Hayat, insan için iyi ve kötü olaylardan oluşan bir silsiledir. Yaşamımız boyunca birçok şey yaşar ve birçok olaya tanık oluruz. Kimi zamanda, benzer olayları farklı kişilerle ve farklı zamanlarda yaşarız. Bu yaşananlar olağanlaşmaya başladığında ve sık yaşandığında ise artık sıradanlaşma başlar. Sıradanlaşan bu durum toplum yararına olacağı gibi aksi yönde de olabilir.
Bu durum her gün karşılaştığımız olaylarda ve görüntülerde de gerçekleşebilmektedir. Bir olayı sürekli olarak yaşayarak ve izleyerek zihnimizde onu sıradanlaştırıp olağan bir duruma getirebiliyoruz. Zamanla yaşananlar artık toplum nezdinde sıradan olmaya başlıyor. Keşke tüm bu yaşananlar ve yaşanılarak sıradanlaşanlar toplum için ileriye yönelik ve toplum yararına olabilse. Ne yazık ki yaşadığımız şeylere baktığımızda öyle olmadığına tanık olmaktayız.
Ölüm, aslında herkesin hayatında olan ve o insan ömrünü ifade eden rakamlardaki sayının artışıyla beklediği bir son. Bu rakamlar küçükken, ölüm sanki hiç gelmeyecek gibi düşünür, önümüzde o zalim zamanın uzun bir süreci varmış gibi hissederiz. Oysaki ölüm her an burnumuzun dibindedir ama biz onu görmezlikten geliriz. Ta ki bize ya da yakınımızdaki birine uzanana kadar.
Bu dünyadaki en çaresiz kalınan durumdur ölüm aslında. Elden bir şeyin gelmediği, geriye dönüşü olmayan pişmanlığın ve çırpınmanın hiçbir fayda getirmediği çaresizliğin öteki adıdır ölüm. Peki ne zaman ve kime uğradığında en çok can acıtır. Toplu halde mi yoksa ayrı ayrı olduğunda mı vicdanları daha çok sızlatır. Genç olanı kaybetmek mi daha çok acıtır insanın yüreğini, yoksa yaşı kemale ermiş birini kaybetmek mi.
Peki ya nasıl ölmeli ki insan, toplumun gözünde sıradanlaşmışsa bu durum, bu sıradanlaşmaya aykırı olsunda bir parça da olsa sızlatsın vicdanları. Ekmek almaya giderken kafasından vurulup komaya sokulup mu öldürülmeli, kıytı köşelerde ortaklaşa yardımlaşarak dövüle dövüle mi öldürülmeli. Yoksa tecavüz edilip elleri kesilip yakılarak mı öldürülmeli. Yok yok toplu öldürülmeli. Topluca masum birçok genci bir arada yakalamalı, hepsinin canını yine genç ve beyni yıkanmış akranı tarafından topyekün almalı, işte o zaman belki toplum gözünde ses getirecek bir eyleme imza atmış olursun.
Bu ülke, ilkokuldan beri anlatıldığı gibi üç tarafı denizlerle kaplı jeostratejik olarak önemli bir konumda olduğu kadar acıların ve kan kokusunun da eksik olmadığı bir ülke. Gençlerin ve devletin başındakilerin asılarak öldürüldüğü, asılması için yaşı tutmadığında yaşının büyütüldüğü, faşizan grupların gözünü bile kırpmadan insanları diri diri yaktığı, sadece ırkından dolayı insanların beyaz toroslarda faili meçhul cinayetlere sürüklendiği bir ülke burası. Yurdumuzun tarihi ve coğrafi özelliklerinin yazmakla bitmeyeceği gibi karanlık yüzünün göstergeleri de saymakla tükenmez.
Türkiye yine bir kaosun içinde ve bir bilinmeze doğru yol almaktadır. Seçimden zaferle çıkamayan iktidarın koalisyon arayışları pek hevesi olmamakla birlikte devam etmektedir. Güneydoğu coğrafyasında da adeta Ortadoğu’yu aratmayacak derecede olaylar yaşanmakta ve bir alev topu etrafına ateşler saçarak büyümektedir.
Bir ülkede karışıklık çıkarmak istenince en önce farklılıklar ön plana çıkarılır. İnsanların din, dil, ırk, mezhep ayrımını ön plana çıkararak bir iç savaşın fitili ateşlenmeye çalışılır. Halihazırda çok yakınımızda devam eden iç savaş son yaşananlarla birlikte Türkiye’ye de sirayet etmiş görünüyor. Ülke üzerinden oynanan bu oyunun bedelini ise ne yazık ki her daim olduğu gibi masum sivil halk ödüyor. Doksanlı yılları aratmayacak bir hengame yaşanıyor adeta. İnsanlar arasında bir korku dalgası hızla yayılmaya başlamış durumda.
Toplum olarak önce yapılması gereken içimizdeki nefret ve intikam duygusunu bir kenara bırakarak sadece ırkından ve mezhebinden dolayı insanları suçlu ilan etmemektir. Yani biraz zor olsa da at izini it izine karıştırmamak gerekiyor. Masum insanların üzerinden oynanan oyunun farkında olmalı ve küçük oyunlarla büyük kaoslar çıkarmaya çalışanlara fırsat vermemeli ve resmin büyük tarafını görmeliyiz.
Olabildiğince sağduyumuzu korumalı ve oyunun parçası haline gelmemeliyiz. Tabiî ki bu yaşanan acılı süreçte bunu yapmak zor olsa da başka çıkış yolu görülmemektedir. Çünkü hepimiz biliyoruz ki kanı kanla temizlemek mümkün değildir. Birbirimizin yaralarını sararak ve farklılıklarla bütünleşmeye çalışarak bir şeyleri yoluna koyabiliriz. Yarım bırakılan hayatları ise ancak başka hayatları yarım bırakmayı önleyerek bir nebze de olsa iç huzura kavuşabiliriz. Kim bilir belki o yarım bırakılan hayatlar başka vücutlarda başka nefeslele tamamlanır….