i “ablası” “emmisi” olmama talebi de ancak bizimki gibi toplumlarda anlamlı…

Siz de siz olun, “sen” olmaya “siz” kalarak direnin!

İnsan olduğunuzu, hatırlatın insanlara…

Bunları da sevebilirsiniz