Az Satan Kitaplar

Uluslararası Yayıncılar Birliği 2016 verilerine göre Türkiye’de kişi başına 8.4 kitap düşmektedir. TÜİK verileri de bize Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada kitap okumanın yer aldığını gösteriyor. Satılan kitap bandrolü sayısı 2016 yılında, bir önceki yıla göre %5,2 artarak 404 milyona ulaştı. Elektronik kitap da dahil olmak üzere Türkiye’de basılı kitap sayısında ciddi bir artış söz konusuyken kitap okuma oranındaki bu yetersizlik yadsınamayacak niteliktedir. Türk insanı bütün bir günün ortalama 6 saatini televizyon izlemeye ve 3 saatini internete bağlanmaya ayırıp, sıra kitap okumaya geldiğinde ise sadece 1 dakikasını ‘feda’ edebiliyor.

Dünyadaki genel duruma bakıldığında, Fransa ve İngiltere %21 ile en fazla kitap okunan ülkelerin başında yer almaktadır. Japonya (%14), ABD (%12), İspanya(%9) diğer okuma oranı yüksek ülkeler arasındayken Türkiye’de bu oran binde birdir. 2016 yılında yapılan yayımların %92’si özel sektör, %5,5’i kamu ve eğitim kurumları, %2,5’i ise sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilmiştir. Türk okurlarının ilgisini çeken özellikle aşk ve siyasi konular olmuştur. Düşünce ve kişisel gelişim kitaplarına gösterilen ilgi ise oldukça kısıtlıdır.

Kitap okuma alışkanlığımız olmadığı gibi satın aldığımız kitabı bile okumayan bir haldeyiz. Japonların “kitap satın alıp okumama hastalığı” olarak nitelendirdiği Tsundoku sözcüğü ile de bilinen bu durumun koleksiyonerlikle bir alakası olmadığını çünkü disiplinden çok yanılsamaya dayalı bir muhafazanın söz konusu olduğu şeklinde yorumlayan Umberto Eco, bu sıradan okurların fiziksel olarak o kitaplara sahip olmasından dolayı zihnlerinin de bu sahipliği “okumuşluk” duygusuna çevireceğini belirtmiştir. İmkan dahilinde satın almak istediğimiz kitapları öncelik sırasına göre listeleyerek kontrolü ele alabilmek de en az kitap okumamak kadar ciddi bir meseleyi çözmeyi mümkün kılacaktır. Diğer tüketim alışkanlıklarımız için bugün tartışıldığı üzere ihtiyacın “sınırsız” oluşu bu alanda da geçersiz olarak görülebilir.

Asil mevzuya dönecek olursak; verilere bakıldığında, Türkiye’de çok satan/sattırılan kitapların haricinde bir liste çıkartmak, zor olmayacaktır. Zira okumuyoruz!

Öykü Yazarı ve Çevirmen Tomris Uyar

Bizlere, kendi eserlerinden ziyade hayatına dokunduğu şairlerin, onları en çok okuyup etkilendiğimiz şiirlerindeki kadar tanıtılan Tomris Uyar aslında kimdir?





15 Mart 1941 yılının İstanbul’unda edebiyata düşkün bir aileye katılan Tomris Uyar’ın hukukçu ve yazar olan babası Ali Fuat Gedik’in şiir kitabı; hukukçu annesi Celile Hanım’ın da çevirileri vardır. Tomris, bugün artık Robert Koleji olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji yıllarında öykü yazma isteği ile İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine bağlı Gazetecilik Enstitüsü’ne yöneldi ve 1963 yılında buradaki eğitimini tamamladı. Çeviri denemelerine başlayan Tomris, bu sayede öyküsü için gerekli olan Türkçe’nin tüm kıvraklığına sahip olma yolunda kendini geliştirebildi.

Gazeteci ve şair olan Ülkü Tamer ile evli olduğu dönemde Tomris Tamer adıyla edebiyat dünyasına ilk adımı attı. Çevirmen ve öykü yazarı olarak tanıdığımız Tomris; Cemal Süreyya ve Ülkü Tamer ile birlikte Papirüs dergisinin de kurucularındandır. Deneme, eleştiri ve kitap tanıtma yazıları Yeni Dergi, Soyut ve Varlık gibi dergilerde yayınlanmıştır.

Tomris Uyar’ın ilk çevirisi olan Hintli yazar Rabindranath Tagore’nin “Şekerden Bebek” öyküsü 1962’de Varlık Dergisi’nde yayımlandı. Papirüs’te 1966’da yayımlanacak olan ilk öyküsü “Suya Yazılı” ise yangında kül olmuştur ancak Tomris bunun peşine düşmemiş çalışmalarına devam etmiştir. 1965 yılında Türk Dili Dergisi’nde bilinen ilk öyküsü olan “Kristin” yayımlandı. 1971’de “İpek ve Bakır” adındaki ilk kitabını çıkartan yazar; 60’ı aşkın çevirisi ve öyküleri ile edebiyat dünyasındaki yerini sağlamlaştırdı.

Ödeşmeler (1973), Dizboyu Papatyalar (1975), Yürekte Bukağı (1979), Yaz Düşleri/Düş Kışları (1981), Gecegezen Kızlar (1983), Rus Ruleti- Dön Geri Bak (1985), Yaza Yolculuk (1986), Sekizinci Günah (1990), Otuzların Kadını (1992), Aramızdaki Şey (1997) yazarın önemli eserlerindendir.

Turgut Uyar ile birlikte Romalı düşünür ve şair Lucretius’un “Evrenin Yapısı” eseriyle Türk Dil Kurumu’nun 1975 yılı çeviri ödülünü aldılar. Antonie de Saint Exupery’nin Küçük Prens’i de Tomris’in önemli çevirilerinden biridir. Yürekte Bukaği ile 1979, Yaza Yolculuk ile de 1986 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı’nı aldı.


