Eylül ayının sonları, dünya politikası açısından oldukça hareketli geçti. Bu hareketin en önemli sebeplerinden birisi, her yıl bir kere toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun başlamasıydı. Dünya politikasının oldukça çatışmalı, kanlı, kaçaklı durumu; oturumlara da yansıdı elbette. Kurulun gündeminde, iklim değişikliği ve yoksullukla mücade gibi konular olsa da, mevcut durumda oldukça akut sorunlar olarak beliren, Suriye krizi, terörizm, Ukrayna krizi, Yemen sorunu ve mülteci sorunu gibi konular oturumlara daha ilk günden damgasını vurdu. ABD Başkanı Barack Obama ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, açılıştan sonra, Genel Kurul’da yaptıkları konuşmalar, dünyanın birbirinden tamamen farklı motivasonlara ve tutumlara sahip bu iki devi arasındaki düellonun, zaman zaman sertleşen ama seviyeli birer adımı gibiydi. Genel Kurul’daki bu konuşmalar, dünya politikasının analiz edilmesi açısından önemli ipuçları taşıyor.
Obama ve Putin’in konuşmaları aslında siyasi tutumlarındaki farklılığı gayet açık şekilde gözler önüne serdi. ABD ve Rusya arasında, doğrudan bir mücadele alanı olarak beliren iki konunun, Ukrayna ve Suriye krizlerinin, aslında pekçok devleti, toplumu ve aktörü ilgilendiren konular olması, başka bir ifade ile oldukça fazla uluslararasılaşması, dikkatlerin bu konulara odaklanmasına neden oldu.
Obama’nın konuşmasında öne çıkan bazı noktalar, dış politikayı uzaktan ya da yakından takip edenleri pek şaşırtmadı. Konuşmayı takip eden İsrail heyetinin üstüne alınmamış olması ilginç olsa da, Obama Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı çocukların üzerine acımasızca bombalar yağdıran bir “tiran” olarak nitelendirdi. Suriye’de krizin patlak verdiği 2011 yılından itibaren, ABD’nin bu konudaki düşünceleri zaten sabittir. Hatta ABD’nin kriz başlamazdan çok önce, Suriye’yi “haydut” devlet ya da “şer ekseni” olarak nitelendirdiği hatırlanacak olursa, ABD’nin bu politik tutumunun oldukça tutarlı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu tutumun bir yansıması olarak Obama, Suriye’ye barış ve huzurun gelmesi için, Esad’ın mutlaka devre dışı bırakılması gerektiğini de belirtti. Burada da şaşılacak pek bir şey yok. ABD krizin başından beri, Esad’ın gitmesi için gerekli gördüğü birçok şeyi yapmaktan geri durmadı. Bu konudaki gel gitler, geçiş hükümetinin Esadlı mı Esadsız mı olacağı noktasında kitlenip durdu. İki ileri bir geri, bir arpa boyu yol ya alındı ya alınamadı… Ancak Obama’nın konuşmasında görece şaşırtan bir nokta vardı. Obama, ABD’nin IŞİD’e karşı mücadelede Suriye hariç (Esad yönetimi) her devletle işbirliğine hazır olduğunu belirtti ve ekledi “ hatta İran ve Rusya ile”. Ukrayna krizi nedeniyle ambargo uyguladığı Rusya ile, 5-6 ay önce gerekirse operasyon projelerinin masada tutulduğu kadrolu “haydut” İran ile, IŞİD mücadeledesinde işbirliği fikri… Bu fikir kulaklara ilginç geldi. Bu “parlak” fikri, en iyi ihtimalle “çaresizlik” olarak nitelemek yanlış olmayacaktır.
Putin’in konuşması üslub olarak daha sakin olsa da, içerik olarak oldukça yüksek tansiyonluydu. Konuşması sırasında, Ukrayna heyetinin salonu terk ettiği Putin, Ukrayna krizindeki tutumu nedeniyle yaptırımlara maruz bırakılan Rusya’nın, uluslararası toplumdan dışlanmasının mümkün olamayacağını, ABD’nin başını çektiği “yaptırımcılara” açık olarak belirtti. Bu hayalden vazgeçmeleri için “yaptırımcılara” haritada Rusya’nın yerine bakmalarını önerdi. Bu, “jeopolitik” kozunu çoktan masaya koymuş Rusya’dan sarkastik ve düşük dozlu bir ultimatom olarak nitelenebilir.
