Mankurtlaşma Üzerine

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde ordu içerisinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Pensilvanya eyaletinde yaşayan, Fethullah Gülen’in önderliğini yaptığı Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)’ye bağlı bir grup, TSK içindeki adamları ile askeri darbe girişiminde bulundu. Şimdiye değin 240 kişinin hayatını kaybettiği belirlenen darbe girişimi, halkımızın örnek direnişi ve devletin diğer unsurlarının karşı koymasıyla başarısızlığa uğratıldı. Geliniz bunun Mankurtlaşma ile bağlantısına bir bakalım. Mankurt, kökü itibariyle öz Türkçe bir sözcüktür. Mankurtlaştırma; “kimliğini unutturma” anlamına geliyor. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise Mankurtlaşma “kimlikten uzaklaşmak, içinde bulunduğu topluma yabancılaşmak” olarak ifade ediliyor. Mankurt ve Mankurtlaşma terimini kaynakçamıza kazandıran kişi, yirminci yüz yılın en büyük edebiyatçılarından biri olan Kırgız Türkü Cengiz Aytmatov’dur(*). Bu terim, Cengiz Aytmatov’un “Gün Uzar Yüzyıl Olur!” adıyla çevrilen romanında bir Kırgız efsanesinde geçer. “Nayman Ana” söylencesine göre, Kırgızların komşusu ve can düşmanı olan Juan-Juanlar son derece gaddar ve acımasızdırlar. Komşu kabile ve oymaklara baskın yaparlar. Genç tutsakları da ölünceye kadar kendilerine köle durumuna getirirler. Köleleştirme yöntemi şudur; Genç bir tutsağın önce diri diri kafa derisini yüzerler ya da kafayı ustura ile kazırlar. Sonra yaş bir manda ya da oğlak derisini kafasına sıkıca geçirir ve günlerce güneşte bırakırlar. Deri kurudukça kafayı sıkar. Saçlar da çıkmaya başlar. Ancak deriyi delip çıkamayan binlerce saç kıvrılır ve başa iğne gibi batmaya başlar. Kişi acının şiddetinden ya ölür, ya da hiçbir şey hatırlayamaz duruma gelir ve kimliğini kaybeder. Canlı bir robot olmuştur. Sahibinin her dediğini yapar konuma gelmiştir. Öldür deyince öldürür, ol deyince ölür. Bu duruma gelmiş kişi artık bir Mankurt olmuştur ve serbest bırakılsa bile kaçıp gidebileceği hiçbir yer yoktur. Günümüzde ise mankurtlaşma değişik yöntemlerle yapılagelmektedir. Bunların başında laik eğitim yerine dini kendine göre yorumlayan kişi ya da gruplar tarafından beyin yıkama ile gerçekleştirilmektedir. Fethullah Gülen’in yaptığı da buydu. FETÖ, 1970’li yıllarda açtığı özel okullar, kurslar, öğrenci ev ve yurtları gibi faaliyetlerle bir dini grup ve hareket olarak ortaya çıkmıştı. İllegal çalışmalarını tam bir gizlilik içinde yürüterek ulusal ve uluslararası alanda sadece sivil toplum ve eğitim faaliyetleri yaptığı algısı oluşturmaya çalıştı. Önce cemaat, sonraları hizmet hareketi adıyla örgütlendiler. Kimileri bunlara Sivil toplum Örgütü dediler. Sevgi ve hoşgörü gibi iletilerle kendilerini demokrasi, dinler arası diyalog, eğitim ve barış gönüllüsü gibi gösterme stratejisi izlediler. Türkiye ve ilgili ülkelerde gerçek yüzlerini gizleyerek çok farklı kimliklerle (genellikle sağ, liberal, dindar) ordu, yargı, emniyet, istihbarat üniversite ve bürokrasi gibi, devletlerin kritik yerlerine yerleştiler. Amaçları, okul, eğitim/kültür merkezi, meslek kuruluşu ya da STK gibi görünerek devletleri ele geçirmek ve bu şekilde devletleri, toplumları, hatta dünyayı “kâinat imamı” olarak adlandırdıkları liderlerinin görüşleri ışığında yönetmekti. Dini inançları nedeniyle amaçlarına ulaşmak için her türlü takiye, iftira, komplo, tuzak ve illegal tüm faaliyetleri meşru gördüler. Üyeleri, mesihvari bir “seçilmişlik ruhu” ve “adanmışlık” içerisinde kimlikten kimliğe girebildiler, yeri geldiğinde cinayet de dâhil, her türlü illegal faaliyeti gerçekleştirdiler. Özellikle son 10 yılda, örgütün gizli amacına adanmış hâkim, savcı, emniyet ve üniversite mensuplarıyla, kendilerine engel gördükleri çok sayıda askeri, polisi, bürokratı, gazeteciyi, akademisyeni ve yazarı uydurma delillerle ağır hapis cezalarına mahkûm ettirdiler. Böylelikle devletin bütün makamlarını ele geçirme aşamasına geldiler. Şimdi FÖTE Hareketinin Türkiye’yi getirdiği kaotik ortamdan yola çıkarak Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişlerine bakalım: “Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat kendi ırkından büyük tanıdığı insanlardan vefasızlık, felaket görmesi daha acıdır.” “Efendiler biz hayat ve istiklal isteyen bir milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı yok etmeyi göze alırız.” “Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını söyler. Bazı kimseler modern olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl kâfirlik onların bu inanışıdır.” “Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.” Tek adam ve İkinci Adam kitapları ile Atatürk ve İsmet İnönü’nün yaşam öykülerini kaleme alan Şevket Süreyya Aydemir de İsmet Paşa’nın; “1960’ların sonlarında, Türk siyasetinde “dinsel söylemin” fazlaca kullanılmasının ve(o yıllarda) Nurcu hareketin desteklenmesinin, gelecekte “Türkiye’yi din savaşına sürükleyeceğini” söylediğini yazmıştı. Her konuda, Cumhuriyetin kurucu ideolojisini yeniden yeşertmekten başka yolumuz yok. Ancak, bir sorumuz da var; FETÖ hareketine bir “Sivil Toplum Kuruluşu” diyenler şimdi hiç utanmıyorlar mı?
(*)1995-98 yıllarında Nurlan Mamadov adlı bir Kırgız Türküne doktora çalışması yaptırmıştım. Mamadov aracılığıyla İzmir’e gelen Cengiz Aytmatov ile tanışma onuruna sahip olmuştum.

Bunları da sevebilirsiniz