Bilimde Kadın I – Marie Curie

Kadınlar çiçektir. Kadın evde oturur yemeğini yapar. Kocasına bakar, çocuklarını büyütür. Kadının çok bileni, bildiğini konuşmayanı makbuldür. Kadın tarlaya gider, alışveriş yapar. Söz sahibi değildir, ama bütün sorunların mümessilidir. Kadın okumaz, kadın çalışmaz. Erkeklerle aynı ortamda bulunmaz, söz olur. Kadın seçmez, seçilir. Para karşılığı evlendirilir, pazarlanır. Kadın dövülür, sövülür, sevilmez. Kadın günahtır!

Saçmalık! Kadın kadındır. Aklı vardır, üretir, yaratır ve başarır. Kadın bir obje değil, aynı erkek gibi insandır. İşte erkek egemen bir dünyada unutulan gerçek de budur. Yüzyıllar boyunca kadınların geri planda bırakılması, kadınlara baskı yapılarak onların dış dünyadan soyutlanması haksızlıktır, ayıptır.

Her ne kadar son 50 yılda bu durum gelişmiş ülkeler için çok geçerli olmasa da, yaşadığımız coğrafyada içler acısı ne yazık ki… Ancak bütün bu olumsuz koşullara rağmen, aradan sıyrılabilen kadınlar dünyanın kaderini değiştiren başarılara imza atabilmiştir. Eminim, koşullar farklı olsaydı kadın da insan muamelesi görüp hak ettiği yere gelebilirdi.

Kadının içindeki gücü anlayabilmemiz ve bizlere umut olabilmesi için tarihte başarısını herkese kanıtlamış kadın bilimcilerin hayatını, çektikleri sıkıntılara rağmen nasıl başardıklarını bilmemiz, onların farkında olmamız gerekmektedir.

Hayatını bilime adamış, hayatını bilim uğruna kaybetmiş bir kadın, Marie Curie… Tüm kadınların örnek alması gereken bir öncü, bir bilim insanı…

Curie, Polonyalı bir fizikçi ve kimyacı olarak radyoaktivite konusuna öncülük eden bir bilim insanıdır. Nobel ödülünü kazanan ilk kadın olmasının yanı sıra, iki kez kazanmış olan ilk insan ve tek kadındır. Ayrıca Paris Üniversitesinde profesör olmuş ilk kadın unvanına da sahiptir.

Marie’nin Hayatı

Polonya’nın Rus bölgesinde 7 Kasım 1867’de dünyaya gelen Maria Sklodowska öğretmen bir anne-babanın 5 çocuğundan en küçüğüdür. Polonya’nın bağımsızlık mücadelesi esnasında maddi varlığını kaybeden bir ailede büyüyen bu 5 çocuk hayatta ilerleme konusunda bir hayli zorluk çekmiştir.


Maria’nın dedesi Lublin’de öğretmendi, Polonya edebiyatında önemli bir yere sahip olan Boleslaw Prus’un öğretmenliğini yapmıştı. Babası ise matematik ve fizik öğretmeniydi, Maria da onun izinden gitmek istiyordu. Annesi Varşova’nın saygın yatılı kız liselerinden birinin yöneticiliğini yapıyordu ancak Maria’nın doğumundan sonra görevi bıraktı. Babası ateist, annesi Katolik olan Maria, annesinin ölümünden sonra agnostik olmaya karar verdi.

Eğitim Hayatı

Maria 10 yaşında yatılı bir okul olan J. Sikorska okuluna gitti, ardından kız lisesine yazıldı ve 12 Haziran 1883’te birincilikle mezun oldu. Muhtemelen, yaşadığı depresyon nedeniyle mezuniyetinden sonraki seneyi şehirden uzakta akrabalarının yanında geçirdi. Bir sonraki yıl babasıyla birlikte Varşova’da öğretmenlik yapmaya başlayan Maria, kadın olduğu için yükseköğrenime kaydolamıyordu. Fakat Flying Üniversitesi, Maria ve kız kardeşi Bronislawa’nın kaydını el altından yapmayı kabul etti. Maria ve Bronislawa bir anlaşma yaptılar, anlaşmaya göre ilk önce Branislawa Paris’e gidecek, Maria ona maddi destekte bulunacaktı, ardından da Bronislawa Maria için aynısını yapacaktı.

