Bilmek İstediğimizi Öğrenmek

Mesele bilmek ya da bilmemek değil. 

Nasıl bildiğimiz ve bunun farkındalığını sağlayacak ayrım. Meselenin özü, bilmek istiyoruz. Ama neyi bilmek istiyoruz? Bir olgunun bilgisini, gerçekliğe dair ifade edebileceğimiz bir önermeyi mi? İnternete yazabiliyoruz, çıkan sonuçlara göz atıyoruz. Alt alta ve sıralı. İşte bilgi.

Bilginin hazırı bunun için yeterli. Ama koşulları ortaya koymanın gerekliliğinin farkında değiliz. Gerekli koşulu sağladıktan sonra yeterli koşulları sağlayıp sağlamadığımız çoğumuzun umurunda değil. Kapsamlı araştırmanın emeğiyle bilgiyi edinmeyi başarmanın duygusundan yoksun bırakıyoruz kendimizi. Tembelliğin kollarına atlıyoruz kolayca. Bilginin kaynağının altında yatan sorgulamanın ve akıl yürütmenin emeğini vermemek, bilginin bağımlısı olmak ne kadar da işimize geliyor. Bir zaman sonra bağımlısı olduğumuz bu durumu duyumsamıyoruz. Araştırıyoruz, sadece tuşlara basarak ve karşımıza çıkıyor. Kolay kendimizi kandırmak. 

Ne var ki doğruya gitme amacımız yok ve sorgulamanın yakınından bile geçmiyoruz.

Suç ve Ceza  kitabı, içeriği ve günümüzdeki mevcut konumu sebebiyle beni daimi bir hüzne boğar. Kitabı okuyanlar, zaten bildiği için, okumamış olanlara da bunu anlatmak gibi bir niyetim olmadığı için kitabın içeriğinden burada bahsetmek gibi bir niyetim yok. Bahsedeceğim şey, kitabın popüler kültüre malzeme olması, üzerinden tek bir sayfasını okumamış insanlar tarafından hakkında yorum yapılması ve süpermarketlerde cipslerin biraz ilerisinde satılması ve kitaba, kahve yanında verilmiş bayat kurabiye muamelesi yapılmasıdır. En önemlisi de bu kadar kolay ulaşılabilir olmasına rağmen aslında çoğunun ona gerçekten ulaşamamış, ne kitabı ne de yazarı anlayabilmiş olmalarıdır. Hatta bu yönde hiçbir çaba sarf etmemeleridir. Günümüzde bilgi de Suç ve Ceza ’nın ucuz, hap haline getirilmiş ve intihal çevirilerinin kaderini paylaşmakta. Google, ekşisözlük ve youtube neredeyse herkesin bilgiye ulaşmada bakındıkları ilk kaynaklar. (Wikipedia konusunda bir ayrım yapmak gerekiyor ve mevcut haliyle, referans kaynakları açıkça belirtilmemiş ve doğrulanamayacak türden olan içerikler konusunda her zaman şüpheci olmalıyız. Tabii, hala ona erişebilme şansı olanlarımız varsa.) Bu kaynakları küçük görmüyorum ancak bu kaynaklar aracılığıyla yeterli ve gerekli bilgiye ulaşabildiklerini düşünenler ve bununla övünenlerle aynı fikirde değilim.

Toplumun hâlihazırda çözümlemedikleri ve yorumlamadıkları bilgileri ile övünmeleri zaten anlamsızken, bir de bu yalan yanlış bilgilerle övünmeleri, bilgi sahibi olduklarını zannetmeleri gerçekten çok acı. Kitap okumak, araştırma yapmak, akıl yürütmek nasıl bu kadar değersizleşti, bunu gerçekten anlamak mümkün değil. Oysa bütün uygarlığımız bu temeller  üzerinde yükseliyor.

Nasıl bildiğimizi bilmemek bir çelişki. Birbirilerini olumsuzladığının farkına varamıyoruz. Bilirken aslında hiçbir şeyi bilemediğimizin farkına varamıyoruz. Ne ironiktir ki birbirini kolayca olumsuzladığını söyleyebilmemize rağmen kolaylık bizi uyuşturuyor. Cevabını aradığımız soru bilimsel, toplumsal veya gündelik bilgi olsun soracağımız yer hep aynı deniz.  Ama denizin kirliliği  umurumuzda değil, içinde yıkanıyoruz, yüzüyoruz, daha da ileri giderek çaresizce tuzlu suyunu içiyoruz. Çaresiziz çünkü denizin ortasında yalnız kaldık. Elimizi en yakın suya sokup kendi avuçlarımızla susuzluğumuza çare ararken sonumuzu hazırlıyoruz. Kendimizi zehirliyoruz. Farkında değiliz ve kolaylığın dayanılmaz arzusu bizi fazlasıyla doyuruyor.

Bunları da sevebilirsiniz