GECİKMİŞ ADALET ADALET Mİ?

Türkiye Barolar Birliği ciddi ama gecikmiş bir açıklama yaptı… Yargıtay ve Danıştay’ın üye yapısı çoktandır gizliden gizliye değişiyordu zaten, bunu yasaya bağlayınca ayağa kalkma ihtiyacı duydular. Oysa 12 Eylül Anayasa referandumu sırasında YARSAV üyeleri il il gezerek yargıda olabilecek bugünkü değişikler için uyarıda bulunmaya çalışıyorlardı. Barolar bu konuda yeterince mesai harcamadılar. Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve yönetim kurulu üyeleri, Türkiye’de artık bir kangren durumuna dönüşen avukatlık sistemi konusunda bir arpa boyu yol almadılar bugüne kadar. Türkiye, gazeteciler, bireysel özgürlükler, hukuk arayanlar için tam bir işkence ortamına dönmüşken, avukatlar arasından bu “kaosu” kendine fırsat bilip işi “kap kaçcılığa döken”ler türemeye başladı. Bunların mağdurları da yapabilecekleri tek şeyi yaptılar ve bu gibi insanları Türkiye Barolar Birliği’ne veya bulundukları ilin Barolar Birliği’ne şikayet ettiler, ama çoğunlukla sonuç alınamadı. Baro, tüm avukatları kendi çocuğu gibi gördüğünden olsa gerek, hiçbirinin “usulsüzlüğe karışmayacağı” ön yargısıyla hareket etti ve bu gibi şikayetler için işlem yapmadı ya da çok ağır davrandı, Adalet Bakanlığı’ndan izin isteme yolunu seçti. Böyle bir “suç” işlendiğinde Adalet Bakanlığı’nın iznine neden gerek olduğu sorgulanmadı. Bu yazdıklarım bir “suçlama” değil, bunlar somut gerçekler ve artık Türkiye “avukat fazlalığı” yaşadığından olsa gerek, iş alamayan avukatların bir kısmı kısa yoldan “yolunu bulmayı” tercih etmeye başladı. Burada isim isim örneklemenin anlamı fazlaca yok, ayrıca bu bana da düşmez, ama birçok insanın bu konuda mağdur edildiğini biliyorum ve bu yazıyla birlikte de onların da kendi çevrelerindeki haksızlık ve hukuksuzlukları ortaya dökeceklerine inanıyorum. Meselenin Yargıtay ve Danıştay üye yapısının değişmesi ile sınırlı olmadığını, sistemin temelden bozulmuş olmasının ne yazık ki bu kuruma bağlı hukuk adamlarında da bozulmalara neden olduğunu hatırlatmak önemli. Türkiye Barolar Birliği’nin Türkiye’deki genel hukuksuzluk ile mücadele ettiğini görmek, geç kalmış da olsalar, elbette sevindirici, ama diğer yandan kendisine bağlı avukatlarla ilgili şikayet ve yakınmaları da dikkate alması  gerekiyor. Diyor ki dünkü bildirisinde Barolar Birliği, “Yargıda cemaatçi, reisçi yapılanma istemiyoruz”. Evet, bu istek haklı ve doğru bir istek, ama daha çok da cemaatçi yapılanmayı hedef alan bir istek, AKP yargısını “reisçiliğe” indirgemek bir kişiye indirgemekle eş değer, oysa bu yapılanma 2002’den beri Türkiye hukukunun belini büküyor. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve Yönetim Kurulu üyelerinin Yargıtay ve Danıştay’ın üye yapısı ile görev sürelerini değiştiren yargı paketine ilişkin basın toplantısı düzenledi. TBB Başkanı Feyzioğlu, “Türkiye’de ilk yapılacak şey, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını uzlaşma ile değiştirmek, yargı üzerinde siyasi parti etkisini tamamen ortadan kaldırmak ve ardından layık olanın layık olduğu göreve gelmesi şeklinde tanımladığımız bir sistemi, hakim bağımsızlığını, hakim tarafsızlığını, adil yargılanmayı ve hakimin hesap verebilirliğini de sağlayacak şekilde hep birlikte sağlamalıyız” dedi. Feyzioğlu devam ediyor: “Vatandaşların kendilerini hukuki güvenlik içinde hissetmedikleri, adalet paydasında buluşamadıkları bir ülkede milli birlik ve beraberlik sağlanamaz.” Sonuna kadar doğru… İyi hal indirimlerinin tecavüz ve kadın cinayetlerinde uygulanmasın diye kadın kuruluşları ve aklı başında insanlar bas bas bağırdı yıllardır. Ama sesini Barolar Birliği’ne herhalde duyuramadı. Tacizcileri, mağdur daha on yaşına bile basmamış olduğu halde, “kendi isteğiyle beraber olduk,” aldatmacısıyla takipsizlik kararı verildiğinde de Barolar Birliği yoktu. Adli Tıp, tecavüze uğrayan gençler için “psikolojik travma geçirmemiştir” raporu verdiğinde de yoklardı. Ensar Vakfı’ndaki tıbben kanıtlanmış tecavüz olayında müdahil olarak bulunmadılar ve Karaman Valisi’ne “10 numara forma hediye eden” futbol kulübü başkanı için suç duyurusunda bulunma tavrını da gösteremediler, Ergenekon ve benzeri davalar sırasında mağdurlara avukat sağlama konusunda başarısızlardı, ama Atalay Filiz denen katil için aynı uygulamayı yapadılar vb… Sema Ramazanoğlu’nun “Bir kereden bir şey olmaz” sözüne tepki göstermediler, ikinci kez oldu, ama yine sustular. Hukukçu olmayan her insan kendi hukukunu öğrenmek zorunda kaldı, ama bunu Baro kendi işine karışmak olarak yorumladığından olsa gerek, hiç oralı olmadı. Vatandaşlar kendi dilekçelerini yazıp itirazlarını öyle yaptılar, ama yine Türkiye Barolar Birliği yoktu. Mağdur olan, Ergenekon gibi davalarda avukat arayan insanlara avukat sağlayamadı Türkiye Barolar Birliği ve mağdurların yanında olmak yerine sistemden yana olmayı tercih etti. Bu ülkedeki hukuksuzluklar Türkiye Barolar Birliği’nin mücadele alanlarından biri değil mi? Yüksek yargı organlarındaki değişiklik sinyalleri yeni ortaya çıkmadı ki… Danıştay ve Yargıtay başkanlarının seçimi, bu mahkemelere üye seçimi gibi birçok konu yeni çıkartılan ve tüm yargıyı baştan aşağı değiştiren yasayla birlikte gerçekleşmedi ki… Türkiye, bireysel hukuk ihlallerinin cenneti oldu, ama Türkiye Barolar Birliği üç maymunu oynadı. ABD’de yargılanan ve Ocak 2017’ye kadar hapiste kalması kesinleşen, 75 yılla yargılanan Reza Zarrab 72 gün sonra Türkiye’deki ceza evinden çıktığında da itiraz edilmedi. Elbette güzel bir şey “hukuksuzluk olarak gördükleri olaylar karşısında” sessiz kalmamak. Ama gecikmiş adalet adalet değildir sözleri bu kurumun “düsturu” değil mi?

Bunları da sevebilirsiniz