O Kadınlar; ‘Öteki’ler

Öncelikle, 2016 yılında yaptığım alan araştırması üzerine, bu ayki yazımı trans kadınların sesine ses, mücadelelerine destek amaçlı olarak yazıyorum. Genellikle trans kadınların hikayeleri hep eski türk filmlerindeki gibi hüzünlü, duman altı mekanlarda, harap olmuş sahnelerle dolu olarak hatırlanır. Hepsinin birbirinden ayrı olmaları dışında, bu topraklarda kaderleri hep aynıdır: Toplum baskısı, dışlanma, şiddet, ölüm… Toplumun yarattığı bu öfke, nefret dolu hayatın içerisinde bir yerlere tutunmaya çalışan bu kadınların gösterdiği direnişle tıpkı yaşam mücadelesi veren bir savaşçıyı hatırlatır.

Her şeye rağmen geçen zaman, birlikte attığımız kahkahalarla, hayatla dalga geçercesine ettiğimiz muhabbetler dışında, o kadınların yaşanmışlıklarını, acılarını gözlerinden okunur hale getiriyor. Aslında toplumun görmek istemediği, yok saydığı o kadınlar, bizim içerimizde hep varlardı, varlar.

Yaptığım görüşmelerde farklı mekanlar kullandım: Dernekler, trans kadınların evleri, kafe ortamları… Kadınların hepsi birbirinden farklı, fakat yaşadıkları hayat birbirisinin aynı. Bu hikayelerinde acı, hüzün, umut, heyecan… Bütün duygular var. Görülmeyen, yok sayılan, karanlığa gömülen bu kadınlar, karanlığı aydınlatan bir nevi ışık gibi parlıyorlar. Yaşanan hikayeler, bize itilmenin, hor görülmenin, ‘öteki’nin hikayesini anlatıyor.

Bu kadınların kimi genelevde çalışıyor, kimi sokakta, kimi evinde, kimi gece kulüplerinde. Bazısı, içine düştüğü bu durumla boğuşuyor, bazısı seks işçiliği yaptığı zamanki hikayelerini anlatırken kurtulmanın sevincini taşıyor, bazısı da seks işçilerini görünmez kılan topluma kafa tutuyor.

Bu kadınların hayatları, gece başlıyor, sabaha karşı son buluyor. İş, para kazanma, hayatını idame ettirebilme derdi… Yalnızca o kadar. Elbette arkadaş çevreleri var; ‘öteki’ler… Ama bu dünyaya bir kez gelen tüm insanlar gibi, onların da hakları, istekleri, arzuları var. Biz onları görmezden geldiğimiz gibi, bunları da görmüyoruz.

Bu kadınları gündelik hayatta çok fazla göremiyoruz. Sabaha kadar çalıştıkları için akşama kadar uyuyorlar, akşam da hazırlanıp tekrar işe çıkıyorlar. Bu, kısır döngü içerisinde insanlığını unutturan şartlardan başka bir şey değil aslında…

Bu kadınlar bir alışveriş merkezinde, bir kafede, bir konferansta, okulda, işte karşımıza çıkmazlar genellikle. Toplumun itici bakışları, şiddeti, ön yargıları, yoksaymalarına yeterince maruz kalıyorlar. Bir de üstüne böylesine etiketleyici, böylesine şiddete maruz bırakıldıkları toplumun içerisinde de pek yer almak istediklerini düşünmüyorum zaten.

2016 yılında yaptığım alan araştırmasında, görüştüğüm kadınlardan birine yönelttiğim sorunun karşısında aldığım cevap, bu durumu ortaya koyuyor diye düşünüyorum. Sorum; “ Kendinizi sosyal bir insan olarak nitelendirir misiniz? Neden?” Cevap ise; ‘ “ Değilim. Genelde işe çıkar, kendime zaman ayırırım. Güzelliğimi korumak zorundayım. Bedenimle çalışıyorum çünkü. Aman bir günde, kızlarla gezelim, eğlenelim diyemiyoruz. Sadece işe çıkmadan önce oturup dedikodu yapabiliyoruz hazırlanırken.” (G 3)’

Yukarıdaki soru, herhangi birimize sorulduğunda, cevaplar çok fazla değişkenlik gösterecektir. Kim bilir, neler neler ekleyeceğizdir belki de… Fakat bu soruyu yanıtlayan kadınlardan hiçbiri farklı bir cevap vermedi.

Peki, yıllar öncesinden belki felsefeye giriş derslerinde gördüğümüz Aristo’nun “İnsan sosyal bir varlıktır!” ifadesi nerede? Yahut insan hakları bunun tam olarak neresinde? Ya da biz, o kadınları ne kadar görüyor, ne kadar içimize alıyoruz? İstekleri aslında bizim isteklerimizden farklı değil; insan gibi yaşamaktı , o kadar. Hande Kader’in de, Alev’in de, daha nicelerinin de…

Oysa şunu unutmamamız gerek; “Trans hakları insan haklarıdır!”

Ne diyordu Athena; “Kovalıyorsun kendi kendini, hayat buysa ben yokum der gibi… Dönüyorsun hep aynı yere, yeni baştan başlıyormuş gibi…”

Şarkı için; https://www.youtube.com/watch?v=cNPei56WhAk



Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın