Dibeklihan İsyankar Bir Kale Gibiydi..

Gece yarısından sonra korkutucu Bodrum depreminin gerçekleşeceği 20 Temmuz 2017 gününün akşamı Dibeklihan’da bir konferans gerçekleştirdim. Gerçekten hayretler içinde kaldığım bir otantik kale veya şato görünümündeki bu mekanda bin bir emekle yaratılanlar, üzerinde çok uzun incelemeler yapılacak değerde idi.

Dibeklihan, gençlik yıllarından beri görsel olarak tanıdığım ama hiç tanışmadığım Petrol Yüksek Mühendisi ünvanlı Cenap Tezer, saygıdeğer eşi mimar Gülay hanımefendi ve çok meleksi evlatları Emrah ve Uluç’un birlikte yarattıkları ve yaşattıkları bir “isyankar kale” gibi göründü bana.


Cenap Tezel

Çünkü bu mekanlar kompleksinin içinde yaratılanlar, günümüzdeki kötülüklere, her şeye isyan eder gibiydi. Sanatsızlığa kültürsüzlüğe, gericiliğe, hoyratlığa, tüm tarihimizi yok eden talancılığa, suni yapılaşma modasına, beton hoyratlığına ve her türlü yerel, ulusal ve küresel Emperyalizme başkaldıran, isyan eden bir kültür çığlığı, sürekli yankılanıyordu bu kalenin duvarları içinde.

“Heeeyt ulen istilacılar, topunuza isyan ediyorum. Tüm insanlığın; bu arada Aziz Türk kavminin çağdaş ve cumhuriyetçi başkaldırısını topunuza takdim ediyorum” diyen kadim tebliği, Dibeklihan’ın tamamen taştan inşa edilmiş sokak ve mekanları arasında gezinirken kulaklarımda duyar gibi oldum.

Dibeklihan’da, Orhan Kemal meydanı, ressam Nedim Günsur sokağı, Fikret Otyam Meydanı gibi Türkiye kültürünün yapıtaşlarını yansıtan daha nice kale içi kültürel bölümler, sergi salonları, atölye salonları, hediyelik eşya dükkanları, kafeler, restoranlar var.. İğne ile oya işlercesine mimari bir duyarlıkla birbirine eklemlenmiş mekanlarda dolanırken gerçekten bir Selçuklu ortaçağ kalesi içinde geziyor gibi ve Türkiye kültürünün içinde adım adım ileliyormuş gibi bir heyecan içinde oldum.

Bir sergi mekanında sevgili dostum ve hocam ressam Güven Zeyrek’in sergisi ile de karşılaştım. Hocama uzaktan selamlarımı sundum.

Bu kalede saatlerinizi zevkle tüketirken usta işi sergiler, defileler, paneller, seçkin konserlerle kucaklaşıyorsunuz. Benim konferansımdan önceki hafta, Köy Enstitüleri üzerine tam bir haftalık bilimsel çalıştay vardı. Her akşam, 200 civarında içlerinde Yılmaz Özdil’in de sürekli bulunduğu bir seçkin kitle etkinliği izlemiş ve alkışlamış.

DERVİŞ TADINDA CENAP TEZEL

Beni Bodrum otogarından alarak, tam bir gün konuk eden ve sonra deprem sabahı yine Bodrum otogarında otobüsümün içine beni teslim eden Dibeklihan’ın yaratıcısı Cenap Tezel beyefendiyi size biraz anlatmak isterim.

“Beyefendi” dedim ama, şöyle bir ekleme yapacağım; derviş tadında, duyarlı, mütevazi, yoğun kültürlü, Bodrum’a sonradan yerleşmiş azgın komprador zenginlerde asla bulunmayan derin bir tevazu, anlayış, samimiyet içinde bir çağdaş Türk aydını ile karşı karşıyasınız. Kale içindeki evinin duvarları Türkiye ressamlarının tabloları ve masasının üzeri yeni yayınlanmış ilginç kitaplarla dolu.

Biraz hayıflanmadım değil..

Çünkü 1963 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ni (İTÜ) kazanıp adımımı o kapıdan içeri attığım günlerde dikkatimi çeken uzun boylu, dalgalı düz saçlı, çok hızlı yürüyen yakışıklı bir öğrenci genç belleğime sürekli takılı kalmıştı. O benden birkaç yaş büyük ağabeyimdi. Maden Mühendisliği Fakültesi’nin Petrol bölümünde okuyordu. Ben de Maden Fakültesi’ni ondan 3 yıl sonra kazanmış ve Petrol Bölümü’nü tercih etmiştim. Hoş, o bölümde iki sene okuyup, yeniden İTÜ imtihanlarına girip tek sene kaybederek Kimya Mühendisliği’ne geçtim.

Cenap Tezel, gençliğimizin en güzel yıllarını bizden koparıp alan ve sürekli ders çalışmakla geçirdiğimizi üniversite yıllarımızın içinde değişik fizyonomisi ile belleğimde yer etmiş bir ağabeyimizdi. Ne yazık ki üniversitede tanışmadık.

Ne yazık ki daha sonraki hayatımızda da tanışmadık.

Ne yazık ki üniversite yıllarımızın ardından gelen 12 Eylül öncesi İzmir’deki fırtınalı ideolojik ortak uğraş yıllarımızda da tanışmadık.

Keşke tanışsaydık, konuşsaydık.

Çünkü üniversite yıllarımızdan tam 54 sene sonra (yani 1963’ten 2017’ye) tanıştığım ve buluştuğum Cenap Tezel ile bir günlük konuşmalarım sonucunda her türlü düşünsel, siyasi, ahlaki, sosyal, kültürel ve insani konularda tam mutabakat içinde olduğumu gördüm ve gururlandım. Onun adına da gururlandım, kendim adına da.. Çünkü kendime benzeyen bir değerli kültür insanı ile kaynaşmıştım, üstelik 54 yıl içinde bir yün örgüsü dikkati içinde oluşturduğum düşünsel birikimimi takdir ve tasdik eden bir büyüğümü, epey geç de oysa kazanmıştım. Ona İzmir’den özenle hazırlayıp armağan getirdiğim kendisinin 12 Eylül öncesi CHP İzmir İl yönetim kurulundaki fotoğraflarını getirdiğimde epey sevindi, ben de sevindim.

İkimiz de her türlü güncel siyasi hüznümüze rağmen biraz gülümsemeliydik. Bu ülkede satılmadan, halkımıza ihanet etmeden, arsızlaşmadan, ahlaksızlaşmadan bu kadim topraklara hizmet edebilme şansını ele geçirmiştik, hala canla başla uğraşıyorduk. Ben bir yazar olarak, Cenap büyüğüm bir Dibeklihan yaratıcısı olarak bu cumhuriyetin ulu kurucusu babalarına ve kahraman yapı ustalarına layık olma yolunda ilerliyorduk.

Bu duygularla konferansın gerçekleşeceği Orhan Kemal Meydanı’na yöneldim.

Ama önce bir isyan kalesi gibi Türkiye’nin güncel düzenine isyan eden Dibeklihan neresi, onu anlatayım.

DİBEKLİHAN NERESİ?..

Gözlerinizi Bodrum’a çevirin.

Ortakent’teki kavşaktan Yalıkavak yönüne dönüp, Yalıkavak yoluna girdikten 2 km sonra soldan Yakaköy’e bir yol ayrılır. Bu ayrımdan itibaren 1,5km sonra sağda, doğa ile bütünleşmiş bir taş yapı ile karşılaşırsınız. Otopark girişindeki taştan babalar üzerindeki iki büyük yoğurt dibeği bu yapıya adını verir: Dibeklihan.

Gerçek bir vizyoner olan Cenap Tezer’in, eşi ve evlatları Emrah ve Uluç, dahası tüm ailesi, gelini ve torunları ile yarattığı ve bir kültür sanat cennetine dönüşen bu mekanda, sergiler, söyleşiler, film gösterileri ve konserler sürekli yer alıyor.

Emrah ve Uluç Tezer ile de tanışma fırsatım oldu. Emrah kardeş bana tam 40 yıl hayatım boyunca ilkel malzemeler (posterler, ressam şövaleleri, agaçtan gösterge sopaları) eşliğinde yaptığım konferanslar yerine bilgisayardan fotoğrafların sahne perdesine yansıtılarak elime tutuşturulan bir dolmakalem gibi oynatıcı ile konferansı sürdürebileceğimi bana zar zor bana inandırdı, geleneksel tutuculuğumu kibarca kırdı ve gerçekten ilkellikten modernliğe onun sayesinde geçtim. Kardeşi Uluç Tezer de kibar ve çok sevimli kişiliği ile yüreğime yerleşti.

KONFERANS SÜRECİ

Bu yılın başında Cenap Tezer beni arayarak Kanal-D televizyonunda oynamaya başlayan “Vatanım Sensin” dizine yaptığım yoğun eleştirileri Dibeklihan’da bir konferans ile topluma sunmamı teklif etti. Beni ona öneren yakın dostu Sözcü gazetesi yazarı kardeşimiz Yılmaz Özdil imiş.

Hemen teklifi kabul ettim. Ancak konferans tarihi ancak 20 Temmuz olacakmış. Tamam dedik. Bu haberi duyan dostlarım “İzmir’in İşgali ve Kurtuluşu” ile 20 Temmuz tarihinin yani Kıbrıs Barış Harekatı’nın ne ilgisi olabileceğini surdular, konferansın neden 9 Eylül’de değil, dediler.

Ben içimden güldüm. İzmir’in İstiklal Mücadelesi ile Kıbrıs tarihi arasında öyle bir bağlantı vardı ki, bunu Türkiye ve Yunanistan tarihçileri asla bilmiyorlardı, bilemezlerdi, evet ilk kez bu konuyu Dibeklihan’da anlatacaktım.

Böylece Çeşme’den Kamil Koç otobüsüne atlayıp Bodrum’a geldik.

Konferansıma önce Bodrum’dan kalkıp İstiklal Savaşı’na katılmış daha sonra İstiklal madalyalı Bir Muğla milletvekili olarak Atatürk’lü Meclis’te görev yapmış değerli tarihçi Prof.Avram Galanti’ye ve Halikarnas Balıkçısı’na sevgi ve saygılarımı sundum..

Sonra iki öncü özel paradigmamı açıkladım.

  1. Türkiye ve Yunanistan iki simetrik ülkedir; paralel eylemlerle birbirlerinden kurtuluş savaşları yoluyla kurtulup kendi modern ulus devletlerini kurmuşlardır ve bu yüzden sürekli ve kalıcı barışa mahkumdurlar.

  2. Her iki ulusu karşı karşıya getiren her tarihi olayda planlayıcı ve uygulayıcı olarak Emperyalizm başrol oyuncusudur: bu hala böyledir.



Bu iki paradigmayı açıklamamdaki kasıt, anlatacaklarımın şovenlik suçlamasından sıyrılması içindi.



Bir saat kadar süren konferansım şu sırayı izledi:

  1. Kurtuluş savaşı sonunda Yunan ordusu kaçarken, iki gün gerisinden gelen ve tüm Batı Anadolu şehir, kasaba ve köylerini yakan Ateş Tümeni’nin komutanı “O Mavros Kavalaris” (Kara Şeytan) Albay Palastiras, Yarbay Metaksas ve kundaklamaları organize eden Teğmen Yorgo G. savaşın hemen ardında Yunasitan’a giderek darbe yaptılar ve İkinci Dünya savaşı sonuna kadar sürecek olan Yunan Faşizmini kurdular. Palastiras 3 kez, Metaksas 1 kez başbakan oldu. Yorgo G. ise Nazilerle işbirliği yapan Faşist milis örgütü Organizasyon X’i kurdu ve yönetti. Yunan solunu kana boğan bir süreci yarattılar. Teğmen Yorgo G.’nin soy isimini önce bilerek vermedim.



  1. Yorgo G. aslında, daha sonra 1954 yılında Kıbrıs’ta Türk düşmanı EOKA terör örgütünü kuran Albay Yorgo Grivas idi.



  1. Böylece konferansımda gündemde olan ve çözümsüzlükle son günlerde sonuçlanan Kıbrıs olaylarına geçtim.



  1. Sonra İzmir’in işgalini ve ilk kurşunu atan gazeteci Hasan Tahsin’i,



  1. Sonra Gazi’nin 1 numaralı casusu Gavur Mümin’i,



  1. Sonra İzmir’in kurtuluşunu,



  1. Sonra İzmir yangınını,



Dinleyicilere sundum.

En sonunda İzmir’in kurtuluşunda evinde kırmızı bez parçası üzerine beyaz patiskadan Ayyıldız keserek diken ve bayrak yapan Namazgahlı Sırriye teyzenin bana emanet ettiği bayrağı göğsümden çıkarıp bizi daima bu bayrağın birleştireceğini ve yaşatacağını belirtim ve bayrağı açarak beni sabırla ama dikkatle dinleyen arada gözleri yeşeren kitleye gösterdim.

Alkışlar benim için değildi; bu cumhuriyet kuranlar ve şu anda sınırlarımızda şehit düşen kınalı kuzular içindi.

Böylece konferans bitti.



GECENİN SÜRPRİZİ



Gecenin en güzel sürprizi, Teknik Üniversiteden sıra arkadaşlarım ve tam 54 yıl önce tanıştığımız ve 1971 yılında mezun olduğumuzdan beri birbirimizi görmediğimiz ve “birbirleriyle evlenmiş” olan Yüksek Kimya Mühendisi Talha Çatılı ile Yüksek Kimya Mühendisi her daim hanımefendi olan Gönül Çatılı’nın Bodrum’da yaşadıkları için beni dinlemek için Dibeklihan’a gelmiş olmaları idi.

Kucaklaştık ve hatıra fotoğrafı çektirdik.

Yine çok eski dostum Bodrumlu Eczacı Benal Görat’ı, defalarca bakanlık yapmış Sümer Oral beyefendiyi, gazeteci büyüğüm Can Pulak’ı orada görmek beni duygulandırdı.

O akşam, Dibeklihan’da her şey bir rüya gibiydi.

Ama isyankar bir rüya idi..

Akşam 01.30’da yerin altı gümbür gümbür çatırdarken yanı başımdaki derviş ruhlu Cenap Tezer epey heyecanlandı ve telaşlandı.

Üç dubleden sonra kafam zaten kıyaklaşmış ve beynim de sallantı içinde olan bendeniz hiç heyecanlanmadım. “Bu kadim topraklar varsın gürüldesin, günü gelince de kahrolası Emperyalizm’e karşı var gücüyle isyan bayrağını yükseltsin” diye içimden geçirdim.

Sevgilerimle dostlarım..

Bunları da sevebilirsiniz