Seç Bakalım

Türkiye, 92 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca nereyse hiç karşı karşıya kalmadığı derecede enteresan bir seçim döneminden geçiyor. Enteresan olmasının ötesinde, olası sonuçları bakımından da belki en önemli seçimde sandıklara gideceğiz 7 Haziran 2015 tarihinde ve hep birlikte ülkemizin geleceğine doğrudan yön verecek kararlar vereceğiz. Bu güne kadar tüm seçimlerde kendi politik görüşlerimiz doğrultusunda iktidar ve muhalefet partilerinin ekonomi ve dış politika konuları ağırlıklı olmak üzere çeşitli vaatlerine göre verdik oylarımızı. Ancak bu sefer durum biraz daha ciddi. Zaten durumun ciddiyetine binaen, Sayın Cumhurbaşkanımız da, etmiş olduğu tarafsızlık yeminini bir kenara koyarak, uzak kalmaya tahammül edemediği miting meydanlarına tekrar çıktı. Evet, bu seçimler çok önemli. Çünkü bu seçimde belki ülkemizin üniter yapısının, belki de parlamenter yönetim sisteminin geleceğine de oy vereceğiz.

Peki kime oy vereceğiz? İktidar partisi AKP’ye mi, ana muhalefet partisi CHP’ye mi, milliyetçi muhalefet MHP’ye mi, üç ayağından biri İmralı’da, bir ayağı Kandil’de, diğer ayağı da TBMM’de olan HDP’ye mi, yoksa kendi aralarında hiç durmadan bölünüp, sonra da milletle dalga geçermiş gibi seçim öncesi ittifaklar yapan karşıt ya da aynı görüşteki irili ufaklı diğer partilere mi? Sandığa gittiğimizde önümüze çarşaf gibi bir pusula koyacaklar. Belki de en koyu, en militan taraftarı olduğumuz partiyi dahi bulmakta zorlanacağız ama Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın adını göremeyeceğiz bu pusulada. Ben Yüksek Seçim Kurulu’nun yerinde olsam oy pusulasına bir de RTE logosu koyup, muhalefet partilerinden gelen şikâyetleri baştan engellerdim. Çünkü bu seçimlerde ülkemizi yönetecek olan iktidar partisi ya da partilerini mi, yoksa gelecekteki devlet başkanımızı mı seçeceğimiz pek belli değil. Miting meydanlarına baktığımızda; CHP, ana muhalefet olmanın verdiği sorumlulukla pek fazla karşı söylemde bulunmadan kendi ekonomik ve siyasi vaatlerine ağırlık verirken, yeri geldiğinde de hem AKP’ye, hem de Cumhurbaşkanı’na karşı çift cephede çarpışmaya çalışıyor. MHP, kendisine en dişli rakip olarak Cumhurbaşkanı’nı seçmiş durumda. Bu güne kadarki seçimlere bakıldığında en elle tutulur ekonomik ve siyasi vaatleri içeren seçim beyannamesini hazırlamış olsa da doğru silahlarla yanlış cephede çarpışıyor gibi bir izlenim yaratıyor bende. HDP de kendisine rakip olarak Cumhurbaşkanı’nı seçenlerden. Zira ekonomik politikalarının pek bir anlam ifade etmediğinin kendileri de farkındalar. Onların öncelikleri herkesin malumu olduğu üzere çok farklı. Bir şekilde sözde açılım, saçılım, çözüm, çözülüm sürecinin devam edebilmesi için Recep Tayyip Erdoğan’ın devlet başkanı olmayacağı ama süreci devam ettirebilecek bir AKP’nin tek başına iktidar olacağı mecliste yer alabilmek… AKP ise yeni anayasa haricinde neredeyse hiçbir politik vaatte bulunmuyor. Onların derdi sanki geride kalan 13 yıllık iktidar dönemlerinde yaptıklarını temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp tekrar tekrar önümüze koymak ve bir nevi ibra almak. Bunun için de durmadan açılış töreni yapıyorlar. Daha önce defalarca açılışı yapılmış yerler yeniden açılıyor, hizmete girmeyen sağlık merkezleri açılıyor… Geçtiğimiz günlerde fayton açılışı bile yaptı bir sayın bakanımız. Ancak onlar da bu karışık durumun içinden pek çıkabilmiş gibi görünmüyorlar. Kendi içlerinde karın ağrılarına neden olan bir çıkmazdalar. Tekrar tek başlarına iktidar olmaları durumunda onları nelerin beklediği henüz net değil. Özellikle Başbakan Ahmet Davutoğlu… Yeniden tek başına iktidar olması durumunda ya Recep Tayyip Erdoğan’a devlet başkanı olma yolunu açacak, ya da hasbelkader maruz kaldığı bu güç zehirlenmesinin keyfini yaşamaya devam edecek. Her iki seçenekte de seçimler sonrasında parti içinde bir bölünmenin kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyor ve dolayısıyla tek başına iktidar olsa dahi bu dönemin AKP’nin iktidardaki son dönemi olacağını umuyorum.

Seçim meydanlarında olmaması gerektiği halde bizleri Eyyy CEHAPE, Eyy MEHAPE ya da Eyyyy New York Times söylemlerinden mahrum bırakmayan Recep Tayyip Erdoğan ise bu dönemde en net mesajları veren aktör. Neticede, kendisi AKP’nin iktidara gelmesiyle falan çok da fazla ilgili değil. «Beni başkan yapacak 400 milletvekili istiyorum” diyor. Sadece kendisinin ve yakın çevresinin tarafını tuttuğu için de diğer herkese karşı tarafsızlığını koruyor aslında. Bulunduğu makamın faaliyetleri üzerinde tasarruf sahibi olabilecek her hangi bir erk söz konusu olmadığı için de gözünde güneş gözlüğü, elinde Kur’an-ı Kerim, meydan meydan dolaşıp kimilerine göre tarafsızlığını bozup AKP’ye, ama bana göre tamamen tarafsız olarak naçizane kendisine oy istiyor.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın devlet başkanlığı umutlarından söz etmişken, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerindeki tartışmalara da değinmeden geçemeyeceğim. Kendisi, Türkiye’nin yönetim sistemini değiştirmekle kalmayıp yanında hilafet makamını da tekrar ülkemize kazandırmak niyetinde. Hilafet makamına da Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez’i uygun görmüş olacak ki, bu makamı Hristiyan aleminin ruhani lideri Papa ile kıyaslamak suretiyle her türlü masrafa katlanmaya hazır görünüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendi bütçesinden sayın başkanın hizmetine tahsis edilen lüks aracın bizzat sayın başkan tarafından devlet bütçesine iade edilmesine dahi razı gelemeyen Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı envanterindeki bir başka lüks aracı ve o da yetmeyeceği için helikopter, uçak vs. bilumum hava ulaşım araçlarını da Sayın Görmez’in emrine tahsis etmiş durumda. Kamuoyunda oluşan tepkilere sessiz kalamayan ve emrine tahsis edilen makam aracını iade ederek onurlu bir davranış gösteren Diyanet İşleri Başkanı elbette devletin en yüksek makamından gelen bu tarz tahsisatları reddedebilme lüksüne sahip değil. Devletimizde görev yapan diğer üst düzey bürokratlar gibi Diyanet İşleri Başkanı da elbette aşırıya kaçmadan kendisine tahsis edilen bir makam aracı kullanma hakkına sahiptir. Burada Sayın Cumhurbaşkanı’nın yanlış yaptığı nokta bu makamı Papalık makamı ile karşılaştırmaktır. Nitekim kendisi Papa’nın Türkiye ziyaretinde kiralık bir orta sınıf araç kullandığını unutmuş olmalı. Bunun yanı sıra Sayın Erdoğan, Papa’nın lüks zırhlı araçlar, helikopterler ve uçaklar kullandığı konusunda da yanlış bilgilendirilmiş olsa gerek… Papa, Vatikan içerisindeki kısa mesafe kara gezintilerinde halkı rahat selamlayabilmek adına golf arabasına benzer üzeri açık özel yapım bir araç kullanmakta. Öte yandan uzun mesafe yurtdışı gezileri için Vatikan Hükümeti tarafından Alitalia Havayolları’ndan bir özel uçak kiralanıyor. Bu özel uçağın kira masrafı ise, geziye akredite olan basın mensuplarından 1.500 Euro’ya varan ücretler tahsil edilerek karşılanıyor. Kısa mesafe yurt dışı geziler için ise Papa’ya İtalyan Hava Kuvvetleri tarafından bir askeri helikopter tahsis ediliyor. Tüm bunların yanı sıra Papa, Hristiyan aleminin ruhani lideri olmasının ötesinde aynı zamanda Vatikan Devleti’nin resmi devlet başkanı statüsünde. Uzun lafın kısası, Prof. Dr. Mehmet Görmez gibi bir ismi bu kısır tartışmaların ortasına oturtmanın, hem şahsına, hem de makamına yapılan bir haksızlık olduğu düşüncesindeyim.

7 Haziran 2015 seçimlerinde gerek Gezi Parkı olaylarına bizzat şahit olanlar, gerekse o dönemde evde zor (!) tutulanlar olmak üzere pek çok gencimiz ilk kez oy kullanacak. Umarım bu seçimlerde bir nebze olsun sağduyu galip gelir ve devletimizin üniter yapısının ve parlamenter sistemimizin zarar görmeyeceğinden emin olacağımız bir 8 Haziran sabahına umutla uyanırız.

Bunları da sevebilirsiniz