Kendisinden ödün vermeden yazdığı öykülerinde, okurunu sorgulamaya ve iç hesaplaşmaya yöneltmiştir. Sadece kısa durum öyküleri yazmıştır zira onun için öykü; okuru değiştirebilen, dünyayı anlatma ve algılamada görme biçimine en uygun daldır. Romanı ise uzun ve anlatılmaya uygun olmadığı gerekçesiyle edebi bulmayan Tomris, az kelime ile çok anlatımdan yanadır. Romana hiç yüz vermeyerek öyküde ısrarcı oluşu ve bunu bir edebi duruş haline getirmesi takdir edilesidir.

Yazarın öncelikle kendisi için yazıyor olsa bile eserin yayımlanması durumunda illa okurunu da düşüneceğini ancak okurun hazırlıklı olmadığı bir denemenin, kendi gözünde edebiyat için yapılmaya değer nitelikte olduğunda ise onu korkusuz bir şekilde yapabileceğinden bahsetmiştir. Yazım sürecini anlatırken: “Sanatın kurgu olduğuna inanırım. Düşündüğüm ya da gördüğüm her şeyin bir sanat malzemesi olduğuna inanacak kadar kendimi beğenmiyorum doğrusu o kadar güvenmiyorum” demiştir.

Sadece hazır olduğu zamanlarda ve her yerde yazabildiğinden bahseden Tomris, hiçbir zaman bir odasının olmadığından bu duruma kendisini alıştırmıştır. “Bazen bir insanın söylediği çok basit bir cümle beni günlerce düşündürebilir” sözleri ile de öykülerindeki gerçeklik ve derinliğin kaynağını belirtmiştir.





Dilediği gibi yaşamış, umudu, aşkı, sevgiyi ve edebiyatı hiç yüreğinden eksik etmemiştir. Ona karşı duyulan aşklar hakkında çok az konuşmuş ve saygısını kimseye karşı yitirmemiş bir edebiyatçıdır. Bu husustaki; “İl işkilerimde hep kendime bir dokunulmazlık alanı oluşturmuşumdur. Başkasına verdiğim yaratma, tek başına düşünme ve yalnız kalma özgürlüğünün bana da verilmesini isterim sözleri bize, özel hayatı ile edebi kişiliğini nasıl dengede tutabildiğini gösteriyor.





Türk Edebiyatı’nın en önemli kadın yazarlarından biri olan Tomris Uyar, yakalandığı kanser hastalığı sebebiyle 2003 yılında aramızdan ayrılsa da yazdığı dönemin izlerini öykülerinde yaşatmaya devam etmektedir. 1979 yılında ilk olarak Okar Yayınları tarafından yayımlanan “Yürekte Bukağı” kitabı da sıkıyönetim döneminde yaşamın her alanında yüreklerine bukağı(demir halka veya köstek) vurulmuş kişileri ele almaktadır. Türkiye’de oluşan gerilimli atmosferin bireyler üzerindeki etkilerini güçlü bir anlatımla aktarmıştır. Günlüklerinin derlendiği Gündökümü-Bir Uyumsuzun Notları’nda, Yürekte Bukağı’daki öykülerinin faşizm ve aşk çerçevesinde ele alınması gerektiğini belirtir.





Bir röportajında ise kendisini uyumsuz olarak tanımlamış ve öykülerinde genellikle uyumsuz kahramanları bizlerle tanıştırmıştır. Kitapta yer alan “Dikkat Kırılacak Eşya Var” öyküsü de yine bu doğrultuda, iki dünya arasına sıkışıp kalan konformist bir karakter üzerinden modern çağın ve şehir insanının eleştirisini içinde barındırmaktadır.

İmzamı nasıl sevdiğimi anlatmayacağım ona. Her atışımda imzamın daha bir güzeleştiğini, yerli yerine oturduğunu, tutarlılık kazandığını. İmzama aşık mıyım? Belki.”

Resmi bıraktım. Tehlikeli olabilirdi. Konuşmak da tehlikelidir. İçte biriken sözcükleri boşaltmak. Hele konuşmayı bir kere unutmmuşsan… Bir şey sızlıyor. Bir eksiklik. Bir özlem. Günlük cinselliğime yansıyan, tutkuyu silip götüren bir sızı. Bir korku getiriyor yedeğinde: Ya bir gün, bunca yıl kafamda biriktirdiğim sözcükler boşalıverirse? Çene kemiklerim açılırsa? Beynime üşüşen imgeleri durduramazsam? Ya eve, bir gün yirmi dakika gecikirsem?”

Öyküde sadece kahramanımızı ve onun iç sesini duyabildiğimiz, karşılıklı olmayan diyaloglardan oluşan farklı bir anlatım tarzı denenmiştir. Kendi güvenli alanını terk etmekten kaçınan, duyarsız ve sadece kendisi ile meşgul olan kahramanımız gibi biz de karşısındaki olumlu karakteri duyamıyoruz. Ona verdiği yanıtlar ve buradaki asıl hesaplaşmayı başlatan iç sesinin susamadıkları; kendini bastıran, hayatındaki yanlışların farkında olmasına rağmen herhangi bir değişime gitmekten kaçınan ve pürüz istemeyen yanları ile kahramanımızın Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ına benzer bir karakterde olduğu izlenimi yaratmaktadır.

İkinci Yeni şiirinin önemli temsilcilerinden Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever’i bir de Tomris Uyar’ın aşkıyla tanıyabilmenin mümkün olduğu bir vakitte, görüşmek üzere!





Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın