Pınk Floyd Ve Felsefesi

‘’ Hey sen!

Dışarıda soğukta bekleyen

Yalnızlaşan ve yaşlanan

Beni hissedebiliyor musun ? ‘’



Duvarın arkasındakiler, yalnız ve üşüyenler, bu size bir çağrıdır. O’nu dinlemek ister misiniz ?



Bir grup güzel beyin bir araya gelip hayatı anlatıyor her yönüyle. Uygar insanı anlatıyor.

Tutsaklığımızı ve özgürlüğü anlatıyor. Hem de en güzel şekliyle, notalarla yapıyor bunu.



Zamanı ve mekanı olmayan, geçmişin, çağımızın ve geleceğin müziğini yapmış eşsiz zihinler topluluğudur Pink Floyd. Enstrüman kullanımları, sahne performansları, derin anlam ve milyonlarca mesaj taşıyan şarkıları ile gerçek anlamıyla bir sanat ortaya koymuşlardır. Hatta çoğu insan için sadece sanat değil onlarınki, aynı zamanda bir hayat felsefesini bünyesinde taşır.

Her farkındalık sahibi insan bir şekilde çevresini aydınlatır. Pink Floyd bunu müzikle yapmayı başarmıştır.



Grup, Roger Waters(bas/vokal), Syd Barrett(gitar), Nick Mason(davul) ve Richard Wright(klavye) tarafından 1960’larda kurulmuş ve ismini o dönemin iki blues ustası olan Pink Anderson ve Floyd Council’den almıştır. Bunalımlı bir çocukluk geçiren ve babasını savaşta kaybeden Syd zihninden savaş, yalnızlık, acı duygularını hiçbir zaman atamamıştır. Bir süre sonra psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle gruptan ayrılmış ve yerine David Gilmour gelmiştir.





Pink Floyd albümü dinlemek roman okumak gibidir benim için. Baştan sona her şarkı birbiriyle bağlantılıdır, birbirini tamamlar. Bu şarkılar sana kimi zaman yanlış giden şeyleri anlatır, kimi zaman ise yalnızlığı, yabancılaşmayı. İçinde bulunduğumuz sistemi anlatır tüm çıplaklığıyla ve acımasızca. Ayrımcılığı ve sıkıntıyı, çaresizliği ve korkuyu. Umudu, sevgiyi, dostluğu.. İçimizdekileri anlatır bize. İşte bu yüzden her insan Pink Floyd şarkılarında kendisinden bir parça bulur ve dinleyen herkesin hayatında bir iz bırakır.





Nedir hayat ? Ne yapıyoruz bu gezegende ?

Sona geldiğimizde ve arkamıza dönüp baktığımızda ne söylerdik yaşama dair ?

Ya da yeni doğan bir bebeğe söyleyeceklerimiz ne olurdu ?

‘’Breathe’’ ile öyle güzel, öyle gerçek özetlenmiş ki hayat:

‘’Solukla, solukla havayı

Korkma umursamaktan

Git, ama terk etme beni

Bak etrafına ve seç kendi toprağını

Yaşamın boyunca ve uçabildiğin tüm yükseklikler

Ve dağıtacağın gülücükler ve akıtacağın göz yaşları

Ve tüm dokundukların ve tüm güldüklerin

Budur işte tüm yaşayıp yaşayacağın

Koş tavşan koş

Kaz o çukuru, unut güneşi

Ve sonunda işin bitince oturma sakın

Zamanıdır bir tane daha kazmanın

Yaşamın boyunca ve uçabildiğin yükseklikler

Ancak gelgitle sürüklenirsen eğer,

Korursan dengeni en büyük dalganın üstünde

Koşarsın erken bir ölüme doğru.’’





Varoluşun epik tınılarını barındırır ‘’High Hopes’’

geçmişe yolculuk yaparsın, insan olmayı sorgularsın, doyumsuzluğun vurulur yüzüne:

‘’Sonsuza dek arzu ve tutkuyla yüklü

Bir açlık daha var doyurulmamış

Yorgun bakışlarımız hala başıboş geziniyor ufukta

Çakılıp kaldığımız halde bu yolun üzerinde defalarca’’





Gördüğün, yaşadığın şeyler karşısında çaresizliğin içine düştüğünde, üzüntü, huzursuzluk sardığında tüm bedenini, uzaklaşırken etrafındaki her şeyden, kendinden bile, ve o yabancılaşmanın getirdiği hissizlik duygusu gelip yanı başına oturduğunda, ‘’comfortably numb’’ en iyi arkadaşın olacaktır:

‘’Bana nerenin acıdığını gösterebilir misin ?’’

‘’Hiç acı yok, uzaklaşıyorsun.

Ufukta kaybolan geminin dumanından.

