Felsefede Mizah Parçaları

Gülmek, korkunun ilacıdır.

Belirsizliğin karanlığında, ışığa ihtiyacımız olduğunda bizi belki en saf haliyle rahatlatan eylemdir gülmek.

Felsefenin görece “ciddi” tarihinde, mizahın bir uslamlama yöntemi olarak görülmesi pek alışagelmiş bir şey değildir. Filozoflar, felsefi veya gündelik argümanlarını sağlam kanıtlarla gerekçelendirmiş, yeri geldiğinde, diyaloglardan denemeye, salt biçimsellikten romana felsefe tarihinde pek çok eserde değişik yöntem kullanmışlardır. Bu yazının konusu da felsefe tarihinde pek alışık olmadığımız felsefi mizah diyebileceğimiz iki kitabı paylaşmak.

İlk kitap, yazarının aidiyeti konusunda şüpheler olsa da Immanuel Kant’ın adıyla yayımlanan Öteki Dünyaya Yolculuğumun Sahici Hikâyesi adlı deneme-hikâye türünde bir eser. Bu kitap, Kant’ın başta sona kendi felsefesini, diğer filozofların acımasız eleştirisine tuttuğu bir mizah ve felsefe kitabıdır. Felsefe tarihinin aydınlanmacı düşünürü ve hem akılcı hem de ampirik düşünceyi temellerinden sarsmış bir filozof tarafından baştan sona kendi felsefesinin bir eleştirisidir. Egemen düşüncenin baskısına karşı mizahi bir savunusudur adeta. Bu düşünce gerek kendi felsefesi ve sonrası gerek de kendi çağına kadar olan bütün düşünürlerin “düşünsel-bir-eylem olarak felsefelerine karşı” öyle saptamalarını paylaşır ki kelimenin tam anlamıyla kahkahalarla sizi düşündürür.

Kant, Orpheus’un dünyasına giderken oradaki filozoflarla olan sohbetini anlatır. Platon’un Phaedo diyaloğundaki Sokrates’in son günün aksine bu yolculuğun başlangıcı Profesör Kant’ın öteki dünyadaki ilk günüdür. Başından sonuna karamsarlık yerini akıl almaz bir mizaha ve okurun yanaklarından silinemez bir tebessüme bırakır. Görüngüler kuramından metafiziğine, nedensellik anlayışından mantık bilimine ve kitabın sonuna doğru ise kendi etik anlayışının sıkı bir eleştirisini duyarız.

Bu yazının başında söz ettiğimiz, inceleme konusu olan diğer eser ise Thomas de Quincey’in Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet adlı kısa romanıdır. Borgesvari bir anlatı dünyasında yazar cinayet sanatının ustalıklarını paylaşır. Herhangi bir felsefi temellendirmeye ihtiyaç duymaksızın bu sanatın inceliklerini okura anlatır. Özellikle ilk kısmında ölümün anlamı sorusuna değinmeden estetik bir cinayetin izini sürerken, yolu felsefenin büyük düşünürlerinin cinayet bağlamındaki hikayeleriyle kesişir. Öyle ki, Descartes, Malebranche, Hobbes, Leibniz ve son olarak Kant’ın felsefelerinin temellerine inerken bu filozofların hayatlarını birer kurgusal cinayet düzleminde incelemelerini sunar bize. Cinayet soğuk bir kelimedir, ancak kesinlikle mizah ve felsefe ile kesiştiğinde bize ölüm korkusuna dair bir çıkış sunar. Belki de korkuya çare olan yine bu felsefi mizahın kendisidir.

Türkiye’nin felsefe dağarcığını yetkin çevirileriyle zenginleştiren bu eserler, felsefeye niceliksel katkılarının yanında niteliksel bir katkı da sunar. Bu niteliksel katkı, kuşkusuz felsefenin mizahıdır. Eleştirel düşüncenin ve yazının eğitime katkısını göz ardı etmemek gerekir. Bir kere bu büyük filozofların eserlerini kendilerinin acımasız ama bir o kadar mizahi eleştirisi kavranabildiğinde, çağdaş düşüncenin o akılcılığı ve büyüklüğünü anlamamız kolaylaşacaktır.

Yalnız küçük bir gülümseme ile aydınlanmanın ilk kıvılcımını başlatabiliriz.

Bunları da sevebilirsiniz