Biz çocukken dünyamız Sovyetler-NATO arasında ‘dehşet dengesi’ üzerine kuruluydu ve ama bir umut hep bir ‘ silahsızlanma ’ anlaşmaları gündemdeydi.
Artık silahlanma çığırından çıktı, en küçük ve alakasız ülkeler dahi kendilerini korumak için hava savunma sistemlerine bütçeleri büyüklüğünde para harcıyor, Mekke Medine’de hurma çekirdeklerinden, Körfez’de balıklardan çok silah var.
An itibariyle dünyamızda bu silahların hiç değilse sayısını azaltacak hiç değilse bir sınırlama getirecek hiçbir anlaşma, bir denetim, bir umut, beklenti yok.
Neoliberalizm ve küreselleşme, cehennemin kapılarını açtı ve gittiler.
Sosyal haklara ve ahlak’a ve insan haklarına doğru evrilmesi için mücadele edilen modern uygarlık, sonunda insan haklarını dışladı, diplomaside karşılıklı güveni ve sorumluluk’u çıkarttı ve uluslararası kurumları ve sivil kurumları yok sayıp kendi girdabında infilak eden bir kara delik’i dönüştü.
Paralı zengin ülkeler artık birbirleriyle silahın kadar konuş diyerek ve küstahça caka satarak ve silahların büyüklüğüyle dünya medyasında böbürlenerek boy ölçüşüyorlar. Bu manyaklara haddini bildirecek alay edecek bir yazı makale, bir siyasetçi çıkışı da göremiyoruz.
Dünyamız başını iki eli arasına alıp varoluşunu-geleceğini düşünecek yazarlarını filozoflarını gazetelerini ekranlarını bulamıyor.
Büyük sosyal sınıfları arkasına almış sosyal partiler sendikalar ve sivil kurumlar bu dehşet silahlanmayı kısmen önlemek için baskı oluşturabiliyordu, neoliberalizm ve küreselleşme yanlıları, bu sivil kurum ve partileri ezdi yok etti, tarih dışına itti.
Modernizmi kökünden eleştiren yeni bir dünya kurabilir miyiz diyen post-modern tartışma kim bilir yeni bir kapı açabilirdi, onu da gerici liberaller yeni sömürgecilikte kullanıp yiyip bitirdi.
Bu devasa silahlanma karşısında sosyalistler, demokratlar, solcular, liberaller, sağcılar, İslamcılar, hiçbirinin varlığı, karşı gücü, sinek ısırığı dahi değil.
BÜYÜK GİRDAP YUTMAYA BAŞLADI
Yaşadığımız acılar kandırdı hepimizi, haklı ve en doğru adamlar olduğumuz konusunda, kimimiz milliyetçi, kimimiz liberal, kimimiz sosyalist olduk.
Yarınlar için ütopik hayaller ürettik ve hızla tükettik, hiçbirimiz tanrılarımızı öldürecek cesareti gösteremedik, hepimiz, neoliberal küreselleşmecilerin oyununa geldik ve şimdi aynı ev içinde yapayalnız saç saça ve gırtlak gırtlağa boğuşuyoruz.
Gördüğümüz ürettiğimiz her şey bizi insanlığımızı ve insanlık değerlerini yemeye çoktandır başladı.
Büyük girdap dünyayı içine çekmeye bütün uygarlık değerlerini yutmaya başladı.
Eski çağ mağaralarında ilkel insanların neden hayvanların resmini yaptıklarına takıyor kafayı John Borger.
Sizi kovalayan sizi parçalayan canavarların resmini neden yapıyorsunuz, ilkel insanlar korktuklarının resmini mi yapıyordu!
Hayvan resimlerinin yerini zamanla Tanrılar ve kutsal kitap hikayeleri alır, Ortaçağ’dan Rönesans’a uzanın ‘ilahların’ resmini çizmeye başladık, kimden korkuyorsak onun resmini, kim bizi yiyorsa onun resmini.
Bizi korkutan bizi yiyen avlayan neyse onu resmediyoruz ve sonra modern çağda soyut çizgileri renkleri yemeye başlar bizi.
BİR CANAVAR GİBİ YİYOR HEPİMİZİ
Bu satırlarda yıllardır bizi yiyen, bizi yok eden şeyi yazmakla meşgulüz, dini kitap kapaklarına bakın, gül, uzay, hat…
Gül bizi yemiş, uzay bizi yemiş, hat bizi yemiş. Sovyetler’de bir kitap kapağına bakın, Lenin, orak-çekiç, güçlü kaslar, odaklanmış iddialı bakışlar, bir zaman da Lenin yemiş, orak-çekiç yemiş bizleri.
Ülkemizdeki edebiyat dergilerine bakın, sayfalar Münir Özkul, Yeşilçam anıları, Kafka, Orhan Veli, İhsan Oktay, vb., amaçsız, siyasetsiz, ikame plastik rüyalar, içi boş bu simgeler bir canavar gibi yiyor hepimizi.
Sadece bizi oyalayan meşgul eden şeylere kafayı takıyoruz, edebiyat ve sanatı, bu amansız silahlanan dünya siyasetine darbukasıyla ritm tutsun diye yapıyoruz sanki; oh oh suyundan da koy.
Bakın etrafınıza, ekranlar, tablolar, tabelalar, vitrinler, kıyafetler, gökdelenler, kare, dikdörtgen, geometrik çizimler, girdaplı ufuklar, ağırlaşmış donmuş uzam, uzamış silik figürler, şekiller bizleri her gün yiyen canavarlar, klavyenin tuşlarına dokunan şu parmaklarım sizin benim bedenimi yiyen canavar.
Etrafımızda çoğalan yazılar resimler gün geçtikçe oburlaşıyor obezleşiyor, modern uygarlığımızı her şeyi yiyen dinazorlara dönüştürüyor, bizler ise dergilerimizde internet sitemizde oturmuş, uygarlığı yok eden bu dinazorlarla hala a be kaynana göbeği atıyoruz.
Sivil kurumları, sanatçısını, muhaliflerini, neoliberal dalga ve içini boşaltıp soyutlaştırdıkları post modernizm satışa getirdi. İnsanlığın, canlı canlı yaşayan acıları işkenceler umursanmadı, sanatçının, yazarın, okuyucunun zihni tuğla gibi kitaplarda bomboş labirentlere sürüklenip kilitlendi.
Gerçek dışı kelime, süs, kurgu oyunlarıyla eğlenen bu sanatçıları Osmanlı’nın çöküşünden habersiz
‘lale devrine’
benzetiyorum.
MANYAK DİKTATÖRLERİN KAVGASINA ODUN TAŞIYORUZ
Modern değerler (özgürlük, demokrasi, insan hakları) çoktandır modern tanrıların savaş arabaları oldu!
Hiçkimsenin tanrılarını kovmaya gücü yetmiyor.
Bu bomboş değersiz yazı çizilerle her gün hırs, şehvetle kudurmuş manyak diktatörlerin kavgasına odun taşıyoruz.
Modern çağımız bütün tarihlerin toplamından fazla insanı savaşlarda öldürdü, yepyeni bir yüzyıla girdik, on yılda geçen yüzyılda ölenleri sayı olarak ha gayret geçtik geçeceğiz.
Çocuklarımıza büyük sorular sormayı başaramadık.
Evrenin, dünyamızın köküyle ilgili sorular.
Çünkü tanrılarımızla kavga edecek gücü kendimizde bulamadık, işte Einstein, modern çağın tanrısı.
Çocuklarınıza bu tanrıyı çok iyi öğrenmesi için her yıl okuluna on bin dolar eğitim parası veriyorsunuz.
Nükleer-atom bombalarını icad eden bu modern tanrılar insanlık için deha mı mucize mi yoksa bizi ve dünyamızı yiyip bitiren canavarlar mı?
Bilim nedir ahlak nedir, hadi bu soruya cevap verin!
Bilimin iyi yanları da varmış, mış, bilim hastalıkları da önlemiş, miş, bakın çiçek açısı, bakın mikrobu bulmuş, muş.
Bulaşıcı hastalıklara karşı aşılar bulmuş, hayır, bu soruların cevabı yok.
Tanrılarımıza toz kondurmamak için dünyamıza elektrik getirdi, uzaya gittik iletişim ulaşım hızlandı, kırk dereden kırk su getirin, bu soruların cevabı yok, çünkü, bu silahlarla sonuç milyonlarca insan ölüyor ve artık çevresiyle kirliliğiyle insanlık değerlerinin ortadan kalkmasıyla, tek varlığımız dünyamız elden gidiyor.
İşte dünya nüfusu baş edilemez, öngörülemez, dünya kaynakları yetmez felaket bir yere doğru, Hindistan ve Çin’den sonra her bir Afrikalı da araba almaya başladığında, on yıl sonra 9 milyar nüfus, ve hepsi hormonla, antibiyotikle bozulmuş ve dokuz milyar içinde hastalıklara dirençli tek bir sağlam gen yok.
Aşıyla antibiyotikle insan geniyle oynanmayıp, doğal direnciyle bağışıklığı güçlenseydi elene seçile en güçlü genler ayakta kalsaydı, işte bilime karşı artık bu köktenci soruların kapısındayız, daha şimdiden şu gereksiz hapları antibiyotikleri kullanmayın anonsları başlamadı mı ve neoliberaller ve küreselleşmeciler iktidarı boyunca, bu tanrılara derin ahlaki sorular hiç sorulamadı.
AHLAKSIZ BİR TANRININ KULLARI OLUVERDİK
Vahşi kapitalizm ve ahlaksız bilim neden masaya yatırılmadı.
Modern silahlar çoktandır geçmiş çağların kolerasından vebasından daha çok insan öldürüyor.
Her hastalığın aşısını bulan bilim, bu silahlara bir aşı neden bulamıyor?
Kapitalist ve sömürgeci hırs şehvet yüzünden bilime ahlak öğretmenin mümkün olmadığına inandırıldık ve ahlaksız bir tanrının kulları oluverdik.
Bu silah yarışını bu savaşları kim durduracak kim azaltacak, hiç kimsede ses yok, bilimde, akademide, medyada, kamuoyunda, dünyaca ünlü sivil kurumlarda umut yok, çünkü, tanrılarımıza toz kondurmuyoruz, sözün gelişi, mesela Einstein ve nicesi bilim adamına laf edecek adamı manyak, deli diye tımarhaneye tıkarlar.
Bilimin bu silahlarla öldürdüğü milyonlarca küçük çocuğun ölümüne körüz ancak bilimin güzel yanları(!) her gün cep telefonları, buzdolapları otomobillerle işbirliği içindeyiz yani her gün beş rekat namazı bin rekata çıkarttık, tanrılarımıza cep telefonu arabamızla buzdolaplarımızla tapınıyoruz.
Seyredilmiş uranyumlu bombalarla Bağdat’ta milyonların ölümüne sessiz kalıyoruz, hatta beş yüzün üstünde köşe yazarımız alkış tutuyor, ancak, akşama doğru, bir yeni gezegen daha keşfedildi deyince sevinçten zennube göbeği atıyoruz.
Sensörler, radarlar, teleskoplar yeni tanrılarımız, bu tanrılar ne işe yarıyor, birbirimize güvenmediğimiz için birbirimizi her an öldüreceğimiz için, insanları yine insanlardan koruyorlar, en vahşi diktatörleri koruyorlar, zengin, müsrif, alçak, namussuz vahşi yaratıkların saraylarını koruyor.
Solcusu da sağcısı da liberali de muhafazakarı da hepimiz aynı ‘ ilahlara ’ tapıyoruz.
Hitler katil, diktatör evet ama o atom bombasını o nükleer bombaları icad edenler, Japonya’nın başına atanlar, işte bu insanların ahlakını, bilimini hiç sorgulamadan bu çıkmaz sokağa getirildik.
Hayal etmek, umut, ütopya, sanat, edebiyat, şiir çoktandır baş edemeyip küsüp, arkasını dönüp giden, dünyamızı ebediyyen terkeden bir adama benziyor.
Bilim teknoloji geliştikçe ilk işi insanlığın her şeyi umut ve ütopyanın karşı felsefesini yok etmek oldu.
İnsanlığın büyük sırrı: Bilim artık hiçbir dünyalının kendini iyi hissetmesini sağlayamıyor.
Bilimin büyük sırrı: Artık bilimin hayatımızı derleyip toplayacak rahatlatacak umudunda olan tek bir bilim adamı kalmadı.
Her yeni cep telefonu her yeni araba, silah, daha çok yoruyor etimizi beynimizi, dünyamızı. Her yeni icad dünyamızı daha çok içinden çıkılmaz kavgaların içine sokuyor, rahat mı etmek istiyorsunuz, hayat mı dediniz, gidin seyahat edin birkaç egzotik mağara, şu Maya tapınaklarını seyredin gelin, ne işe yarayacaksa.
Çoktandır dünyamız darmadağınık ve heryer bilimi ele geçirmiş vahşi kapitalistlerin işgali altında, bu uğurda Avrupa laboratuvarlarında her yıl milyonlarca fare ve tavşan ölüyor, her şey psikiyatri ve kanser daha yavaş öldürüp süreçten daha çok para kazansın diye.
Bir yüzyıl öncesinin mucizeleri, kalorifer, buzdolabı, araba, elektrik, kimseye mutluluk vermiyor, hepimiz bu konforun, her gün öldürülen binlerce her gün aç ve eğitimsiz bırakılan milyonlarca insan adına olduğunu biliyoruz.
Dünyanın en iyi sinemacısı en iyi ressamı en iyi müzisyeni olsan hikaye, hiçbir ‘ deha ’ işe yaramıyor, milyonlarca insan ölürken Mozart dinlemek dahi tırışkadan nağmeler, Mozart’ı en çok da dinleyen bu vahşi silahları icad eden ve satanlar.
Gerici liberallerin ve küreselleşmecilerin ve vahşi kapitalistlerin korkusuyla ne zamandır çocuklarımıza işte bu soruları soramıyoruz.
Zamanın başlangıcından beri ilk defa insan sesi, çığlığı, türküsü, yarası, acısı, hikayesi, artık neden işe yaramıyor, uygarlığın en temel iddiaları nasıl düştü yok oldu, kaç zamandır gerici liberallerin korkusuyla bu soruları sorduramıyoruz çocuklarımıza.
Ve hiçbirimiz selfie poz verirken utanmıyoruz.
Bu vahşi umutsuz hayat bize hangi tür bilim hangi tür ahlakla öğretildi?
Sömürgeci ahlakı nedir, bağımsız bilim nedir?
Soyut fotoğraflarda her gün bizlere kuşları gösteriyorlar, ama uçmayı değil, gerçek sadece bombalar, füzeler başımızın üstünden uçuyor.
Bu üç günlük hayatımızda varlığını kökünden kaybetmiş neler gördü hayatlarımız, bu dünya gözleriyle köylülerin kaybolduğunu gördüm, işçilerin kaybolduğunu gördüm, bu dünya gözlerimle kendini dünyalılara karşı sorumlu gören aydınların, akademinin kaybolduğunu gördüm, insan hakları ve barış için mücadele eden sosyal partilerin kaybolduğunu gördüm.
Sizler etnik, mezhep, laiklik, şeriat masallarıyla uyutulurken, neler kayboldu, kimler kayboldu, insanlığın beş bin yıllık uygarlık birikimi aydınlanmanın beş yüzyıllık akıl birikimi nereye kayboldu?
SÜMÜKLÜ MEHDİ SAYENİZDE BAŞIMIZDAN AŞAĞI BOMBALAR ATTI
Batı’ının baş belası hala İslamcı terörü yok etmek, hala martaval masal, değil terörü, hadi İslam’ı Müslümanlığı kökünden kazıyıp yok etsen, ne olacak?
İsa-Musa, işgal, yağma talan kavgası kaldığı yerden devam edecek.
Birinci ve İkinci dünya savaşı, ve 80’lerden başlayıp İslam coğrafyasını yok eden savaşları Müslümanlar mı icad etti, Afganistan’ı Müslümanlar mı işgal etti?
Son yirmi yılda insanların başına tarihin ilk gününden bugüne atılan bombalardan daha çok bombayı Müslümanlar mı attı?
Ve bir sümüklü mehdi Amerika ve NATO’yla iş tutup sayenizde başımızdan aşağı bombalar attı.
İşte, batının en gözde gazeteleri, başta sol liberal The Guardian.
Hala Fetöcü katilleri barışçı, insan haklarını savunan, liberal gazetecileriymiş gibi savunuyor.
İşte bu kafayla dünyayı yediler, kendi memleketlerini yediler.
Bir katil manyak Fetöcüyü dahi evrensel değer süsüyle koruyor. Çocuklarımıza işte bu soruları öğretmeliyiz, dünyanın en gözde gazetesi başımızdan aşağı bomba atan manyak mesihi ‘ evrensel gazetecilik’ başlığıyla neden koruyor!
Çağdışı sümüklü bir mehdiyi neden insan hakları kamuflajıyla el bebek gül bebek sarıp sarmalıyor.
Bir yüzyıl önce de Çin’e karşı müridlerinin bokunu yiyip bokuna secde ettiği Dalay Lamalar’ı (Dalai Lama) ağırlayıp hala baştacı ediyorlar, sömürgeleri Çin’i rahatsız etsin diye.
Bugün hala her gün sayfalarında ellerinden çıkan sömürgeleri Hong Kong’u yine aynı demokratik haklar evrensel değerler başlığında karıştırmak için cici eylemleri moda etmenin peşindeler.
Tarih hiç değişmez bugün de sümüğünü yalaya yalaya yiyen gazetecileri, özgürlük savaşçısı insan hakları savunucuları haline getirirler.
Dünkü bahaneleri ‘uygarlık getiriyoruz’ du bugünkü bahaneleri yine aynısı ‘evrensel değer’ getiriyorlar.
O ÖZGÜRLÜK DÖNDÜ DOLAŞTI…
Neoliberal ve küreselleşme ve sömürgeci güçler, gözlerimizin önünde:
Ahlakla evrensel değerler arasını.
Ahlakla bilim arasını.
Ahlakla gazetecilik arasını.
Ahlakla insanlığın arasını çok açtılar.
Afganistan ve Irak işgalinde kullanılan yüzbinlerce ton bombanın adına ‘özgürlük’ dediler, o özgürlük döndü dolaştı, bütün dünyalıları, hepimizi vurmaya başladı, milyonlarca göçmen Avrupa şehirlerine sığmıyor.
Bu büyük göç Avrupa’nın sosyal devletini haklarını birkaç yıl içinde yiyip bitirmeye başladı, işte Brexit, neyin sonucu, düne kadar neoliberal yalanlarla avundukları için, hala söylüyorlar.
Bilimi, diplomasiyi, gazeteciliği evrensel değerleri öyle bozdular ki kendilerinin dahi yaşayabilecekleri güvenilir bir alan kalmadı.
İşte çocuklarımıza, tarihin bu en büyük uygarlığını kuran Batılılar’ı, tarihin en büyük aptalları haline getiren sömürgecilikten efendilikten bir tür kurtaramadıkları bilimlerini ve ahlaklarını anlatabilmeliyiz.