Sen sadece dalgaları aşıp gelebilirsin.

Dudakların kıpırdasa da duyamıyorum ne dediğini.

Çocukken ateşim çıktığında elim sanki iki balon gibi şişmişti.

Şimdi aynı duyguyu yine yaşıyorum.

Açıklayamam, anlayamazsın.

Bu ben değilim.

Son zamanlarda rahat bir uyuşukluk içerisindeyim.’’



Hepimizin tam da şu an yanımızda olmasını dilediği birisi vardır.

Çok uzaktadır belki, ulaşamayacağın kadar.

belki de göçüp gitmiştir bu dünyadan, nerede olduğunu bile bilmiyorsundur. Zihnine kazınan Son bakışı, son gülüşünü düşünerek keşke burada olsaydın dersin milyonuncu kez.

Onları, özlediklerini çağırırsın ‘’wish you were here’’ ile, öyle dokunur ki kalbine, daha da özlersin:

‘’Nasıl isterdim, nasıl isterdim burada olmanı

Biz yalnızca iki yitik ruhuz, yıllardır bir akvaryumda yüzen

Hep aynı yerde koşan

Ne buldun ? Aynı eski korkuları mı ?

Keşke burada olsaydın’’





Bu insanların ortaya koyduğu müzikler ‘’insan olmayı’’ daha anlamlı hale getiriyor. Duygularımızı daha da yüceleştiriyor. Her dinleyişte bir öncekine göre daha anlamlı hale geliyor, daha da içine işliyor.

Hem karanlık hem aydınlık, hem iyi hem kötü yanlarına aynı anda işliyor müzikler. Kaotiktir, düzenlidir, siyahtır, beyazdır, acı verir, huzur verir. Farklı bir boyutta, tarifi olmayan hislere sevk eder.

Aşk üzerine hiç şarkı yapmamalarına karşın toplumsal sorunlar, savaş karşıtlığı, yabancılaşma gibi konuları sıkça işlemişlerdir ve her zaman evrensel değerlerin yanında olmuşlardır.





Okulda, derslerde, öğretmenlerin sana öğrettikleri, yaşadıklarına ve hissettiklerine karşı yetersiz kaldığında, seni isimsiz, sessiz ve sıradan bir insana dönüştürmek için etrafına o karanlık duvarı inşa etmeye çabaladıklarını anladığın anda:



‘’Eğitime ihtiyacımız yok

Düşünce denetimine de ihtiyacımız yok

Sınıflarda aşağılanmaya da

Öğretmenler, rahat bırakın çocukları

Hey öğretmen ! rahat bırak biz çocukları

Hepsi hepsi, yalnızca duvardaki bir başka tuğla

Yalnızca duvardaki bir başka tuğlasın sen.’’



‘’Another brick in the Wall(part 2)’’ parçasıyla Pink Floyd dünyadaki eğitim sistemini derinden etkilemiştir. Çoğu insan tarafından öğretmenlere ve okullara karşı geliş olarak algılanmış fakat esasen bizlerinde içinde bulunduğu, öğrencilerin kişiliklerini dikkate almayarak tek tipleştiren, yaratıcılıklarından eser bırakmayan, düşüncelerini kontrol etmek isteyen baskıcı, ezberci eğitim sistemi ve hocalar için yazılmış zaman ötesi bir şarkıdır.







Kimi zaman insanlar bunu okullarındaki eğitime karşı slogan olarak kullandı, yeri geldi hükümet politikalarına karşı kullanıldı. O dönemin Güney Afrika yönetimi parçanın okullarda dinletilmesini, Sovyetler Birliği gibi bazı ülkeler ise ülke genelinde albümü(The Wall) ve Pink Floyd’u yasakladılar.

‘’Sınav kağıdına bakabilirsin ama eğer fazla not verdiysem kırarım.’’ Diyerek tehdit eden, kendini yenilemeyen ya da yeniliğe açık olmayan, sırf para kazanmak için bu mesleği seçmiş, bencil, az emek çok para zihniyetiyle hareket eden, her fırsata öğrencinin şevkini kıran ve onları düzene sokulması gereken bir topluluk olarak gören tüm eğitimcilerimiz, sizin eğitiminize ihtiyacımız yok.

Bir kağıt parçasına tapan, onun uğruna köleleşmiş, kendisini, karakterini kaybetmiş, metaya bağımlı, tüketmeden var olamayacığını düşünen insanları gördüğünde,

Nasıl daha iyi bir tüketici olacağını anlatan hocalarını dinlerken,

Sonu gelmeyen savaşlar, bombalanan şehirler, dökülen kanlar karşısında duyduğun öfkeye, üzüntüye eşlik eder ‘’money’’ :

‘’Para, çek git

Daha yüksek maaşlı bir iş bul ve kendini iyi hisset.’’



