Bin İkinci Gecenin Masalı

Bir vakitler kendini şahların şahı sanan Şehriyar, kadınların gözünü öylesine korkutmuş ki ne yolda güvenle yürüyebiliyor, ne rahatça gülebiliyor ne de annelik makamlarını anlatabiliyorlarmış, çünkü hamilelik bile şahtan çok şahçı kafalarda ayıp tahayyül edilir olmuş. Şah, mülk ile tahakkümün ayrıldığı bir çağda ilmihlalden bir abide kurgulamış ama abide, şaha aşkında bir fırsat bile tanımamış. Şah öfkesinden deliye dönmüş. En sonunda şah bütün güzelliklerin gücüne karşı çıkabileceği paranoyasına ve güzellikleri hapsedemedikçe onu aldatacağı endişesine kapılarak o bereketli ülkedeki tüm bakir güzellikleri ve ülkeyi yükseltenleri önce ciğerci peşkirine çevirip sonra da yok etmeye başlamış… Ne bilime, ne alimlere ne de o bereketli ülkenin bereketli sanatçılarına rağbet edilir olmuş. Fakat şahın dokunamadığı en büyük etmen geçmişin, hakikatlerini şekle büründürdüğü güzellikleri kanıksamış o bereketli ülkenin ahalisiymiş. İşte bizim kulağımıza varan öykü bu esnada başlamış. Geçmiş şahların ve şahçılların rezil tesirinden kaçmaya çalışan, ahaliden çiftçi bir ailenin çocuğu Alaattin Ashan’ın öyküsü demiş insanlar çok sonraları. Düşünceli, çalışkan, kalender, uzun ve esmer bir delikanlıymış Alaattin. Okuma sevgisi onu çağının medreseleri arasında en üst basamaklara taşımış ama şahçıllar nedeniyle medreseler artık sadece yobaz ulemanın yanında bir hiç sayılmaya başlanmış. O bereketli ülkenin insanları mektep yüzü görmez olmuş sırf şah güzelliklere göz koydu diye, çünkü şah da biliyormuş ki en büyük ve en el değmemiş güzellikler tabiat sırlarının merakını anlatan eğitimin ortaya çıkardığı henüz bilinmeyenlerdeymiş. Alaattin gece gündüz çalışsa da sırça duvarlar onu sarmalayıp durmuş. Uzun zamandır Endülüs’te bir medresenin adını çok duyar olmuş. Söylenceye göre vaktin papaları bile orada okumuşlar. Öyle derin bir ilim dergahıymış ki sırf kapısına varana şanslı gözüyle bakılırmış. Ne denk gelirse diye düşünmüş Alattin. Başurmuş ve Endülüs’e kabul edilmiş. Şahçıllar ve güzelliklere olan kinleri ülkenin her şehrini ahalisine kadar bölerek kül yığınına çevirmeye çalışırken Alaattin Endülüs’te dirayetle çalışmış. Uzun yıllar boyu o kadar verimli icatlar yaratmış ki baskın ve bilmiş kilise bile “dünya düzdür !” demeyi bırakıp onun kitaplarını incelemeye başlamış. Gün olmuş Alaattin duymuş ki yeni bir şah başa gelmiş ve başa geldiği gibi eskilerini aratmaya başlamış. Arkasında kalan sevdiği ülkenin ve insanların yoksul bırakılmış halini ve onları bir kültür halinde tutan yankıların söndüğünü düşündükçe kendini alamadan ağlayıp durmaya başlar olmuş. En sonunda karar vermiş. Hangi şah, hangi vezir ve hangi meczup cihat olursa olsun içinden geldiği o verimli memleketin yekpare güzellikte eğitime önem veren ve ahaliyi bir tutan, insana özünü hatırlatan böylesi bir kültürün neler yaratabileceğini gösterecekmiş hepsine. Ülkesinin bereketine ve ekinine inançla çalışmaya devam etmiş Alaattin. Aradan yıllar geçmiş. Bu arada çok büyük bir alim olmuş. Herkes iki dudağının arasından çıkanı ilim bilir olmuş, ancak onca çok şeyin değiştiği dünyaya bir tek şahçıllar kazık çakıyor ve o bereketli ülkede her defasında başka rezillikler çıkarıyormuş. Bir gün Alaattin-i Alim’e Erep’teki kralların onu büyük bir ödüle ve en büyük ilimler konsüllüğüne seçtikleri haberi gelmiş. Seçerken de şahçılları destekledikleri yetmezmiş gibi riyakarlığı da araya sokuşturarak sormuşlar: “Şahbazlardan mısın, yoksa Şahan mısın?”. Alaattin sorunun ne denli derin bir madrabazlığı tevdi ettireceğini, Kaf dağında soluklanırken Fizan’da yetim bırakılan bir küçüğün çığlığını duyarcasına atılarak yanıtlamış: “ Ben yalnız Şamanım! Şamanlar ülkesinin gerçek Şahı ve o bereketli ülkemin medreseleri olmasaydı ben de burada olamazdım!” Dünyada o yanıtın verildiği vakit o bereketli ülkede bu yanıtı duyan her gerçek Şaman’ın içinde duyup da gerçekliğini tahayyül edemediği bir azim doğmuş. Artık ne şahçıllara ne de başlarına riayet edilir olmuş. Küçük Alaattin’in hayal edip gerçekleştirdiği bereketli anısı şahçıllara bir yüz yıllık yanıt olmuş. Zaman, Alaattin’i Aziz’e, şahçılları da güruha çevirmiş…

Bunları da sevebilirsiniz