Melahat ve Zehra Öğretmen

Her şey her zaman sür git gitmiyor

Önüne bir set geliyor

Parçalanıyor

Bir değişim oluyor

Melahat Demir öğretmen

Torasan kıyısında, efil efil esen yelin okşadığı, yazdan kalma bir sonbahar günü. Zeytin ağaçlarında salkım salkım, mora çalan zeytinler, bu senenin mahsulünün iyi olacağı haberini veriyor. Kumsal suda yarı beline kadar serpme ile balık avlayanları görüyorum. Öbek öbek kuşlar bir o yana bir bu yana uçuyorlar sanki dans ediyorlar. Kürek çeken bir balıkçının ceviz kabuğu gibi bir kayıkla uzakta yaklaştığını görüyorum. Buralarda hala yapılaşma az. Daha çok mera ve zeytin ağaçları var. Urla ilçesine bağlı Torasan mevkiindeki tarım arazilerini Özbekli köylüler ekip biçermiş zamanında. Köylüler yaz döneminde tütün kırmaya köyden göç ederlermiş. Torasan-Özbek köyü Melahat öğretmenin memleketi. Zehra öğretmen ise Muğla Bodrum Dere Köyünden. İkisi de İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsünde tanışmışlar. Biri Özbek köyünden biri Dere Köyünden. Biri 1943 girişli, diğer öğretmenimiz 1944 girişli.

Kızılçullu Köy Enstitülerine Giriş Öyküleri

Karşımda gözleri pırıl, pırıl bem-beyaz saçlı cin gibi iki kadın. Sohbet etmeye başlıyoruz. İlk söze Melahat öğretmen başlıyor; “Yıl 1943, aylardan Ocak. İlkokul bitmiş. 12 yaşındayım. Köy Enstitüleri imtihanını kazandığımı mektupla öğrendim. Mektubu alınca nasıl sevindim bilemezsin. Ablam Binnaz Ay da Kızılçullu Köy Enstitüsünde okuyor. O zamanlar kızlar pek okula gitmiyor. Hele ablamın okul da olması aileden ikinci bir kız evladının da enstitüye gitmesini güçleştiriyor. Sade ev değil köydeki anlayışta bu. “Ne yapacak okuldan çıkınca, alacağı 20 TL maaş. Tütün kırsın daha çok para kazanır” lafları ortalıkta geziniyor. Ben tüm bunlara rağmen Köy Enstitüleri imtihanını kazanmış, okumaya devam etmek istiyorum. Babam ilk seferinde okula gitmeme hayır deyince kendimi kuyuya atarım ha demiştim”. Melahat öğretmeni dinlerken okula gitmenin onun için nerdeyse ölüm kalım meselesi haline gelmiş olduğunu gördüm. O yıl Özbek köyünden 3 köylü çocuk Kızılçullu Köy Enstitüsüne kayıt olur. Bunlardan biri de Melahat öğretmendir.

Zehra öğretmen de enstitüye girmek için yaptığı mücadeleyi, benzer anısını anlattı. Hala yerinde duramayan ufak tefek beyaz Zehra öğretmen bana öğretmenim Ayşe Baysal’ı hatırlattı. Zehra öğretmen ise ilkokulu Bodrum bağlı Dere köyünde, 12 yaşında bitiriyor. Onun okula kayıt öyküsü şöyle; “Şimdiki gibi değil o zamanlar Bodrum da bile kışın gürül gürül derenin suyu akardı. Köy derenin bi tarafında, okul öteki tarafında. Okula gitmek için dereyi geçmek lazım. Dere zaman zaman öyle bir kabarırdı ki üzerindeki ağaç köprüyü alıp götürürdü. Yağmurların bol olduğu bir kış günü Kızılçullu Köy Enstitüsüne girmek için sözlü imtihanın yapılacağı haberi geldi. İmtihan benim okuduğum ilkokulda olacaktı. Azmış dereyi tek başıma geçecek halde değildim. Kahveye gidip yardım istedim. Biz de mutaassıplık yoktu. Kahveye gidip yardım istediğim de Mustafa ağbi “ben seni dereden geçiririm” dedi. Derenin üzerinde ağaç bir köprü var. Dere azdı mı köprü möprü bırakmıyor. Dereye geldiğimizde köprü filan yoktu. Karşıya geçmek imkânsızdı. Mustafa ağbi “biraz bekleyelim suyun deliliği azalınca karşıya geçeriz” dedi. Epey bi bekledik. Sonunda dere biraz sakinleyince Mustafa ağbi beni sırtına aldı. Derenin ortasına geldiğimizde sendelenmeye başladık. Zehra öğretmen anlatırken heyecanlanmıştı. Sanki dere bizi alıp götürecekti. Mustafa ağbi “ben seni karşı kıyıya sallardım. Sen en azından kurtulursun” dedi. “Ben olmaz. Ölecekse beraber ölelim” dedim. Neyse ben Mustafa ağbinin sırtında öteki kıyıya varmıştım. Paçalarımdan sular akıyordu. Okula vardığımda sobanın yanına vardım. Okul öğretmenim yanında müfettiş vardı. Uzun boylu yakışıklı bir adam, Rıza Gürel’di ismi. Kendisini tanıttı. Sonra “sen de kendini tanıt” dedi. “Adım Zehra Gezer” dedim. Köy Enstitülü öğretmenler öğretmenlerinin, müdürlerini, arkadaşlarının isimlerini soyadları ile hatırlarlar. Müfettişin Zehra Gezer’e yaptığı bir birey olarak davranması idi. Günümüzde çocuğuna isminle hitap etmek yerine, annecim, babacım, teyzecim, babaannecim, okullarda ise hocam aşağı hocam yukarı demek çocuklarda birey olmalarını engelliyor gibi. Şahsiyet değilsin de ya büyüğünün ya da üstünün bir yansıması gibisin. Neyse biz Zehra öğretmenin hikâyesine dönelim. Zehra öğretmen müfettişin sorularına cevap vermeye devam eder. Müfettişin sınav sorularını cevaplayan Zehra’ya “seni Kızılçullu Köy Enstitüsüne kayıt ettirmek istiyorum” der. “Ben kendimden emin olur” dedim. “Ya baban göndermezse ne yaparsın? deyince “Babamı siz kandırırsınız” dedim. O zamanlar ikna ederseniz lafını bilmiyorum. Babamı çağırırlar “sizin kızı Kızılçullu’ya kayıt ettireceğiz” der müfettiş. Babam başta “olmaz “der. Müfettiş sonunda babamı ikna eder. Babam da “bi de anasına sorun” der. Anamın cevabı: “Kızım okula gidersen rezillikten kurtulursun “olur.

