Masallarda Kadınlar ve Toplumsal Cinsiyet: Çocuklara İletilen Mesajlar

Kadının adından, kadının özne olmasından daha önce bahsetmiştim sizlere. Bir de kadınların özgürleşmesi/özgürleştirilmesi gerektiğinden dem vurmuştum. Bunların masallarla ne ilgisi var diyeceksiniz şimdi! Hem de çok ilgisi var! Bu yazı zaten onu anlatmak için yazıldı.

Masallar en basit haliyle toplumsal yaratımın, imgelemin, kültürün ve tarihsel mirasın hem taşıyıcıları, hem de yeniden üreticileri olarak tanımlanabilir. Her ne kadar bireysel yazarları olan klasik masallar çokça mevcut olsa da, hepsinin kollektif bellek ve toplumsal değerler temelinde şekillendirilmiş birer halkbilimi ürünü olduklarını söylemek çok da yanlış olmaz sanırım. Aslında masalın esas hedefi çocukladır; amacı da verdiği mesajlarla çocukları erişkinliğe hazırlamak. Masallar genellikle çocuklara kültürün ana taşıyıcısı olan anneler ve anne rolündeki bakıcı kişiler tarafından anlatılır. Masallar aracılığıyla çocuklar büyülü bir dünyayla tanışırlar. Çok küçük yaşlardan itibaren kişilik gelişimlerinde önemli bir yer edinecek olan temel mesajlar da, çocuklara yine bu masallar aracılığıyla iletilir. Çocuklar, kimi zaman korkarak, kimi zaman sevinerek, kimisinde mutlu bir sonla, kimisinde de hatalı davranışının bedellerini ödeyen kahramanlara acıyarak, gereken mesajları alırlar. İlginç olan ise, bu mesajların içinde masalların özüne işlemiş olan toplumsal cinsiyet tanımlarının, kadın ve erkek stereotiplerinin mevcut oluşudur.

İşte bu noktada bir kadınından bahsetmek istiyorum: Melek Özlem Sezer. Kendisi, “Masallar ve Toplumsal Cinsiyet” adlı kitabın yazarı. Aslında bu kitap, Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim dalındaki yüksek lisans tezinin kitaplaştırılmış hali. Kendisi, bu çalışması ile 2010 yılı Oğuz Tansel Halkbilimi ödülüne layık görülmüş bir kadın. Kitabının ilk sayfasında şöyle bir tanımla çıkıyor karşımıza Melek Özlem: “Masal, bir hayal disiplinidir.” Onun tanımıyla, bu hayal dünyası içinde ağlatan, güldüren, hayat dersi veren, yaşamı irdeleyen, aşk ve erotizm başta olmak üzere arzuyu merkezine alıp bizlere öğreten bir yapıdadır masallar. İlk bakışta çok da masum olduğunu düşündüğümüz masallar çözümlendiğinde, “kurduğu gerçekliğin ve kurnazca altbene işlediği iletilerin, yarattığı hayallerden çok daha şaşırtıcı olduğunu” tespit eder yazarımız.

Masallarda kadınlara ve erkeklere biçilen toplumsal cinsiyet rollerine kısaca bir göz atalım: Kadınlar çoğunlukla zayıf, mağdur, hatta kurban rollerine layıktır; genelde erkek kahramanların yardımına, sevgisine, şefkatine muhtaç, bağımlı ve edilgendirler. Kendileri için konuşamazlar; çoğunlukla üvey annenin elinden ancak iyi kalpli ve cesur bir prens tarafından kurtarılmayı ümit edip duran kırılgan varlıklardır. Öte yandan, masallardaki kadın stereotipleri genelde iyi ve kötü olarak ikiye ayrılırlar: bir yanda güzelliği, saflığı ve iyi kalpli olmayı temsil eden kadınlar; diğer tarafta ise onlara kötülük eden, zalim, güçlü, cinselliği öldürücü ve tehlikeli kadınlar. Erkeklere biçilen rol ise, kahraman ve kurtarıcı olmaktır. Bunu yapabilmeleri için erkek kahramanların, fiziksel olarak güçlü, maddi olarak zengin ve pratik zekâlı olmaları kaçınılmazdır. Ayrıca, zaman zaman kendilerine sadık arkadaş ya da yardımcılara sahip olmaları da gerekmektedir.

Bu bağlamda, özellikle kadınlar açısından iki şeye dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan ilki, masallarda kurtarılan, mutlu sona ulaşan, erkek tarafından sevilen ve onore edilen kadınlar, bağımlı kadınlardır. Ataerkil çerçevede ancak erkeğe tabi ve onun istediği güzelliğe ve saflığa sahip kadınlar, arzulanmaya ve de evlilik ile ödüllendirilmeye layıktırlar. İkinci olarak, bağımsız kadın karakterleri şöyle bir hatırladığımızda, bunların hemen hepsinin kötü bir sona adeta mahkûm olmaları dikkate çekicidir. Doğaya hükmeden, olağanüstü güçlere ve özelliklere sahip, cinsellikleri ölümcül olan bu kadınlar, erkek kahramanların korkulu rüyasıdır; ya kontrol edilmedirler ya da ortadan kaldırılmalıdırlar.

Ataerkilliğin şekillendirdiği toplumsal cinsiyet değerleri, toplumdaki makbul kadın ve erkeklerin temel özelliklerini ve onlardan beklenilen rol kalıplarını daha küçücük ve genç beyinler olarak bizlere sunmaktadır. Çoğumuz dinlediğimiz masalları hatırlamayacak kadar küçük yaşlardan itibaren, bizlere anlatılan bu klasik masallar aracılığıyla bu değerleri öğrenmeye başlarız. Uzmanlara göre, çocuklarda psikolojik gelişimin en hızlı olduğu dönem 0-3 yaştır. Bu dönemde çocukların beyinleri, kendilerine iletilen tüm verileri adeta bir sünger gibi emerler. Piaget’e göre, 2-7 arasındaki çocukların yetişkinlerden farklı, kendilerine özgü bir düşünme ve akıl yürütme biçimleri vardır. İşlem öncesi dönem olarak adlandırılan bu dönemde çocukların semboller kullanma yeteneği gelişir ve hayal güçlerini kullanarak düşünmeye başlarlar: sembolik zekâ ve sembolik düşünmeyi besleyen masallardaki mesajların şekillendirmeye başladığı çocuklar, geçirdikleri sınırlı deneyimler nedeniyle kalıp yargılar geliştirmeye yatkındırlar. Tek boyutlu düşünme döneminde olan ve masalların büyülü dünyasıyla çoktan tanışmış olan 2-7 yaş arası çocuklar, masallardaki ataerkil toplumsal cinsiyet değerlerini kolayca kabul ederler. Yine Piaget’e göre çocuklar ancak 7-11 yaş arasındaki somut işlemler döneminde mantıksal düşünme ve dolaylı gerçeği kavrama yetkinliğine erişmektedirler. Yani masalların ilettiği toplumsal cinsiyet temelli mesajları çocuklar ancak 7 yaşından itibaren kavramaya başlarlar. Öte yandan, masallardaki temel mesajları sorgulamak ve onlar hakkında akıl yürütmek, ancak 11 yaştan itibaren soyut işlemler döneminde mümkün olmaktadır.

Klasik masalların ötesinde, günümüzde modern iletişim araçları aracılığıyla bu masalların modern versiyonları olan çizgi filmler, animasyonlar ve sinema filmleriyle çocuklarımız ataerkil toplumsal cinsiyet kalıplarını öğrenmeye devam etmektedirler. Böyle geleneksel ve ataerkil toplumsal cinsiyet kalıplarını, büyülü ve görünmez imgelerle çocukların hayal dünyasına sokan ve bilinçaltına iletilen mesajlarla onların beyinlerine işleyen masallar ve de onların modern versiyonları, yetişkin hayatlarımızı da aslında çoktan ele geçirmiştir.

Masallarda toplumsal cinsiyetin irdelendiği kitapta Nikos Kazancakis’in güzel bir sözüne de yer verilmiş: “Gerçekten daha gerçek olan bir şey var mıdır? Evet, vardır: Masal! ” Çocuklarımıza anlattığımız masalları, sadece birer hayal ürünü, büyülü dünyanın gerçek olmayan küçük hikâyeleri olarak küçümsemeden önce, değerler eğitiminin bebeklikten çocukluğa ve oradan da ergenliğe taşınan dönemlerde büyük ölçüde aile ve eğitim sistemi aracılığıyla şekillendiğini hatırlamamız gerekmektedir. Aslında masallar, ileride gerçekliği anlamlandırmada ve kendimizi buna göre konumlandırmada bizlere rehberlik edecek olan temel değerleri şekillendiren belki tek değil, ama önemli araçlardan birisidir. Bu nedenledir ki, okul çağına erişmemiş küçük kızınızın ileride başarılı bir bilim insanı ya da profesyonel bir kadın olmasını hayal eden anne ve babalar olarak, doğduğu günden bu yana ona kadın tiplerinin edilgen, zayıf, bağımlı veyahut bağımsız olsa bile, kötücül ve tehlikeli bireyler olduklarını anlatan masallar okumaktan belki de vazgeçmelisiniz. Aynı şeyi, küçük oğlunuz için de farklı bir açıdan söyleyebiliriz. Bir anne olarak, naçizane bir tavsiyedir efendim.

*Yazıyla ilgili görseller web alıntısıdır. 

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın