Eskiler “At izi, it izine karıştı!” derler eğrisi ile doğrusunun ayırt edilemediği durumlarda.
Tam da böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Türkiye’yi yönetenlerin yargı bağımsızlığı başta olmak üzere “kuvvetler ayrılığı ilkesi”yle ciddi sorunu olduğu saptamasını yapıp bir kenara koyalım.
Ancak!
Türkiye’de dinci gericilik bir yandan etnik bölücülük diğer yandan ülkenin boğazını sıkmayı sürdürmektedir.
Dinci gericilik arkasına aldığı % 50’lik oy desteğiyle sınır tanımamaktadır!
Açılım günlerinin tozpembe düşlerinden karabasanla uyanan etnik bölücülük kentlere taşıdığı saldırganlık ortamında yenilgiden yenilgiye koşuyor.
Ülkedeki genel olumsuzluğu kendisine kalkan yapan etnik bölücülük özellikle siyaset ve medya alanında varlığını koruma telaşı içindedir.
Kanlı terör örgütünün medya ayağını oluşturan Özgür Gündem gazetesi köşeye sıkışınca çakma muhalefet ustalarının dayanışmasından güç almayı denemeye başlamıştır. Nöbetçi genel yayın yönetmenliği adı altında yürütülen bu halkla ilişkiler çalışmasına katılanlara yönelik tutuklamalar kamuoyunca farklı değerlendirilmektedir.
Muhalefet olmayı RTE’nin bulunduğu konuma göre uyarlamayı hüner bilenler buradan da bir başarı ve zafer çıkartma peşindedir.
Kuşkusuz tutuklama aşırı ve gereksiz bir uygulama! Ama, tutuklanıp da mağdur olduk diyenlere söyleyecek bir çift sözümüz olmalı!
Dr Şebnem KORUR FİNCANCI, Ahmet NESİN ve Erol ÖNDEROĞLU Özgür Gündem’le dayanışmaları nedeniyle tutuklandılar. Adlarının önemi olmaksızın eylemleri gerektirmedikçe hiç kimsenin tutuklanması dilenmez! Tutuklama gibi abartılı ve epeyce hoyratça kullanılan yöntem bu uygulamaya konu olanların eylem ve söylemlerinin yeterince irdelenmemesi sonucunu doğurması bakımından da olumsuzluk kaynağıdır.
Basına da yansıdı!
Özgür Gündem’le dayanışma kuyruğuna girenler arasında Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar da vardı. Yine basına yansıyan görselde Can Dündar, Özgür Gündem’de eli kanlı katil Abdullah Öcalan fotoğrafı önünde yer almakta sakınca görmemektedir.
Pek çok kesimden insanın kafa karışıklığına yol açan bu olayla ilgili olarak Can Dündar’ın verdiği fotoğraf yaşamsal öneme sahiptir.
Gazetecilik nedir?
Düşünce ve ifade özgürlüğü nerede başlar, nerede biter, kapsamı nedir soruları gündeme gelmeli ve sağlıklı yanıtlar aranmalıdır!
Bu yapılmadıkça kafa karışıklığının sürmesine şaşırmamak gerekecektir!
Oysa durum son derece yalındır!
Eli kanlı katilin fotoğrafını duvarından eksik etmeyen bir kuruluş adı gazete olsa da terör örgütünün sesi, soluğudur!
Terör örgütünün sesi, soluğu olmakta sakınca görmeyen bir kurumla aldatıcı kavramlar üzerinden dayanışmaya girenlerin de kendilerini sorgulamaları gereği ortadadır.
Terör örgütüyle arasına mesafe koymayan bir kurumla dayanışma içinde olmak teröre destek vermek anlamına gelir. Bu hatalı tutumda üstelemek ve bu dayanışma üzerinden muhalefet yapıldığı izlenimi yaratmak toplumun aydınlar ve gazeteciler aracılığıyla yanıltılması demektir.
Gazetecilik, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerinden terör örgütüyle dirsek teması içinde olanların pek çok insan uydurma suçlamalarla evlerinden alınıp zindanlara gönderilirken sessiz kalmış olmaları ve daha da kötüsü Cumhuriyet’in temelleri dinamitlenirken oralı bile olmamış olmaları sıradan bir rastlantı olabilir mi?
Aralarında her kesimden insan olan aydınları, gazetecileri ve başka kimseleri sorumlu davranmaya çağırmak bu yazının son sözüdür!
Tutuklama yanlış bir uygulamadır!
Terör örgütünün yayın organıyla içli, dışlı olmak doğru bir davranış mıdır?