Putin’in konuşmasında öne çıkan diğer unsur ise, Ortadoğu’yu kasıp kavuran şiddet ortamı ile ilgiliydi. Putin Ortadoğu’daki kaosun faturasını gayet açıkça iki yüzlülükle itham ettiği ABD ve müttefiklerine kesti. Obama, IŞİD terörü özelinde, Ortadoğu’daki terörün, bölgedeki güç boşluğunda yeşerdiğini söyledi. IŞİD’e Rusya dahil olmak üzere, dünyanın birçok bölgesinden katılanların olduğunu belirten Putin, özellikle 2003’te Irak’a girilmesinden sonra, “sokaklara atılan” askerlerin ve BM’nin 1973 sayılı kararının ihlal edilerek Libya’da Kaddafi’nin devrildiği operasyondan sonra Libya’dan gelenlerin IŞİD saflarında başları çektiğini belirtti ve Esad’ı devirmesi umulan “Suriyeli muhalif” grupların silahlandırıldığını, eğitildiğini ve sonra IŞİD saflarına geçtiğini ekledi. Esad ile birlikte IŞİD’e karşı savaşmamayı tarihi bir hata olarak nitelendiren Putin, Rusya’nın Irak ve Suriye’de teröristlerle savaşan yönetimlere askeri ve teknik yardımda bulunduğunu söyledi ve uluslararası terörizme karşı mücadenin dürüst, eşgüdümlü ve uluslararası hukuka uygun olarak yapılması gerektiğini vurguladı (hurriyet.com.tr).
Putin’in konuşması çerçevesinde birkaç noktanın altını çizmek mümkün. Öncelikle Putin, Rusya’nın, ABD ve müttefiklerinin yöntemleriyle etkisizleştirilemeyecek bir aktör olduğunu beyan etti ya da algıları bu doğrultuda yönlendirmek istedi. Bu yukarıda belirtilen, “jeopolitik” kozu masada tuttuğunun açık göstergesi. Nedir Rusya’nın jeopolitik kozu ? Uzak Asya’dan Avrupa’ya uzanan geniş toprakları, zengin fosil yakıt kaynakları, etkin enerji üretimi, durgunluk içerisinde olsa da ortak düşmana karşı mücadele eden müttefiklerinin silahlanmasını finanse edebilen ekonomik durumu. Üzerinde durulması gereken diğer önemli konu ise, Putin’in, Rusya’nın son 10 yıldır sıklıkla kullandığı “uluslararası hukuk” kozunu, çok daha güçlü şekilde vurgulaması. Bu, üzerinde dikkatle durulması gereken bir konu çünkü, “uluslararası hukuk” kozu tarihsel olarak ABD ve müttefiklerinin etkin kullandığı bir kozdur. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Birleşmiş Milletler’in kurulması ve Bretton Woods sistemin inşa edilmesinden itibaren, ABD önderliğinde emperyalist devletler, uluslararası hukuku hem iç kamuoyuna hem uluslararası kamuoyuna hem de denetim altında tutmak istedikleri devletlerin yönetimlerine karşı kuvvetli bir ikna ve terbiye aracı olarak kullandı. Ancak, Soğuk Savaş’ın bitişi ile, eski Batı bloğunun muzaffer savaşçılarının, kendi kurdukları uluslararası hukuku delik deşik etmeleri, birçok etken nedeniyle saklanamaz hale geldikçe Rusya, daha da kuvvetle uluslararası hukuka sarıldı. Bu basitçe reelpolitik olarak analiz edilebilecek olsa da, hukukun nasıl da iktidarın oyuncağı olduğunu da gözler önüne seriyor. Bakunin’in söylediği gibi “hukuk siyasetin fahişesidir” sonuçta.
Üzerinde son olarak durulması gereken nokta, Rusya’nın IŞİD ile mücade özelinde “bir çözüm odağı” olarak belirmesi, planları, güçlü alternatifleri olan ve herkesi kendi yanında mücadeleye sevk etmeye hevesli bir lider görünümü çizmesi. Burada özellikle, kapısına dayanan mültecilerle zorlu bir sınav veren ve sınavda hezimeye uğrayan Avrupa’nın paniğini unutmamak gerek. Ne de olsa, ABD her zamanki gibi yaktığı yangın yerinden uzakta ve Ortadoğu’nun ateşi, Avrupa’yı kasıp kavurmaya başladı bile. O halde en yakın çözüm, Avrupa için en iyi çözüm. Neden olmasın? Olabilir.