‘’Para, bir şanstır o

Sakın verme bana o insanı melek yüzlü yapan pisliği

İçindeyim birinci sınıf seyyar hi-fi setimin

Ve sanırım bir Lear Jet’e ihtiyacım var .’’



‘’Para, bir suçtur o

Eşit olarak paylaşılan, fakat benim pastamdan bir dilim almayın sakın!

Para, derler ki kaynağıdır günümüzdeki tüm kötülüklerin

Fakat maaşınıza zam isterseniz eğer, şaşırtıcı olmaz onların zırnık koklatmamaları’’







Boşa harcadığın zamanların gelir aklına,

yapmak isteyip yapamadıkların, vazgeçtiklerin, yarı yolda bıraktıkların, ertelediklerin, kaçırdıkların..

Söylemek isteyip de söyleyemediklerin,

Teker teker tükettiğin sayılı dakikaların, nefeslerin,

‘’time’’ ile vurulur yüzüne:

‘’Sıradan bir günü oluşturan anları sayarak

Zamanı parçalarsın, kolaycacık harcarsın

Doğduğun topraklarda bir parça toprağın üstünde dolanarak

Sana yol gösterecek birini, bir şeyi bekleyerek.’’



‘’Güneşin altında yatmaktan, evde yağmur izlemekten yorgun

Daha gençsin ve yaşam uzun, harcayacak vaktin var bugün

Ve bir de bakarsın ki 10 yılı bırakmışsın ardında

Kimse söylememiştir sana ne zaman koşacağını

Kaçırırsın başlama işaretini.’’



‘’Ve sonra koşarsın güneşi yakalamak için

Fakat o güneş batmakta

Ve dolanmakta tekrar sana görünmek için

Güneş aynı güneş

Sadece sen, sen bir gün daha yakınsın erken ölümlere.’’





Düşlediklerine dönüp bakar mısın ? nedir düşlerin ?

Bir daha bakar mısın, onlar gerçekten senin düşlerin mi ?

Yaptığın seçimlerin, aldığın kararların kaçı sana ait ? Ya da gerçekten seçim yapma hakkı veriliyor mu sana yaşamında ?

Kurduğun hayallerinin, planlarının kontrolü tamamen senin elinde mi ?

Tereddütün mü var ?

O halde hoş geldin makineye:

‘’hoşgeldin evlat, hoşgeldin makineye

Neler düşledin ?

Tamam, biz söyledik sana neler düşleyeceğini.

Büyük bir yıldız düşledin, sıkı gitar çalardı,

Her zaman lüks restoranlarda yerdi.

Jaguar’ını sürmeye bayılırdı.

Bu yüzden hoşgeldin makineye.’’





Korkularımızdan, acılarımızdan kurduğumuz, bizi yalnızlaştıran, ayıran o duvarı yıkmak aslında hepimizin görevi. Kendini sürekli tekrar eden korkunun, baskının ve şiddetin üstesinden ancak bakış açımızı değiştirerek ve yalnız olmadığımızı fark ederek gelebiliriz. ‘’outside the wall’’ ile Pink Floyd umudun kapılarını aralamıştır.

‘’Yalnız başınıza ya da ikişer ikişer

Sizi gerçekten seven birileriyle

Yürüyün duvarın dışında bir aşağı bir yukarı

Bazılarınız el ele

Bazılarınız toplanmış grup halinde

Allahın cezaları ve düzenbazlar kafa tutuyorlar

Ve onlar her şeylerini yüklediklerinde size

Bazılarınız sendeleyip düşüyor, Her şeye rağmen kolay değil

Yüreğinizi korumak çılgın heriflere karşı’’



Kurulduğu tarihten, 1960’lardan bugüne gittikçe daha büyüyerek, daha değerleşerek gelmiştir Pink Floyd. Arkamızdan gelen her yeni neslin onları tanıması ile de daha da büyüyecektir. Dünyaya güzellik katacaktır Onların ders niteliğinde müzikleri ile yetişenler, gerçekten kalbiyle dinleyip, içselleştirenler. Çünkü ‘’İnsan olma’’yı anlamış, empati yeteneğine sahip, kötülüklerden arınmış, güzellik için çabalayan bireylerdir onlar. Kendini sorgulamanı sağlar Pink Floyd, dinlerken içine döner, kendinle karşılaşır ve kendini tanırsın.

Pink Floyd dünyasının kapıları sonuna kadar açık. Girdiğinde göreceksin, masmavi gökyüzü, parıldayan güneş altında umudun, özgürlüğün, güzelliğin şarkılarını söylediklerini el ele.



‘’Hey sen! hiçbir zaman umut olmadığını söyleme bana.

Birlikte ayaktayız, yıkılırız bölününce.’’






Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın