Şiirlerinde olduğu gibi aşklarında da yolları kesişen ustalar ile devam ediyoruz. Zira Tomris’in hayatlarına dokunduğu yerden dizelerine döküldü onların aşkları; Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever.
Ben Tam Kendime Göre: Turgut Uyar
Ahmet Turgut Uyar, 4 Ağustos 1927 yılının Ankara’sında doğar ve çocukluğunu yine burada, harita subayı olan babasından ayrı kalmanın hüznüyle geçirir. İlkokulu bitirdikten sonra Konya ve Bursa’da askeri eğitim alır ve babasının izinden gider ancak içli, hep ağlamaya hazır bir çocuk olan Uyar, yatılı okul yıllarında kendisini mutlu hissetmez. Öğrencilik yıllarında Yezdan Şener ile evlenir ve üç çocukları olur. Uyar’ın genç yaşında gerçekleştirdiği bu ilk evliliği uzun sürmeyecktir.

Askeri Memurlar Okulu’ndan mezun olup personel subayı olarak atandığı Ardahan ve Samsun’un ardından memurluk hayatının son durağı Ankara’da görevinden istifa eder. 1967 yılına kadar Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları(SEKA)’nda iş hayatına devam eden Uyar, buradan emekli olur ve İstanbul’a yerleşir.

Yedigün dergisinde yayımladığı ‘Yad’ ilk şiiridir. 1948 yılında Nurullah Ataç’ın desteği ve ısrarı ile Kaynak Dergisi’nin yarışmasına gönderdiği ‘Arz-ı Hal’ şiiri ödül alır. Cemal Süreya ve Edip Cansever ile birlikte İkinci Yeni’nin üç atlısından biri olarak da anılan Uyar, 9 şiir kitabının (Arz-ı Hal, Türkiyem, Dünyanın En Güzel Arabistanı, Tütünler Islak, Her Pazartesi, Divan, Toplandılar, Kayayı Delen İncir, Dün Yok Mu?) ardından 1984 yılında bütün şiirlerini ‘Büyük Saat’ kitabında toplar.
Turgut Uyar adıyla tanıdığımız Ahmet Turgut Uyar; Ahmet Turgut, Tangar ve T.U. imzalarını da kullanmıştır. Şiirlerinin yanısıra, ‘Bir Şiirden’ kitabında edebiyatımızın 21 şairini birer şiiriyle değerlendirerek bir inceleme yapıtı da ortaya koymuştur. Tomris Uyar ile birlikte çevirdikleri Lucretius’un ‘Evrenin Yapısı’ kitabı da aktardıkları önemli eserlerden biridir.
“Dünyanın En Güzel Arabistanı”
Turgut Uyar diğer bir çok usta şairimiz gibi yaşarken anlaşılamamıştır. Oysa İkinci Yeni şairlerin eserleri, bir neslin ve o dönemin anlaşılması için oldukça önemlidir. Dünya görüşü şiirlerine yansımış olsa da şiirini herhangi bir ideoloji için araç olarak kullanmayan Uyar, bu yönünün getireceği yalnızlığı göze almıştır. Çağının deneyimini şiire taşıma isteğindeydi ve meselesi şiir meselesiydi Uyar’ın. Dünyanın En Güzel Arabistanı kitabının ikinci baskısı için 20 yıldan fazla beklenmesi de o dönemlerde anlaşılamayışının bir göstergesi niteliğindedir. Anlaşılamaması ile bağlantılı olarak, şiirine yapılan “anlamsız ve kapalı anlatım” yönündeki eleştirilere de karşı çıkar. Aksine, şiirinin açık ve kolay olduğu inancı ile karanlığı ve kapalılığı hiç sevmediğini söyler.
Uyar, “Beğenilme Tutkusu” başlıklı yazısında, kusursuz yapıtın, kötü olmasa bile, korkakça olduğunu ve yeni sayılamayacağını söyler. Ona göre şair ustalıktan ve mükemmellikten kaçınmalıdır; çünkü daha önce kusur olarak görülen nitelikler zamanla bir şairin ayırt edici nitelikleri olarak kabul edilirler ve onun şiirlerini açıklamanın aracı olurlar.

Uyar, şiirini İkinci Yeni anlayışına daha çok yaklaştırdığı “Dünyanın En Güzel Arabistanı”nda din, gelenekler ve kurumlar ile birlikte modernitenin bireyler üzerindeki rahatsız edici etkileri üzerinde yoğunlaşır.
Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda yer alan şiirlerin pek çoğunda anlatıcısı “Akçaburgazlı Yekta” adlı bir karakterdir. Yekta ile ilgili öykülü şiirlerinde Uyar, evlilik kurumunu, kent yaşamının sorunları ile modernitenin bireyler üzerindeki olumsuz etkisini aktarır. Şiirler, bahsedilen karakterler ve durumlar bakımından birbirine bağlıdır. Uyar, bu bağlantıları kurup öyküleri tamamlamayı okuruna bırakır.
Kitapta yer alan diğer anlatıcı ise, “Tek Cambazının Rüzgârsız Aşklara Vardığını Anlatır Şiirdir”, “Tel Cambazının Kendi Başına Söylediği Şiirdir” ve “Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir”deki “cambaz”dır.
“Atlıkarınca” şiirinde insanı bir tel cambazına benzetir:
…
“Geyikli Gece” şiirindeki geyik, kadını ve doğayı simgelerken; gece ile bireyin kent yaşamındaki korku ve mutsuzluklarından kaçıp sığındığı bir mekandan bahsedilir.
“Göğe Bakma Durağı” şiirindeki gibi şehirden ve insanlardan kaçarak Geyikli Gece’ye yani kadına ve doğaya sığınma isteği söz konusudur. Burada toplumsal ve ahlak kurallarına karşı bir duruş, isyan vardır. Kentteki köleleşmiş insanın, doğadan uzak ve makinelerle olan yaşamının aksine ‘geyikli gece’ hala umudun olduğu bir aydınlıktır aslında.
Geyikli Gece
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
…
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.
…
“Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum”
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
“Tel Cambazlarının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir” olarak da bilinen “Denge” şiiri Turgut Uyar’ın hayata bakışını yansıttığı adeta bir manifestodur.
…
Turgut Uyar’ın sakinliği, derin suların sakinliğine benzer. Özel yaşamındaki zorluklar ve o dönem Türkiye’de yaşamanın getirdiği sıkıntıları şiirlerine de yansımıştır. Türkiye’nin içinde bulunduğu dönem itibariyle hissettiği umutsuzluğunu ve kötümser halini anlatırken, “Gördüm, denedim, kötümser olmakta haklıyım” der.
Bir Süregen İlkbahar
Dursun Ali’yi mi sordunuz nevşehir’den, dışardadır, almanya’da
“karanfil suyu neyler”i söyler durmadan
nevşehir koca bir şehir, bakmadan kim geçebilir yanından
Seyfettin’i mi sordunuz, dışardadır, almanya’da
“adına gül denen menekşe”yi hatırlar durmadan
aslında ne menekşe ne güldür hatırlanan
topluca bir coşkunluğa varıldığı zaman
şöyle ki, bir türkü sanki alır götürür kimsesizliği
münşen’de, kölün’de, şutgard’da falan
ateş sönmez rüzgarın sesinden, tersine parlar
önüne durulmaz olur artık harından
ha, Süleyman’ı sorduysanız, o içerdedir, türkiye’de
Muzaffer’i sorduysanız, o da içerdedir, türkiye’de
Hasan da içerdedir, türkiye’dedir, Mümtaz da türkiye’de
Behice de öyle ülseri depreştiği zaman
yeni bir türkü bozar gider beyazlığın adını
şakır şakır bir yağmur gibi belleklerde kalan
ve hatırlanır bir atın susuzluğu
…
Şiire Dahil: Tomrisli Saatler
Turgut Uyar’ın Ankara’dan İstanbula gelişi Tomris’in Cemal Süreya’dan ayrıldığı döneme denk gelir. Hikayeler yazan Tomris Gedik ile 1962 senesinde tanışır ve 1966’da başlayan ilişkileri 1969’da evlenmeleriyle devam eder. Tomris, aşık olduğu iki edebiyatçı sevgiliyle yaşadığı fırtınalı birlikteliklerden ders almamış olacaktı ki bu aşka kendini teslim etmiş ve genç kızlığında kendisine verdiği asla evlenmeme sözünü tutamamıştır.

Tomris Uyar, Turgut Uyar ile tanışmalarını şöyle anlatır: “1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı. Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim… Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu.”
Eski Kırık Bardaklar
İşte bu ellerimle yalnızım bu inanmazsan bak Bu saçlarımla bu iyi giyimlerimle paralarımla Sen varsın ya sen çoğu kez yetmiyorsun Uzakta mısın sen misin söylemiyorsun Bakışın mı eksik dudakların mı anlamıyorum O adamlar geliyor aklıma karanlık iri yarı O gemiler ipleri yelkenleri dümenleri dökük Unuttuğum kırlangıç kuşları kırık bardaklar Bir ahşap evde taşlıkta yaz günleri bilmesem Bir testiden soğuk soğuk sular sızdığını bilmesem Güç dayanırım Bu durum tek başıma beni suçlandırıyor İşte gör sabah akşam başucumdayım Bakın bu ikide birde bozulan güneş Bu durup dururken sokan yılan Bu kırık bardaklar çöplüklerde Aşkın şiirin ölümün en kolayına gitmek Caddeleri sevmediğim kadınlarda yitirdiğim Biliyorum sebebini bir bir biliyorum Öyle kolay kendisi kurtulması söylemesi öyle kolay Kolaylığından sıkılıyorum Kurtulmak elimden gelmiyor
Onu her an elinden kaçıracak korkusuyla yıpratır kendisini. Ancak Tomris’e göre böyle bir rekabet söz konusu değildir. Tomris Uyar geçen yılların ardından ilişkilerini anlatırken: Turgut Uyar’la geçirdiğimiz bazı hırgürlü geceleri şimdi olsa kaldıramayacağımı biliyorum ama bütün güçlüklerine karşın fırtınalı bir aşkı, yavan, düz-ayak bir ilişkiye hâlâ yeğlediğimin de bilincindeyim” der. Turgut Uyar da doludizgin bir aşkla geçen Tomrisli saatlerini “Tomris” şiirinde anlatır.
Tomris
Senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz Kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz Alır başımı Erzincan’a giderim seni düşünmek için Dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor Kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur Ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan Durmadan Dağ biraz daha benden deniz her zaman senden Hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan Kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm Seni övdüğüm zaman Güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda Seni övdüğüm zaman
Siroz hastalığına yakalanır ve ölümünü Tomris’in kollarında bekler. Yine böyle bir ağustos ayında doğan Uyar, 22 ağustos 1985 günü artık sığamadı bu dünyadan ayrılır. Ancak Tomris onu hep doğduğu günde hatırlayacaktır.
Turgut Uyar’ın dördüncü ve son çocuğu Hayri Turgut Uyar, babasını “ başkalarıyla da olsa yalnız hisseden bir adam” olarak anlatır. Ancak bir baba olarak gayet espirili ve neşeli hatırlar onu. Annesi Tomris Uyar ile Turgut Uyar’ın birbirine yazdığı özel mektupları onların vasiyeti üzerine hiç okumadan yakmıştır.
Ferit Edgü, Uyar’ın cenazesinden bahsederken; “Bir avuç yazar-çizeri birkaç eş-dost, belki iki üç okuru ola ki iki de garson ve meyhaneci vardı mezar başında.”
Cemal Süreya, “Öldüğü gün hepimizi işten attılar” der.
Edip Cansever ise şiirinde vedalaşır dostuyla.
Kocaman bir avlunun ortasında durdu durdu İçindeki bomboş avluya bakarak Gökyüzünden arada bir oraya Ölü bir kuş ya düşüyor ya düşmüyordu.
Görseydi içinin olmadığını Çekip onca çelenkten bir sap karanfili Koymak ister miydi hiç Bu ikindi vaktinin hırçın vazosuna. Güzleri kullanırdı o kadar sevmese de Dünyayı kullanırdı açıp da penceresini sonsuza Su içse suya benzerdi biraz Üç beş kişi birikirdi herhangi bir köşebaşında Yolu düşse de başka mor-sarı bir akşam kahvesine Ne kadar eşleşirdi Van Gogh’un bakışıyla. Sevgiler gönderirdi nedense utanırdı da bundan Gönderir gönderir geri alırdı bir gücenikliği sonra. Dün müydü, yüzyıllar mı geçti, bilmiyorum ki Bir yaz sonuydu yalnız denizi sıyırıp geçtik İki tek votka içtik varmadan Aşiyan’a Konuşmadık hiç, nedense hiç konuşmadık Az sonra kalkıp gitti o Kalakaldım ben oracıkta Kapadım gözlerimi ardından gene birlikte olduk – Garson! bize iki tek votka daha.
Can Yücel, “Varsa Ölümün Arifesi” adlı şiiriyle Uyar’ı anlatır bize.
Bakayım siciline “emekli yüzbaşı” kaydı işlendiğine
Kendisi mirlivaydı…
Nası da sürerdi yavrum, gebelerden aşağı
Şiir-aşkın komutu üzre
Livalarını
O umarsız ve umulmaz güzellikteki benliğimize doğru!..
…
Ben Turgut’la okuşup koklaştığımda
Yaşamanın umman soluğunu soluduğumda
Denize açılır olurdum hep
Fethe çıkarcasına “Dünyanın En Güzel Arabistanı”nı
Şiirimizin o en kızıl saçlı levendiyle..
Dünyaya, ülkesine ve hatta kendi hayatına sığamayan içli şairimiz Turgut Uyar da ölümden bahseder şu son dizelerinde;
İyimser bir sonuç’a
Ben bir gün giderim ki neyim kalır,
Eksik bıraktığım her şeyim kalır.
Yaz günü kim ister ki öldüğünü
Eksik bıraktığım her şeyim kalır
Yaşamam bir beyazlık gibi sanki
Eksik bıraktığım her şeyim kalır
Genişlerim dağılırım beyazım
Ben bir gün giderim ki neyim kalır
Ben bir gün giderim ki ey diri at
Elbette benim de bir şeyim kalır