Analiz 63

2002’den beri izlenmekte olan siyasi, iktisadi, sosyal, kültürel ve güvenlik politikaları ve uygulamaları Türkiye’nin büyük ölçüde içinin boşaltılmasına yol açmıştır.

Bir devlet ve bir Cumhuriyet için içinin boşaltılması ne anlama gelir sorusunun yanıtı; siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri olarak makro maksimizasyon yapamayacak bir biçimde fiili gücünün ve potansiyelinin zayıflatılmasıdır.

Cumhuriyetin birikimi olan endüstriyel, tarımsal, ticari ve mali şirketler özelleştirilerek yabancılaştırıldılar. Türkiye’de ekonominin yüzde 50’den fazlası yabancı şirketlerin, kurumların ve piyasaların eline geçmiştir. Mali, ticari, sınai, tarımsal ve diğer hizmet sektörleri yabancı küresel güçlerin denetimine girdi. Dışa bağımlılık tek yönlü olarak aşırı derecede arttı.

Avrupa Birliği ülkeleri kendileri için bankacılık başta olmak üzere birçok alanda yabancılaştırmaya sınırlama koymuşlardır.

Bu durum Türkiye’de bölgeler arasındaki gelir bölüşümünün daha da bozulmasına yol açtığı gibi makro ekonomik politikalar izleme olanağını da ortadan kaldırmıştır.

Kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kalkması, ferdi uygulamaların hukukun önüne geçmesi, bireylerin, kurumların, şirketlerin ve sivil toplum örgütlerinin hukuk önündeki haklarını fiilen kaybetmeleri demokraside büyük tahribat yaptı.

Siyaseti oluşturan öğelerdeki çağdaş değerlerden hızla uzaklaşma süreci bütün dengeleri bozdu. Toplum anarşik bir topluluk haline dönüşmeye başladı. Şiddet her alanda yaygınlaştı. Üniversiteler ve bürokrasi özerkliğini tamamen kaybetti. Demokrasiyi oluşturan sivil toplum örgütleri, medya, meslek kuruluşları yönetimin baskısı altına sokuldu. Ya taraf olursun ya da bertaraf zihniyeti toplumda kaos yarattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülke yönetimi anlayışına ilişkin söylediği « Anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye öyle yönetilmeli” yaklaşımı çok manidardır.

13 yıllık iktidar sürecinde sandıktaki oy çoğunluğunu sivil diktatöryal güç aracı olarak kullanmalarındaki hünerin, dünya demokrasi tarihinde olumsuz örnekler oluşturmada başı çekeceğine hiç kuşku yok.

Çıplak gerçeklikle, dünya ölçeğinde piyasalar eksenli, insan haklarına, demokrasilerin olmazsa olmaz kriterlerine duyarsız, milyarlarca dünyalının yoksullaşma, yoksunlaşmaya mahkum edildikleri, kuralsız düzenin kuralsız savaşlarında, ağır savaş suçlarının işlendiği, küreselleşme, yeni dünya düzeninin acımasız çarklarında ezildikleri bir süreçte, emperyal çıkarlarla çatışmadıkça ülkemizde de yaşanan hak ihlallerine göz yumuldu. Dahası evrensel kirli çıkarlar ittifakları içinde, iktidara destek bile verildi.

Cumhuriyet’in kuruluşuna ve Atatürk devrimlerine karşı olan kimi iç güçlerle kimi dış güçler, 200 yıl sonra yeniden devletin içini boşaltmak için birleşiyorlardı.

Aynen Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi. Lozan’a ve Cumhuriyet devrimlerine karşı aynı noktaya geldiler.

Bunun için önce devletin içinin boşaltılması gerekiyordu. Makro maksimizasyon yapamayan çözüştürülmüş bir Türkiye istendi. Ancak ortaya bir çelişki çıktı. Dün kimi dış güçlerle kimi iç güçler birleşmişlerdi, ortak çıkarları vardı. Bugün işbirlikçi iç dinamiklerin istedikleri ile dış güçlerin talepleri artık tam uyuşmuyor. Küresel düzen değişti. Batı artık burada dinci bir Türkiye istemiyor. Bu çelişkinin somut örneğini IŞİD konusunda gördük.

Batı açısından işin gerisinde Kürdistan’ın kuruluşu bulunduğu için bu çelişkiler idare edilerek bir süre geçiştirilmeye çalışılıyor. Süleyman Şah Türbesi’nin terk edilmesi Kürt koridorunu açmak için bir boşaltma işleminden başka bir şey değildir.

Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin stratejik derinlik ve komşularla sıfır sorundan savruldukları şu küresel yalnızlığa bakın. Türkiye sade Batı’da değil, süreçte tüm bölge ülkeleri nezdinde inandırıcılığını yitirdi. Bölgesel güç olma iddiaları yıkıldı. Batı ve Doğu arasında köprü olma işlevini yitirdi.

Aydınlık bir ay dileklerimle.

Bunları da sevebilirsiniz