Okuldaki Hayat

Köy Enstitülerinde yaşam saat 7:00 de yataktan kalkış ile başlardı. 7:30 kadar temizlik. 7:30 halk oyunları. 8:00 de kahvaltı. 8.30-12:30 arası 4 saat boyunca kümeler halindeki öğrenciler ya kültür programı için okul binasına ya ziraat için çiftliğe ya da dikiş-dokuma için atölyeye giderlerdi. 12:30-13:30 arası yemek 13:30- 18:00 arası sabah programına devam. 18:00 dinlenme 19:00-20:00 etüt. 20:00-21:00 yemek. 21:00-10:00 etüt 10:00 yatakhane. 12 ayın 1 ayı izinli. Bütün yıl çalışırdık. Bu arada Ortaklar Köy Enstitüsü yapılıyor. Kızılçullu öğrencileri 1 ay boyunca orada çalışıyorlar. Ortak Köy Enstitüsün yapımı için 2 yıl boyunca 1 ay orada çalıştık. “Oğlanlar yapı işine yardım ederken, kızlar yatak ve yemek işlerine bakıyorlardı” diye Melahat öğretmen sözüne devam etti.. Köylü marşını söyleye söyleye tarlaya, çiftliğe giderdik. Ziraatın içinde, şarap, yoğurt yapmak, hayvancılık, kaz, hindi, ipek böcekçiliği vardı. Çok iyi öğretmenlerimiz vardı. Tohum hangi ay ekilir. Hangi ayda sulama, nasıl sulanır, salça nasıl yapılır, dokumada halı ve bez dokumayı öğretirlerdi. Şimdi bile oğlana tarımla ilgili her türlü bilgiyi veriyorum. Erkeklerde ise marangozluk ve demircilik… sohbetimiz devam ederken söz Hasan Âli Yücel’e geldi. Milli Eğitim Bakanını o zaman herkes tanıyor. Melahat öğretmen yemekhanede öğrencilerle beraber yemek yiyecek olan Hasan Ali Yücel’ in masasını hazırladığını heyecanla anlatıyordu. Söze karışan Zehra Öğretmen bir küçük sınıfta olduğumuz için onunla yemek yiyemiştik, Melahatlar çok şanslı idi” diye ekliyor. “Beyaz elbisesi ve kaşlarının gürlüğü unutulacak gibi değildi. Kafama yerleşecek konuşmalar yapmıştı. Sonra hep beraber yemek yemiştik” deyip anısını anlatmayı sürdürüyor Melahat öğretmen.

Melahat Öğretmeni Şaşırtan

Köy Enstitülerinde her şey zamanında yapılırdı. Kahvaltı aynı saatte, tarlaya veya okula aynı saatte gidilirdi. Aynı saatte yatılırdı. Köy hayatında böyle saatler yoktu. Hem okula hem de bu saatlere uyacak hem de kendi işini kendin yapacaksın. Beni şaşırtan bu oldu” dedi Melahat öğretmen.

80’nini geçmiş bu iki öğretmenin anılarını dinlemek, hala neşeli yaşam dolu, öğretmeyi seven, öğrenmeye devam eden iki kadının arasında harika birkaç saat geçirmiştim. Geçmişlerini eğitimlerini canlı bir şekilde hatırlayan bu kadınlar şimdiki günümüz Türkiye’sini takip edip yorumlarda bulunuyor, gelecek için tasalanıyorlardı. Köy Enstitülerinden gelen eğitimle pratikle hayatlarını dönüştürmeye, daha yaşanır kılmaya devam ediyorlardı. Sizleri tanımak büyük keyifti Melahat ve Zehra öğretmenlerim.


Bunları da sevebilirsiniz