Güvenli Bir Para İhtiyacı

Son dönemin popüler konusu, başta Bitcoin olmak üzere kripto (şifrelenmiş) paralar. Kripto parayı savunanların en temel argümanı, merkez bankalarından, dolayısıyla da ulusal ekonomilerdeki iniş çıkışlardan etkilenmeyeceği varsayılıyor. Azımsanmayacak bir kesim ise bunun ciddi bir kandırmaca olduğu kanısında. http://www.bloomberght.com/haberler/haber/2080929-krugman-bitcoin-bu-iyi-bitmeyecek

Hal böyle olunca da, büyük ölçüde 2007-2008 krizinin sonucu olduğunu düşündüğüm bu gelişme konusunda ben de bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. Öncelikle, uzmanı olmadığım işin teknik kısmının bu yazı kapsamında yer almayacağını söylemem gerek. Bu yazıda kripto paraları yaratan, en azından belli kesimlerce, meşru bir değişim aracı olarak algılanmasına neden olan ekonomik ve siyasi nedenleri, tarihsel bir bakışla ele almaya çalışacağım.

2008 krizinin en önemli ve belki de tek yaralı sonucu, gelişmiş kapitalist ülkeler tarafından basılan rezerv nitelikli paraların gerektiğinde nasıl tehlikeli bir silaha dönüşebileceğinin, sadece bizim gibi ülkeler için değil, bu paraları basan gelişmiş ülkeler için de geçerli olabileceğinin görülmesi oldu. Gelişmiş ülkelerin sıradan vatandaşları, kriz sonrası, krizden çıkışın yolu olarakgelişmiş ülke Merkez Bankalarınca ortalığa saçılan paralar nedeniyle çok ciddi varlık kayıplarına uğradılar. Aynı durum dış ticaretini sürdürebilmesi için söz konusu paraya ihtiyaç duyanbizim gibi ülkeler açısından da söz konusu oldu.

Birçok kez yazdım ama bir kez daha kısaca hatırlamakta yarar olduğu kanısındayım: Her şeyinbaşlangıcının, İkinci Dünya Savaşı henüz sonlanmadan, Temmuz 1944 tarihinde ABD’nin BrettonWoods isimli kasabasında toplanan  Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.Sovyetler Birliği “tehdidine” karşı, “batı” yanlısı ülkeler arasında ticaretin geliştirilebilmesi için ABD dolarının, uluslararası ticarette kullanılan rezerv para olması bu toplantıda karara bağlandı. Değeri altına göre belirlenen tek ulusal para olarak 1 ABD Dolarının değeri 0,88867 gr. altın olarak sabitlendi, sabitlenmekle de kalmadı, ABD’de talep olduğunda doları bu değer üzerinden altına çevirmeyi taahhüt etti.

BretonWoods’da dünyaya altın karşılığı olarak sabit bir para taahhüt eden ABD, 1971’de, tek taraflı aldığı bir kararla, doları altına endekslemekten, yani elinde dolar bulunanlara talepleri durumunda altın verme taahhüdünden vazgeçtiğini açıkladı. Sistem, anlaşmaya taraf diğer ülkeler aleyhine olarak çökertildi. 

Ne olduysa ABD’nin dünyaya attığı, dünyanın da tek söz etmeden kabul ettiği/etmek zorunda kaldığı bukazık sonrasında gerçekleşti. Altına bağımlılığından, yani piyasada bulunabilecek dolar miktarına ilişkin her tür kısıttan kurtulan dolar, bu tarihten sonra uluslararası ticarette kullanılantemel değişim aracı olmanın yanı sıra, ABD ulusal çıkarları doğrultusunda siyasi bir enstrüman/silah olarak da kullanılmaya başlandı. Sözde bağımsız FED, Amerikan çıkarlarının küresel çapta gerçekleştirilmesine yönelik olarak en önemli politik araçlardan biri hale geldi.

ABD’nin tüm diğer ülke ekonomilerini, ABD Merkez Bankası’nın (FED) doların değerine ilişkin tasarruflarına (faiz seviyesi ve piyasadaki dolar miktarı/emisyon) bağımlı hale getiren bu tek taraflı kararının, bugün küreselleşme diye ifade edilen ve sürece direnenlerin gizli/açık operasyonlarla tasfiye edildiği, neoliberal, küreselleşmeci siyasal/ekonomik sistemin başlangıcı olduğunu varsaymak yanlış olmayacaktır.Para değişim aracı olmaktan çıkarıp, alınıp satılan, spekülatif bir mala dönüştürüldü.

45 yılı aşkın süredir devam eden neo liberal küreselleşme macerasının en ayırıcı özelliği, her seferinde ve her nedense, sermayenin daha da merkezileşmesine/tekelleşmesine yarayan finans sektörü kaynaklı krizler oldu.Her krizde çevre ülkeler varlık kaybına uğrar ve yoksullaşırken, ABD çıkarlarından bağımsız düşünemeyeceğimiz uluslararası mali sermaye neredeyse dünyanın tüm varlıklarını ipotek alacak kadar semirdi.

Bu durum, 2006 yılında emareleri görülmesine karşın, “kedidir kedi” denilerek görmezden gelinen ve 2008 yılında, şişirilmiş emlak fiyatları balonunun patlaması ile görülmek mecburiyetinde kalınan krize kadar böyle sürdü.

Krizin, beklenmedik şekilde ABD merkezli olarak patlamış olması ve başta ABD olmak üzere tüm gelişmiş ülkelere hızla yayılması, önceki krizlerden farklı olarak, bu kez krizin bu ülke halklarını vurmasına neden oldu. Bu durum, sistemin güvencesi kabul edilen, 45 yıldır uygulanan bu politikalar sonucu ciddi varlıklar kazanmış görünen bu ülkelerin orta sınıflarını ciddi varlık ve refah kayıpları ile karşı karşıya bıraktı. İş varlık kayıpları ile de kalmadı, ücretler düştü, başta çalışma hakkı olmak üzere sosyal haklarda ciddi kısıtlamalara gidildi. Uzun yıllar sonra, bu ülkelerde ilk defa aşırı finansallaşmaya dayalı neoliberal ekonomi politikaları tartışılır hale geldi. Tartışma ekonomi politikaları ile de kalmadı, ulus devletlerinin çağının dolduğu iddiasıyla kendini var eden sistemin yani neoliberal küreselleşmeci politikaların meşruiyeti bizzat merkez ülkelerin vatandaşları tarafından tartışılır hale geldi. Mevcut sistemi savunan partiler, politikacılar ciddi saygınlık/etkinlik kaybı ile karşı karşıya kaldılar.

Sistemin tartışılır hale gelmesi, sistem savunucusu kesimleri, krizin etkilerini gidermese de etkilerini görünmez kılabilmek, krizin kontrol altına alındığı algısını yaratabilmek için, yoğun çaba içine girmeye zorladı. Yaklaşık 1,5 yıl süren şaşkınlık döneminin sonunda, aranan çözüm bulundu. Bulunan formül, QuantitativeEasing yani “Parasal genişleme” adı altında para basmak yani piyasadaki dolar miktarını artırmak, faizi sıfır düzeyine hatta eksiye düşürmek, bu şekilde değersizleştirilmiş paralarla, finansal kuruluşların çöpe dönüşmüş finansal varlıklarını satın almak oldu.

Paralar, ABD başta olmak üzere AB, İngiltere ve Japonya Merkez Bankaları tarafından basıldı. Gelinen noktada, bu sürecin de sonuna yaklaşıldığı görülüyor. Merkez Bankalarınca ortalığa saçılan onca parayla, çöp değerindeki “finansal varlıkların” hala değerli bir şeymiş gibi işlem görmesi -en azından görüntüde- sağlandı, ancak krizden bu yana geçen 10 yıla yakın süreye karşın ekonomilerde beklenen iyileşme bir türlü gerçekleşmezken, gelişmiş ülke merkez bankalarınca uygulanan parasal genişleme politikalarının sonucu; emisyon ve faiz hadleri ile paranın değeri arasındaki ilişkinin koparılması yani paranın güvenilir bir değişim aracı, parayı basan Merkez Bankalarının da güvenilir kurum olma özelliğini büyük ölçüde kaybetmesi oldu.

Bitcoin ve benzeri gizemli kripto paraların enteresan parlayışları, tam da bu güvenin yok olma sürecinde başladı. Kripto paralar, ABD başta olmak üzere rezerv para basan sözde bağımsız merkez bankalarının yarattığı güvenilmezlik duygusunu yenmenin, insanlara çok zor elde ettikleri varlıklarını sözde bağımsız merkez bankalarının yıkıcı kararlarından korunmanın “güvenilir bir alternatifi” olarak piyasaya sürüldü.

Bu noktada, kripto paraların, günümüzde ulusal sınırları aşan bir güç elde eden finansal piyasaların, devleşmiş küresel şirketlerin ihtiyaç duydukları güvenli, “siyasetin neden olduğu dalgalanmalardan etkilenmeden küresel egemenliklerini sürdürebilecekleri değişim aracı alternatifi olup olamayacağı sorusunun yanıtlanması gerekiyor.

Bu konudaki görüşlerimi bir sonraki yazımda sizlerle paylaşacağım.

Bunları da sevebilirsiniz