Bize Aziz Nesin Gerek!

Aziz Nesin, adettendir iki nedenle anılır: 
1- Halkın toplu intihar eylemi diyebileceğimiz genel seçimlerden sonraki kararları üzerine aydınların serzenişleri nedeniyle, 2- Yol açtığı sonuçlar nedeniyle ağlamamız gerekirken bu sonuçlar götüren olaylar dizisinin gülünçlüğünden kaçamadığımız olaylar nedeniyle Birincisinin ardından, halkımızın zeka düzeyiyle ilgili değerlendirmelerde bir açık arttırma gerçekleşir. İkincisinin ardındansa, biraz muzip biraz öfkeli bir edayla “tam Aziz Nesinlik olay” der geçeriz. Aziz Nesin’in 100. yaş gününü geride bırakırken birden kendisine yönelik bir ilgi artışı yaşandı. Onun öykülerine konu olan zavallı, küçük hesapçı, korkak, cesur, kurnaz, ürkek vb. tüm sıfatlarımızla bizler onu anmaya başladık. Ondan ötesi yoktu. Gazetelerinin köşelerini ona açmayanlar, onun sol eleştirisini kibirlilikle suçlayanlar, “kol kırılır yen içinde kalır” diyenler, gericiliğe ve geriliğe “halkımız böyle istiyor” diyerek kol kanat gerenler, hiç yoksa bile en azından “halkçılık” adına gericiliğe hoşgörüyle yaklaşanlar Aziz Nesin’i andılar. Her anmadan sonra olduğu gibi dostlar çoğaldı, düşmanlar azaldı. Belki öldürülmeye çalışılmasa, hapisler, tutuklamalar, davalar, vb. musibetler olmasa haber bültenlerinde bir alt yazıyla geçiştirilecekti. Aziz Nesin’in Türkiye’de eğitim müfredatında birlikte anılmasının en uygun olduğu sözcük herhalde “geçiştirilmek”tir. Aziz Nesin geçiştirilmiştir. Öyküleri derslerden çıkarılmış, romanları hasıraltı edilmiş, şairliğinden söz etmekse neredeyse ayıptır. Ancak iktidarların Aziz Nesin’i geçiştirme eylemi de badiresiz olmamıştır. Aziz Nesin kaçak köçek yollarla gündemine oturmuştur insanlarının. Filmlerle milyonların gündemine girmiş, milyonlar onun eserleriyle kendilerine gülmüştür. Zübük filmi, adeta gerçek olmuş, dahası Türkiye’nin demokrasi serüveninin bir plağı haline gelmiştir. Her on yılda bir Zübük sesleri kulaklarımıza çalınır. Bazen daha da sık. 93 Sivas katliamından kurtulma, Tatcher ve İran Şahı’nın aynı anda dava açtığı aydın olma sıfatlarından kurtulduğu sıralarda, nadiren de olsa, Aziz Nesin’in edebiyatından, düşüncelerinden söz edilir olur. İşte öyle anlarda Aziz Nesin biraz daha duyulur hale gelir. Aziz Nesin’in boyunu aşan kitaplarında döne döne anlatmaktan bıkmadığı, bıkma şansı olmadığı yalın gerçekle işte böyle zamanlarda yüz yüze geliriz. Küçük hesaplarımızla, kurnazlıklarımızla, yoklukla başa çıkma iyi niyetiyle getiririz başımıza felaketlerimizi. İşte tüm bunlar bizim suçumuz olmasa bile bizim değiştirmemiz gereken davranışlarımızdır. İğneyi başkasına çuvaldızı kendine batırmanın sonsuz olaylarla defalarca örülmesidir Aziz Nesin külliyatı. Emperyalizm? Evet, suçlu. Ya biz? Gericiler başımıza gelenlerin sorumlusudur. Evet, ama ya ilericiler? Yapabileceklerimizin neresindeyiz? Yazarların ve düşünürlerin söyledikleri ile yaptıkları nadiren tam anlamıyla örtüşür. Bu nadir kişilerden biri de Aziz