Zor

Kasım ayı… 1 Kasım 2015’te erken genel seçim yapıldı ve 13 yıl aradan sonra beliren umut ışığı bir günde karanlığa gömüldü. Haziran ve Kasım arasında hem asker hem sivil yüzlece öldürme yaşanmıştı. Bir günde, hepsi bıçak gibi kesildi. Yılgınlık… Umut ettiğimize utandık. Kendimize kızdık. Birleşemediğimize, doğru anlatamadığımıza, geçmişte gereğince radikal olamadığımıza kızdık. Seçimlerin hemen ardından, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde akıl almaz olaylar yaşanmaya başladı. Terörle mücadele adı altında 90’ları hatırlatan olaylar yaşandı. Bazı mahallelerde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Çatışmalar oldu. Ne PKK düşündü güya savunuculuğunu yaptığı zavallı halkı ne de devlet görevlileri. İnsanlar öldü. Çocuklar ve kadınlar… Bizler izledik. İzlemek ve duyurmaktan başka ne yapabilirdik. Yapmadık bir şey. 13 Kasım’da Avrupa’nın merkezi Fransa’nın başkenti, hep romantizme, aşka, duygusal şansonlara konu olan, butik kafelerinde yazarların buluştuğu Paris kana bulandı. Bu seferki ne göçmen ayaklanması ne de Charlie Hebdo’daki gibi dar kapsamlı bir saldırıydı. Tüm dünya neredeyse canlı olarak tanık oldu yaşanan vahşete. Saldırıları IŞİD üstlendi. Duygular karışıktı. Batı beslemedi mi büyütmedi mi radikal İslamcı terörü? Fransız Sosyalist Partisi değil miydi Mali işgaline yeşil ışıkları yakan… Evet. Ama olan yine masum insanlara oldu… Ankara’da, Suruç’ta olduğu gibi… Ne farkı vardı ki, Türkiye’deki “can”ların kıymetsizliğinden başka? Masum insanlar, yeterince masum olmamanın, seyirci kalmanın, yeterince ses çıkartmamanın, yeterince güçlü durmamanın bazen konformist ya da düşüncesiz bazen bilinçsiz olmanın bedelini ödedi. Hepimizin hatalarının bedelini ödedi. 15-16 Kasım 2015’te G 20 zirvesi Antalya’da toplandı. Zirvede Suriye krizi, mülteci krizi ve temelde Suriye’yi senelerdir harap eden, radikal İslamcı terörün Avrupa’ya sıçraması konuları en çok tartışılan, konuşulan konular oldu. Diplomasinin perde arkasında ama herkesin gözü önünde, utanç verecek komiklikler yaşandı. Türkiye cumhurbaşkanının kongre merkezine golf arabasıyla gelmesi, golf arabasını ulaştırma bakanının kullanması… Zirveye gelen her liderin, piyanist şantör edasıyla “hoooo velkam, hav ar yu” şeklinde karşılanması… “Aaaa neden hanımını getirmedin, biz öyle mi yaptık?” serzenişleri… Yemek listelerinin yanlış çevrilmesi: “meat döner” ve özellikle Rusça çevirilerde et döner yerine “et dönüyor”, sebze salatası yerine “sebzeli gökkuşağı” biber kızartması yerine “biberler kopuyor” şeklindeki çeviriler (birgun.net). Erdoğan’ın, Obama’nın yanağını okşadığı ama açı hatası olarak açıklanan görüntüler… Durum komedisi… Utanç dolu tebessümler oturdu dudağımıza. 24 Kasım 2015’te, Türkiye, hava sahasını ihlal ettiği gerekçesi ile Rus uçağını düşürdü. Haydaa! Nereden çıktı şimdi bu? Bu sefer şaşırdık. Bu kadar da olmaz dememek mümkün değildi çünkü. NATO ve BM Güvenlik Kurulu acil toplantıya çağrıldı. Rusya, uyanan dev… Bu cüretkar adım da neyin nesi? Her kafadan bir ses çıktı tabi. Ama diplomasiyi ustaca kullanan Putin, önce “terörü destekleyenler tarafından sırtımızdan vurulduk” dedi. Sonra gecikmeden birer birer yaptırımları uygulamaya başladı. Turizm firmaları turları iptal etti, Türk mallarını taşıyan tırlar ,sınırlarda bekliyor, iş adamları Rusya’ya alınmadı, halihazırda Rusya’da bulunanlar ise gözaltına alındı, Rusya Türkiye’ye vize uygulamaya başlayacağını açıkladı. Putin, Erdoğan’ın görüşme talebini reddetti. Neyi görüşecek ki?? Davutoğlu, “emri bizzat ben” verdim demişti. Erdoğan “ Rus uçağı olduğunu bilseydik başka davranırdık” dedi. Özür kabahatten büyük ! Aynı gün yani, 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nden bir gün önce, kadın cinayetleri.org 2010-2015 yılları arasında Türkiye’de işlenen ve medyaya yansıyan kadın cinayetlerinin haritası yayınlandı. Durum vahim. Son beş yıl içinde, Türkiye’de en az 1134 kadın öldürüldü. Bu kadınların 493’ü eşleri tarafından, 115’i erkek arkadaşları tarafından ve 83’ü tanıdıkları başka erkekler tarafından öldürüldü. Tabi Rusya krizi gündemi meşgul ederken, bu veriler kaynadı gitti. Kamuoyu, Rusya krizini tartışadursun, Cumhuriyet gazetesinden Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı. Türkiye tarihinde düşünce mahpusu onlarca mağdurun yanına adlarını yazdırdı. Gereçke basit. Meşhur mit tırlarının haberinin yapılması. Suç işlemenin serbest, haber yapmanın yasak olduğu bir ülke… Ah yaşasaydı Aziz Nesin! Zor günler geçiriyoruz. Koca bir dünya olarak… Somut olaylar nedeniyle de değil yalnızca. Zihinlerimiz zor zamanlar geçiriyor. İnsan olmaya yüklediğimiz o büyük anlam, tanık olduklarımız karşısında aciz, küçük ve zavallı hissetmemize neden oluyor. Her gün defalarca kin, nefret ve hınç doluyor içimiz. Kimi zaman yararlıdır bu duygular. Yapılacak bir şeyler olduğu zamanlarda, harekete geçmemizi sağlar. Kimi zamansa… Keskin sirkenin küpüne verdiği zarardan daha başka bir şey değildir. Kin ve nefret ardından, bir şeyleri anlamaya çalışıyoruz, bir gün içinde defalarca. Doluya koyuyor, boşa koyuyoruz. Almıyor, dolmuyor. Gücümüz yerindeyse o gün, örneğin güzel bir haber okuduysak, son bahar yapraklarının bezediği yollarda puslu güneş altında kısa bir yürüyüş yaptıysak ya da dalga sesleri eşliğinde bir bardak çay içtiysek dost sohbetine katık olsun diye, işte böyle zamanlarda, çözüm düşünüyoruz. Çözüm… Nasıl terfi ederiz diye değil, kirayı nasıl öderiz diye değil, kış geliyor Rusya ile aralar kötü, doğalgaz ne olacak diye değil. Çözüm… Gelecek nesillerin aydınlık geleceği için… Olursa diye. Olsun diye… Tarihe bakıyoruz… Lise tarih kiitaplarında yarım sayfada geçen yüzyılları hatırlıyoruz. Tarihte ne kadar minik bir nokta olduğumuzu duyumsuyoruz. Sonra gökyüzüne bakıyoruz. Evrenin büyüklüğünü anlamaya çalışıyoruz. Düşünemiyoruz bile. Koca çölde ufacık bir kum tanesinden daha ufak, mavi gezegen bu evrende. Ve biz o ufacık mavi gaziegendeki yedi milyar insandan sadece bir tanesiyiz milyonlarca başka tür arasında yaşayan. Akıl alıyor mu?? Yok. Hiçiz. Hiçliğimizi fark etmek biraz rahatlatıyor. Bazen. Şaşırmak yorgunu zihinlerimiz şaşırmıyor artık. Kin, nefret ve çaresizlik büyüyor. Sonra bir an, durup umut ediyoruz. İnsan oğluyuz nihayetinde. Yıkan da yaratan da biziz ya…

Bunları da sevebilirsiniz