Böylelikle Bronislawa Paris’e taşındı ve Polonyalı fizikçi, aktivist Kazimierz Dluski ile evlendi. 1890 yılının başında Maria’yı Paris’e davet ettiler. Ancak Maria reddetti çünkü üniversite harcını verecek maddi durumu yoktu, gerekli parayı bulması bir buçuk sene alırdı.

Maddi durumunu düzelten babası Maria’nın Paris’e gidebileceği döneme kadar ona maddi destekte bulundu. Bu süreçte Maria kendi eğitimine bir hayli zaman ayırdı. Kitaplar okudu, mektuplaştı ve ders çalıştı. 1891’e kadar özel ders verdi. Flying Üniversitesinde eğitimine devam ederken Varşova’da bulunan The Museum of Industry and Agriculture’ın (Tarım ve Endüstri Müzesi) kimya laboratuvarında staja başladı.

Maria 1891 yılında Paris’e taşındı. İlk etapta kız kardeşinin yanında kaldı ardından, matematik, fizik ve kimya alanlarında eğitim aldığı Paris Üniversitesi’ne daha yakın bir yer kiraladı. Kıt kanaat geçinen Marie (Fransa’da Marie olarak bilinirdi.) ısınmada ve karnını doyurmada bile güçlük çekiyordu. Kendi derslerinden arda kalan zamanlarda geçimini sağlamak için özel ders veriyordu.

1893 yılında fizikten mezun olduktan sonra Profesör Gabriel Lippman’ın laboratuvarında çalışmaya başladı. 1894’te ikinci mezuniyetini de tamamladıktan sonra Paris’te bilimsel kariyerine başladı.

Société d’encouragement pour l’industrie nationale (Ulusal Endüstri’yi Destekleme Kurumu) tarafından görevlendirilen Marie çeşitli metallerin manyetik özelliklerini konu edinen bir çalışma yaptı. Aynı yıl ESPCI’de (Kimya ve Fizik Okulu) görev yapan Pierre Curie ile tanıştı. Doğa bilimleri ikisinin de ortak ilgi alanıydı ve bu durum ikisinin yakınlaşmasını ve birbirlerine özel hisler beslemesini sağladı. Pierre Marie’ye evlenme teklifinde bulundu ancak Marie kabul etmedi çünkü Polonya’ya dönmek niyetindeydi.

Marie 1894 yazında, seçtiği alanda kendi ülkesinde çalışabileceği hayaliyle Polonya’ya döndü. Ancak kadın olduğu için Krakow Üniversitesi’nden ret aldı. Bunun üzerine doktora yapmak üzere tekrar Paris’e gitti.


1895 yılında Pierre ve Marie Sceaux’ta evlendiler. Ancak evliliklerini dini kurallar çerçevesinde gerçekleştirmediler. Marie evlenirken gelinlik giymek yerine ona uzun yıllar boyunca laboratuvar çalışmalarında hizmet edecek olan koyu lacivert elbisesini giydi. Pierre, Marie’nin aşkı bulduğu eşi ve bilimsel çalışma arkadaşı olmuştu.

Bilimsel Çalışmaları

1895’te Wilhelm Roentgen’in X-ray’i ve 1896’da Henri Becquerel’in Uranyum tuzlarının yaydığı enerjinin X-ray’de olana benzerliğini keşfetmelerinin ardından Marie bu konuya merak saldı ve radyoaktivite üzerine çalışmaya karar verdi.

Marie’nin çalışmaları Uranit ve Torbenit olmak üzere iki Uranyum minerali içeriyordu. Çalışmalarında Torbenit’in Uranyum’dan 2 kat, Uranit’in ise 4 kat daha aktif olduğunu gösterdi. Uranyum dışında başka maddelerle ilgili de çalışmalar yapan Curie 1898’de Toryum’un da radyoaktif olduğunu keşfetti.

Temmuz 1898’de Curie’ler yayınladıkları makalede yeni buldukları elementin müjdesini verdi. Yeni elemente, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında paylaşılan Polonya’yı şereflendirmek amacıyla “Polonyum” adını verdiler. Aralık 1898’de buldukları ikinci elementi duyurdular. Bu elemente Latincede ışın (ray) anlamına gelen “Radyum” ismini verdiler.

Nobel Ödülleri

Aralık 1903’te İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, Pierre Curie, Marie Curie ve Henri Becquerel’i radyoaktivite ile ilgili çalışmaları nedeniyle Fizik alanında Nobel ödülüne layık gördü. Komite önce sadece Pierre Curie ve Henri Becquerel’i ödüllendirmeye yeltendi fakat komite üyesi olan ve aynı zamanda kadın bilimcilerin avukatlığını yapan İsveçli matematikçi Magnus Goesta Mittag-Leffler’ın duruma karşı çıkmasıyla Marie de hak ettiği ödülü aldı.

1911’de “Radyum ve Polonyum elementlerinin keşfiyle Kimya alanına sağladığı katkılardan” ötürü Kimya alanında ikinci kez Nobel ödülü almaya hak kazanan Marie Curie iki farklı alanda Nobel ödülü alan ilk bilim insanı oldu. Günümüzde de bu unvanı sadece Linus Pauling ile paylaşıyor.

Hayata Veda

İki kız çocuk annesi olan Marie Curie, ikinci Nobel ödülünü almadan önce 1906 yılında kocası Pierre’i trafik kazasında kaybetti. Kaybından sonra bilimsel çalışmalarına devam eden Curie, 1934 yılında son kez Polonya’yı ziyaret etti. Polonya ziyaretinden birkaç ay sonra 4 Temmuz 1934’te, radyasyona uzun süre maruz kalmanın neden olduğu düşünülen “Aplastik Anemi” hastalığından ötürü hayatını kaybetti.

Marie, Sceaux’ta kocasının yanına defnedildi. 60 yıl sonra bilim alanına katkıları şerefine Panthéon Paris’e nakledildiler.

Curie’nin çalışma yaptığı dönemde iyonlaştırıcı radyasyonun etkileri bilinmiyordu. Çalışmalar, güvenlik önlemleri olmadan yapılmıştı çünkü o dönemde geliştirilmiş bir güvenlik önlemi henüz yoktu. Marie, içinde radyoaktif izotoplar bulunan test tüplerini cebinde taşıyor, çalışma masasının üstünde tutuyordu. Radyasyon Marie’de katarakt gibi birçok kronik rahatsızlığa sebep olmuştu. Fakat Curie hiçbir zaman radyasyonun sağlığa olan zararını tam olarak kabullenmedi. Ne yazık ki ölümü bu nedenle oldu.

Marie Curie’nin 1890 yılından kalma çalışmaları radyoaktif kalıntılarının seviyesi nedeniyle hala daha çok zararlı olarak görülüyor. Curie’nin notları kurşun kaplı kutularda saklanıyor ve incelemek isteyenler koruyucu kıyafetler giydikten sonra çalışma yapabiliyorlar.

**

Sadece kadın olduğu için birçok defa yok sayılan bir bilim insanı. Kim bilir belki de bütün bu olumsuzluklar başına gelmeseydi bu elde ettiği başarıların çok daha fazlasını elde edebilirdi.

Ama ne olursa olsun, bilimde açtığı yol bütün kadınlara umut olacak nitelikte.

Maria Sklodowska bize umut olsun, başarmak için ihtiyacımız olan tek şey istemek. Gerisi teferruat…


Hayatta hiçbir şey korkmak için değildir, her şey anlaşılmak içindir. İşte bu nedenle şimdi daha çok anlama ve daha az korkma zamanıdır.” – Marie Curie


Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın