Yeni yıla girmemize ramak kala Rusya’nın askeri doktrinini değiştirdiğini öğrendik. Bu aslında topyekûn bir değişiklik değil. Ne var ki yeni eklenenler konjonktür gereği bütünden daha fazla yankı uyandırıcı oldu. Özde değişmeyenlerin başında Rusya’nın nükleer gücünü potansiyel düşmanlarını caydırmak için kullanacağı ancak kendi varlığına yönelik nükleer ve konvansiyonel tehditler söz konusu olduğunda caydırma ve askeri saldırılara karşı durmak amacıyla nükleer gücüne başvurabileceği yolunda ibareler bulunuyor.
Doktrinin yeni bölümlerine bakarsak Rusya’nın NATO’nun yayılmasını ve askeri yapısını tehdit olarak algıladığı dikkat çekiyor. Ancak burada dikkatlice çizilmiş olan ince çizgiyi de görmek gerek. Her ne kadar birbirinden ayırmak kolay olmasa da NATO’nun bizzat kendisi değil, yayılması ve özellikle de askeri güç dengesini sarsacağı düşünülen yeni askeri kabiliyetleri ve «uluslararası hukuku ihlal ederek üstlendiği küresel askeri misyonlardan” duyulan büyük rahatsızlık ifade edilmekte.
NATO’nun geliştirdiği ve Rusya’yı rahatsız eden askeri kabiliyetlerin başını da Kıtalararası Nükleer Balistik Füzelere benzer bir şekilde dünyanın herhangi bir noktasını bir saat içinde vurabilecek yetenekte olan karadan veya denizaltılardan fırlatılabilen füzeler, hipersonik cruise füzeleri ve uzay yörüngesindeki bir platformdan atılabilecek kinetik silahlar çekiyor. Rusya yüksek yetenekli stratejik konvansiyonel silahların geliştirilmesini ve uzayın silahlandırılmasını füze kabiliyetleri açısından ABD ile arasında var olan dengenin ihlal edilmesi sayıyor.
Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri’nin Acil Küresel Saldırı Programı’na entegre edilmesi düşünülen, kısa sürede ateşlenebilen, Okyanus ötesi menzillere ulaşabilen, sesten hızlı, radarlara yakalanmayan, hedefe tam isabet sağlayan hipersonik silahlar 2011 yılında denemeye tabi tutulmuş ancak füze kontrol dışına çıktığı için fırlatıldıktan sonra yok edilmişti. Bugüne değin 1 milyon dolarlık harcamaya mal olmuş projenin fayda, risk ve maliyetinin açıkça tartışılmadığı bir diğer deyişle caydırıcılığa ne kadar katkıda bulunacağı, bir kriz anında istem dışı tırmanma yaratıp yaratmayacağı, risklerinin nasıl azaltılabileceği konuları henüz netlik kazanmamış gözüküyor. Bu durum da ister istemez projenin 1980´li yıllarda, o zamanki ABD başkanı Ronald Reagan tarafından tasarlanan Stratejik Savunma Girişimi ya da bilinen adıyla Yıldız Savaşları türünden yani karşı tarafı (o gün SSCB bugün Rusya Federasyonu) -ekonomik yaptırımlara ve petrol fiyatlarındaki düşüşe ilaveten- gereksiz harcamalara sürükleyerek daha da zayıflatmayı amaçlayan bir kurgu olup olmadığını akla getiriyor.
Geliştirilen askeri doktrinde dikkat çeken bir diğer unsur Rusya’nın Antarktika’daki ulusal çıkarlarının korunması. Antarktika günden güne ısınır ve burada bulunan daha önce el değmemiş kaynaklar gün yüzüne çıkarken Rusya coğrafi konumu nedeniyle sahip olduğu avantajı elinde tutmak istiyor ve bu yöndeki pozisyonunu sağlamlaştırmak için askeri gücünü devreye sokmaktan da geri durmayacakmış gibi gözüküyor.
Ayrıca, söz konusu dokümanda Rusya’nın sınırdaşı olan ülkelerde ve müttefiklerindeki istikrarsızlığın bir ulusal güvenlik tehdidi olarak vurgulandığı dikkat çekiyor. Doktrine göre, Rusya «Anayasal düzenini değiştirmeyi amaçlayan, siyasal ve sosyal istikrarını, devlet kurumlarının işleyişini bozmaya, önemli sivil ve askeri tesislerinin ve enformasyon alt-yapısının işleyişini çökertmeyi hedefleyen tehditler” karşısında. Rusya bu tehditlerle başa çıkmada uluslararası işbirliklerini sağlamlaştırmayı ve güçlendirmeyi amaçlıyor. Bu bağlamda AGİT, BRIC, Şangay İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası örgütlerin adı geçerken «diğer örgütler” ibaresiyle BM’yi içine alan ve gereğinde NATO’yla işbirliğine de gidebilecek bir çerçeveye ulaşılıyor.
Aslında dokümana kaynaklık eden görüşler uluslararası alanda çoktan beri seslendiriliyordu. Örneğin, Rusya Savunma Bakanı Sergey Şorgu ve Dışişleri Baskanı Sergey Lavrov’a göre renkli devrimler Batının bağımsız düşünen milli hükümetleri devirmek için bulduğu yeni bir savaş çeşidi. Bu stratejinin menzilinde ABD’nin hegemonyasını kabul etmeyen ülkeler bulunsa da esas hedefin Rusya olduğuna inanılıyor. Rus yetkililere göre, Batılı hükümetler kendilerine muhalif rejimleri renkli devrimler yoluyla her ne kadar askeri olmayan araçlar kullanarak devirmeye çalışıyor gözükseler de aslında askeri güç bu çabaların arkasında gizlenmektedir. Ne zaman protestolar yetersiz kalsa rejim değişikliği yolunda askeri güce başvurulmaktadır. Askeri güç hedef durumundaki rejimin düzeni sağlaması için kuvvet kullanmasının engellenmesi daha sonra ise isyan eden güçlere yapılan yardımlar olarak devreye sokulmaktadır. Eğer bu da yeterli gelmezse uygun şartlar oluştuğunda askeri operasyonlara girişilebilir. Rus yetkililere göre, bu tekniğin avantajı hedefe giden yolda yapılan harcamaların azlığı yanında gereksiz risklerden de kaçınılmasıdır.
Rusya’nın buna karşı uygulayacağı siyasal stratejiler içinde müttefiklerini güçlendirme, Batı ittifakının birliğine zarar verme yanında etnik Rusları kullanma çabaları da yer alıyor. Rus kaynaklar Çin-Rus ilişkilerinin ivme kazanmasını aslında Doğu Asya ile bağların ve ticaretin geliştirmesi yolunda benimsenen uzun dönemli bir stratejinin parçası olarak ortaya koysalar da Rusya’nın Çin ile gelişen ilişkileri bu çerçevenin önemli bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Keza 1 Aralık 2014 tarihinde iptal edilen Güney Akımından sonra ortaya atılan, Karadeniz’den Türkiye’ye oradan da Yunanistan üzerinden Avrupa’ya Rus doğal gazını götürmesi beklenen Türk Akımından da Rusya’nın ABD’nin «mütecavizliğine” karşı attığı adımlardan biri olarak söz edilmekte.
Rublenin değerindeki düşüşe karşılık Kremlin’in ulusal ekonomiyi çeşitlendirici, kamu sektörünü ve sosyal kurumları güçlendirici yönde bir takım adımlar attığı da gözlemleniyor. Öğretmenlerin, akademisyenlerin, doktorların, sosyo-kültürel enstitülerde çalışanların maaşlarındaki artış ABD tarafından «çok cepheli bir mücadele” içine çekildiğini hisseden Moskova’nın birliğine ve bütünlüğüne yönelik tehditleri sadece askeri ve uluslararası çabalarla göğüsleyemeyeceğini hissettiğinin açık bir göstergesi olarak düşünülebilir.