Nesin’dir. Yan gelip yatma, içki masasından toparlanamama, ilham perilerinin hasretiyle yanıp tutuşma mizansenlerinin yazarı değildir o. Aziz Nesin, makineleşmiştir. “Trrrrum, trrrrum, trrrrum! Trak tiki tak! Makineleşmek istiyorum” diyordu ya Nazım. Onun isteğini hayata geçirdi Aziz Nesin. Bir makine gibi üretti ve bir makine gibi yorulmadan çalıştı. Aydınca bakışı sayısız örneğe uyguladı, somutladı. Üç kağıdın, dalaverenin, alçaklığın nereden ve nasıl öğrenildiğini yalın bir şekilde gözler önüne serdi. Yalana inanmak isteyenleri ve inandıranları birleştirdi öykülerinde, karakterleri yerin dibine sokmadan ama. Her birindeki yaşam kaygılarını, duygusal açlıkları gizlemeden… Aziz Nesin açlığımızın, geri kalmışlığımızın ve yoksulluğumuzun yazarıydı. Üstelik sadece ekonomik yoksulluğumuzun da değil. Evet, bizler yoksuluz. Zenginimiz de yoksuldu. Bugün o yoksul geçmiş görgüsüzlükle, ileriyi görememekle ve burjuvazinin kendi geleceğini emanet ettikleriyle tekrar tekrar anımsatıyor kendisini. Kıtlığın, zor günlerin travmasıyla ve aşağılık kompleksleriyle birbirinin üstüne basmaktan, kuyruğunu kovalamaktan bıkmayan bir kitlenin içinden birinin ve bunları anlatırken içi sızım sızım sızlayan sesidir, onun eserlerinden kulaklarımıza çalınanlar. O ses bize bir şeyleri görmemizi ve dahası yapmamızı söylüyor. Aziz Nesin olunmalı Yapmamız gerekenler artık biraz olsun büyümek. Suçu bir başkasına atmadan hatalarının sorumluluğunu üzerine almak ve dahası yapmadıklarının da sorumluluğunu üstlenmek… Tacize ses çıkarmamanın, yolsuzluğa sessiz kalmanın, haksızlığı görmezden gelmenin, altta kalanın çığlıklarını duymamanın, küçük hesaplarla kendimizi kurtarmak adına sürüden kopmamanın sorumluluğunu üstlenip bu körlüğe son vermek… Büyümek, bu demek bu topraklarda. Ne şanslıyız ki şanlı bir geçmiş var, evet. Ama bununla böbürlenmek kadar hakkını vermek de gerekmez mi? Gerçekten de şehitlerin kanını, bizleri okutan halkın emeğini, her geçen gün yediğimiz içtiğimiz tükettiğimiz mal ve hizmetlerin içerisine akıtılan alın terini görüp de geçmişle böbürlenmek fazla insafsızca değil mi? Yeniden yükselmeli sesimiz. Yeniden çalışmalı ve yeniden üretmeli biraz olsun büyüyenlerimiz. Aziz Nesin olunmalı! Ardından ağıt yakıp geçmişin hatalarında ısrar etmekten ve geçmişin başarılarına dair nutuklar atmaktan biraz olsun vakit bulup çalışmak gerek. Aziz Nesin’in gör dediğini görüp yaptığını bugüne uygun koşullarla yapmak gerek. Hamasi nutuklara kulak asmadan ve sürüden bakan küçülmüş ve ürkek gözlerin çokluğundan ürkmeden “ben varım!” imzam burada, vaktim ve emeğim ortada üretiyorum demek gerek. Bize Aziz Nesin gerek! Varsın böbürlensinler, gerinsinler gericiler eserlerinin karşısında ve varsın geçmişin yolunu tutsun savaşmaktan kaçanlar! Varsın aynı hataları tekrar etsin sürünün liderliğine soyunanlar! Bize adam gerek, başını iki omzunun üstünde tutan! Yeni yıl yeni Aziz Nesinler getirsin!

Bunları da sevebilirsiniz