Ermeniler Kimdir?

(2015 yılının, sözde Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıldönümü olması sebebiyle Türkiye aleyhine açılacak kampanyalarda ileri sürülecek iddialara karşı hazırlıklı olmak için yapmakta olduğumuz yayına devam ediyoruz)

«Yukarı Ülke” anlamına gelen Armanya sözcüğü, tarih boyunca ulusal değil, coğrafi bir terim olarak kullanıldı. Bu topraklar üzerinde tarihin hiçbir döneminde etkin ve kalıcı bir Ermeni uygarlığı yükselmemiştir.

Ermenilerin yurdu olarak gösterilen toprakları, öncelikle Anadolu´dan yetişmiş olan tari­hin babası Herodot ile coğrafya­nın babası Strabon´dan araştıra­lım. Anadolu ve İran´ı etraflıca dolaşıp öğrenmiş olan Halikarnaslı (Bodrum) Herodot (MÖ 485 – 424) ile Yeşilırmak üzerinde­ki Amasya´dan yetişme Strabon (MÖ 63 – MS 23) açıkça yazmıştır ki, “Yukarı Ülke” veya “Yukarı El” anlamına gelen “Armenya“, Dicle başları ile Kızılırmak kay­nakları ve Karasu / Fırat nehri­nin ilk büyük dirseği arasında kalan küçücük bir bölgedir.

Herodot ve Strabon, «Armenia” sözcüğünü bir coğrafi terim ola­rak kullanıyorlar ve bu sözcükle bağımlı şöhreti olan bir top­lumu kastetmiyorlardı. Bu coğ­rafi bölge daha sonra Dara´nın kitabelerinde Armenia, Bistun anıtında ise Aramaniya şeklinde geçmiştir. Yunanlılar, Armenya, Süryaniler Armenia, Araplar Ermeniyye demişlerdir.

Tüm bu sözcükler bölgenin coğrafi olarak tanımlanmasında kullanılmış, bu bölgeye damga­sını vuran bir toplumun geleneksel – ulusal toprakları olarak kesinlikle vurgulanmamıştır. Çünkü hemen herkesin Armenia dediği top­raklarda, miladın en ihtiraslı çağlarında sayısız toplum yaşı­yor ve bu topraklardan başka yerlere akıp gidiyordu. Bu top­lumlardan ancak bir tanesi Ermenilerdi ve o çağlarda kendile­rini Ermeni değil, “Hay” olarak isimlendiriyorlardı. Yüzyıllar sonra kendilerinin kafa kâğıdını değiştirerek Ermeni olarak orta­ya çıkacaklar ve bölgeye sahip olmaya çalışacaklardır; bu niyet ve eylemlerinden dolayı da kimse onları suçlayamaz, çünkü geri yüzyılların zalim olduğu dönemlerde her kavim beğendiği toprağa sahip çıkmak için kılıç sallamış, kan dökmüş, egemen olmak istemiştir. Ermeniler de, bu tür kavimlerden yalnızca bir tanesidir (tıpkı Türkler gibi).

Türkler, Ermeni kelimesini ilk kez, Meşrutiyet´ten sonra Fransızcadan çeviri yapan Ah­met Cevdet Paşa ile kul­lanmışlardır.

ERMENİ IRKI NEDİR?

Ermeni ırkı diye saf kan bir ırk var mı, yok mu? Bu konuda en şoven Ermeni tarihçileri bile derin tereddütler içindedir. Evet, Erivan, Gökçegöl (Sevan), Nahcivan, Rumiye Gölü kuzeyi ve Moka bölgesinde ilk olarak ortaya çıkan ve Kafkasya´dan inip gelen bir Ermeni halkı var­dır. Kimdir bunlar? Dinsel ter­cihler, onları hemen Nuh Pey­gambere bağlayıveriyor. Ancak bilimsel bir tarih görüşü ortaya konmak istendiğinde işler baya­ğı çatallaşmakta.

Her şeyden önce Ermeniler, birlikte yaşadıkları Araplar, İranlılar, klasik Türkler, Hazar Türkleri (Yahudi dinine mensupturlar), klasik Yahudiler, Ruslar, Moğollar, Azerbaycanlı­lar, Kürtler, Gürcüler, Latinler ve Mezopotamyalılardan ayrılır­lar. Ancak tüm bu kavimlerden sanki «birçok şeyler” taşırlar. Londra´da yayınlanan Times Gazetesi´nin 13 Haziran 1917 ta­rihli sayısında “Ermeni Günü” dolayısıyla yazdığı yazıda Dr. Hanrich Pudor, şöyle demiştir:

“Ermeniler, Hıristiyan olmak­la beraber Sami ırkındandırlar. En göze çarpan nitelikleri bu­runlarının kambur, kalın ve ka­ba oluşudur.”

J. Deniker isimli bir bilgin ise, “Ermenilerin birçok öğelerden oluşmuş ve çok karışık bir ırk kitlesi olduğunu ve daha çok Hintli, Afgan, İranlı, Asuri karışımından doğmuşlardır” diye not düşmüştür.

Herkesin karışık, hatta karmakarışık olduğu bir süreçte, tek ve net kökenli bir Ermeni ırkının olduğunu savunmak, günümüzün çağdaş gerçeklerine ne kadar uyar acaba? Irk yok, kültür vardır demek en doğrusu ve insanisidir. Herkes için…

ERMENİ DİLİ

Ermenilerin yazı dilinin köke­ni bilinmemektedir. Daha çok Asurilerin, İranlıların, Partların ve Yunanlıların (eski kadim Grekler) etkisi altında kalmış ve zaman zaman Farsça, Türkçe ve Rumca sözcükler kullanmışlardır. İşin ilginç yanı, Ermeni din adamlarından Maştos tarafından 5´inci yüzyılda meydana getirilen 38 harfli Er­meni alfabesinin 11 harfi tama­men Göktürk harfidir. Dini ila­hilerinden büyük ölçüde Yunancanın tesiri görülür. Ermeni dili, 18´inci yüzyıla kadar kapalı, ve­rimsiz ve kısır bir dil olarak ya­şamıştır. 18´inci yüzyılda Avrupa klasik eserlerinin Ermeniceye çevrilmesi ve Avrupa/Rusya kaynaklı yoğun milliyetçilik tahrikleri sonucunda baş gösteren etnik edebiyat özendirmeleri, Ermenilerin dışa bağımlı bir ulusal yükseliş ve atılım yapmalarına yol açmıştır.

ERMENİ DİNİ

Ermeniler, Hıristiyan olmadan önce ilkel putperest idiler. Yani taşa, toprağa, güneşe, köpeğe, yıldızlara, kuşlara taparlardı (İslam öncesinde Türkler de aynı şekilde tapınırlardı yani kimsenin birbirinden farkı yoktu, Pagan döneminde değil mi?). Ayinlerini güneşin doğduğu yere dönerek yaparlardı. Günümüzde bile Ermeni kiliselerinin yüzü, doğuya dönüktür. 4.cü yüzyıl başlarında Gregory Lusaroviç, Ermenilere Hıristiyanlığı kabul ettirmiş ve Gregoryen Mezhebini kurmuştur. Gregory Lusaroviç´ten sonra yerine ge­çen oğulları, sırasıyla dini lider olmuşlardır. İlk Hıristiyan Ermeni Prensi, Gregory’in oğlu Tiridates’tir. Ermeniler, Gregory’in şeytan tarafından domuz haline getirilen Prens Tridates’i kurtararak Ermenistan tahtına oturttuğuna inanırlar, böylece sadece Ermenilere özel Gregoryen mezhebi doğmuştur. Gregory – Tiridates ilişkisini işleyen resim, fresk, kilise duvar canlandırmaları Ermenilerin baş ikonları arasındadır.

Ermeni Kilisesi, tarih içinde gerek Vatikan´dan ve gerekse Bizans Ortodoks Kilisesi ile sür­tüşerek, hiçbir zaman bu mer­kezlere bağlanmamıştır. Kendi yolunu kendisi çizmiştir. Papa´nın kudretini kabul etmeme­leri, putperestlikten kalma hay­van kurban etme ve ayin gibi geleneklerini devam ettirmeleri, Tanrı ile İsa´yı eşdeğer ve aynı kabul etmeleri ve en önemlisi İsa´nın Erivan civarındaki Eçmiyazin´e inerek bağımsız Ermeni Patrikliğini kurduğuna inanmaları, onları Hıristiyan âlemi içinde «kendine özgü, gizemli, tutucu, tek ırka hitap eden, bağımsız” bir konuma sokmuştur. Tarih boyunca hiçbir zaman dikkate değer bir uygarlık yaratamamış olmalarını bu söylediklerimize ilave edersek, çok gerilere dayanan ezikliğin getirdiği hüzünle bir büyük devlet kurma tutkularına ulaşmaları ve bunun da genel bir şovenizmle sonuçlanmış olması normaldir (Nice ulus aynı süreçlerden geçmedi mi?… Yüz yıl önce Araplar, Balkanlı uluslar aynı tarihi yaşamadılar mı?… Günümüzde Kürtler aynı süreci izlemiyorlar mı?)

15. yüzyıl Hıristiyan Kiliselerinin birinde ele geçen küçük bir yassı meşin kutunun içinde ilk Ermeni efsanelerinin kayıtları bulunmuştur. Tanrı ile İsa’nın aynı şey olduğunu ve Nuh Peygamberin torunları olduklarını savunan Ermeni şovenistleri, Vatikan Papalık disiplinine tarih boyunca sürekli karşı çıkmışlardır. Tıpkı Siyonistler gibi, «dinci bir ırkın egemenliği” hülyası peşinde koşan Ermeni siyasi ırkçıları, zaman zaman yüzlerine Marksist maskeler takmakta da epey ustadırlar. Örneğin ilk Ermeni terör kuruluşları olan Taşnak ve Hınçak komiteleri, daha sonraki dönemlerde katliam peşinde koşan caniler çetesi ASALA, komünist bir örgüt olduklarını ısrarla ileri sürmüşlerdir Bu bakımdan PKK’ya model olmuşlardır. Koyu milliyetçi ve ayrılıkçı Kürt silahlı örgütü PKK (Partiya Kerkeren Kürdistan = Kürdistan İşçi Partisi) kurulduğu zaman Marksist, Leninist, İhtilalci amaçlarını, söylemlerinde, amblemlerinde ve tüzüklerinde apaçık bulunduruyordu, hala aynı tavırlarını ustalıkla sürdürürler

SONUÇ

Ermenilerin tarih boyunca dağınık, etkisiz ve kalıcılık yaratmadan yaşadıkları yerler, do­ğu ile batının arasında bir ka­vimler geçidi olarak kullanılmış ve birçok sayısız toplum bura­larda yurt kurmuş ve yurt yık­mıştır. Sonu gelmez saldırılar ve savaşlar, bölgenin bitmez alınyazısıdır. Ermenistan kelimesi, işte böyle bir bölgeyi tanımlayan bir coğrafya sözcüğüdür. Bu sözcük, o adreste Ermeni vatanı vardır anlamını bilimsel olarak anlatamamaktadır (Emperyalizmin güdümündeki Ermeni yanlısı çevreler ve Batıdaki Kürdoloji Enstitüleri hariç tutulursa, tüm objektif bilim çevreleri bu görüşleri ileri sürdüler, liste kabarık).

Ermeni dili, Ermeni ırkı gibi kırk yamalı bohçadır (Herkesin dili de aynı şekilde değil mi?). Ermeni­ler, bölgedeki her türlü aşiret ve kavimle az veya çok karışmış­lardır. Bu bakımdan kendilerine özgü ırk teorilerinin hiçbir ge­çerliliği yoktur.

Sonuç olarak «Ermeniler kimdir?” sorusunu, insanca ve hakça bir bilimsel mantıkla yanıtlayalım:

«… Ermeniler, Doğu Anadolu’nun da bir kısmının içinde bulunduğu kuzeyi doğru uzanan küçük bir bölgede yaşamış birçok tarihi kavimden ancak bir tanesidir, bölgenin coğrafi isminden bir ulus çıkarabilmeyi başarmışlardır ve tarih sahnesinde hiçbir zaman Doğu Roma (Bizans), İran, Arap ve Türk İmparatorlukları, Rusya Çarlığı gibi etkin devletler kuramamışlar; tarih sahnesine başarılı bir militarizm, ekonomi, bürokrasi, yaşantı diyalektiği ile çıkma fırsatı bulamamışlardır. Bu gerçek onlara insanca yaşama ve ulus olma hakkını verir ancak bölgeye damgalarını basmış diğer kavimlerden (Türkler veya Azeriler) intikam alma hakkını vermez, kendilerine bir saldırı olduğu zaman da toprakları korumaları en doğal haklarıdır. Bu bakımdan 21.Yüzyılda dünyaya yayılmış bir yaygın Ermeni Diasporası, Ermenistan devleti ve Türkiye’de yaşayan bir Ermeni toplumu vardır. Türkiye’de yaşayan Ermeniler, 1915 travmasından ve diğer birçok ırkçı travmalardan arta kalmışlardır; Anadolu’nun kadim, birinci sınıf, değerli ve sevimli bir halkıdır bu satırları yazan kişi için. Bu son cümlem hiç unutulmamalı.”

Ermeniler bizim kardeşimizdir… Anadolu’da hiç yoktan bir Ermeni sorunu çıkaranlar, bölgeye hakim olmak isteyen İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya idi. Babıali’de Osmanlı hükümetini bu yönde sıkıştıran her yabancı elin altında Ermeni kozu bulunurdu. Her emperyalist niyet, Ermeni kışkırtıcılığında birleşmişti. O dönemin çaresiz Türkiye’si, hem bir yandan boyun eğdi, hem de bilinçsiz biçimde zaman zaman Ermeni düşmanlığına da yöneldi; çünkü sokaklarda Ermeni bombaları patlıyor, Müslüman Türk köyleri Ermeni çetelerle basılıyor, hatta Padişah 2.Abdülhamit’e bile Cuma namazı çıkışında Ermeni suikastçılar bombalı ölüm emri uyguluyorlardı. Topyekun acılı yıllardı.

Türkler, Ermeni topraklarını zorla mı işgal ettiler?

Ermeniler, M.S. 451 yılında Bizans Ortodoks Kilisesinden ayrılmışlardır. Bu ayrılıkçı tavırları Bizanslılar tarafından hiç bir zaman affedilmemiş ve Türklerin Anadolu´ya girişine kadar müthiş bir Bizans – Ermeni çatışması sürüp gitmiştir.

Ermenilerin Türklere karşı yürüttükleri karşı propaganda­nın bir önemli iddiası da, Türk­lerin Anadolu´ya girişlerinde Er­meni vatanlarını zorla işgal et­miş olmalarıdır. 2 numaralı sorumuzun yanıtında Ermenilerin oturdukları böl­gelerin, hiç bir zaman Ermeni vatanı olarak sayılmadığını an­latmıştık. Şimdi, Türklerin Anadolu´ya girişlerin­de baş gösteren ilk Türk-Ermeni ilişkilerini anlatmaya çalışaca­ğız.

Önce Ermenilerin bir zaman­lar dağınık ve silik bir şekilde yerleştikleri, geçmişte «Sov­yet Ermenistan´ı, günümüzde ise Ermenistan Cumhuriyeti olarak tanınan coğrafi bölge ile Türkiye sı­nırlan içinde kalan küçücük bir ek bölgenin” tarihin kaydettiği dö­nemlerde kimin malı olduğunu kısaca vurgulayalım: Bu bölge, Milattan Önce 521´den 344´e ka­dar bir Pers Vilayeti, 334´den 215´e kadar Makedonya İmparatorluğu´nun bir parçası, 215´den 190´a kadar Selefkit´lere bağlı bir vilayet, 190´dan Milattan Sonra 220´lere kadar Roma İmparator­luğu ile Partlar arasında sık sık el değiştiren bir savaş alanı, 220´lerden 5.ci yüzyıl başına ka­dar bir Sasani vilayeti, 7. yüzyıl­dan başlayarak bu kez Arapla­rın egemenliğindeki bir toprak parçası, 10´cu yüzyılda ise Bi­zans zulmü altında bir vilayet olarak kendini göstermiştir, ll.ci yüzyıldan başlayarak bölgeye Türkmen boylarının sürekli bi­çimde geldiği bilinmektedir.

ERMENİLER, NASIL YAŞIYORLARDI?

Şimdi Ermenilerin bu bölge üzerindeki toplumsal yaşama sürecini inceleyelim. Bu incele­memizde göreceğiz ki, Ermeni­ler tarih boyunca üzerinde yaşa­dıkları bölgede belirli ailelerin kesin yönetimine dayanan küçük derebeylikler, silik ve zayıf prenslikler dışında hiç bir za­man bağımsız, birleşik ve sürek­li bir devlet kuramamışlardır. Belki de, devlet kurmayı hiç is­tememişlerdir. Çünkü devlet kurmak demek, bölgeye hakim olmak ve bölgeyi korumak anla­mına gelecektir. Bu güç ise, Ermenilerde hiç bir zaman olma­mıştır. Ermeni tarihçilerinin, krallık olarak isimlendirdikleri Ermeni prenslikleri, her zaman bir “egemen güç”e bağımlı ola­rak yaşamış ve güçlü devletler arasında bir tampon bölge oluş­turmuştur.

Ermeni prensliklerinin kuru­luşu, kendi toplumlarının iç di­namikleri sonucu değil, yabancı büyük devletlerin isteği ve emri üzerine suni biçimde gerçekleş­miştir. Ermeni prensleri veya beyleri, bir aristokrat geleneği olan soylu ailelerden gelmemiş­ler, aksine yabancı devletlerin tayinleri sonucu tarih sahnesine çıkmışlardır. Örnek mi istiyorsunuz? Bagrat Ailesi´nden Aşot´u ve Ardruzuni Ailesi´nden Haçik Giak´i, Arap Halifeleri prens tayin etmiştir, işin garibi Ermeni prensi unvanı alan bir çok kişi­nin, Ermeni değil, İranlı olduğu tarihçiler tarafından belirtilmiş­tir. Ermeni tarihi, dönek ve çı­karcı Ermeni prenslerinin kendi halklarına çektirdikleri büyük ve dinmez acılarla doludur. Ta­rih boyunca çeşitli büyük impa­ratorluk ve devletlerin nüfuzu altında yaşayan ve bunlar ara­sında sık sık mücadele alanı olan Ermeni prensliklerinin, kendi çıkarlarını korumak için sürekli taraf değiştirmeleri ve döneklik yapmaları, Ermeni halklarının büyük acılara uğra­masına sebep olmuştur.

Romalı ünlü tarihçi Tacitus, “Annalium Liber” isimli eserin­de, Ermenilerin Roma ve Pers İmparatorlukları karşısında dö­neklik yaparak bazen Romalı­larla, bazen Perslerle birlikte hareket ettiklerini yazmakta ve sonuç olarak Ermeni toplumunu “acayip bir halk” olarak nitele­mektedir (Bu tanım Ermeni aristokrasi ile ilgi olmalıdır, yoksa hiç bir halk dönek değildir, Ermeni halkı yöneticilerinin günahlarından bağımsızdır bize göre).

Ermenilerin (yani Ermeni yöneticilerin) döneklikleri ve savaşan orduları arkadan vur­makla ün yapmaları, onların sık sık tehcire uğramalarına veya kendilerince göç yollarına düş­melerine yol açmıştır.

ERMENİ GÖÇLERİ

Ermeniler, Perslerden kaçıp İç Anadulu´da Kayseri bölgesine yerleşmişlerdir. Sasanilerce İran içlerine, Araplarca Suriye ve Arabistan´a, Bizanslılarca İç Anadolu, İstanbul, Trakya, Ma­kedonya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Transilvanya ve Kı­rım´a, Haçlı seferleri sırasında Kıbrıs, Girit ve İtalya´ya, Moğol istilasında Kazan ve Astrahan´a, Ruslarca Kırım ve Kafkasya´dan Rusya içlerine sürgün edilmiş­lerdir. Ermenilerin Fransa´dan Hindistan´a, Rusya´dan Arabis­tan´a kadar uzanan pek geniş bir coğrafyaya yayılmış olmaları, bu sürgünlerin bir sonucudur.

Bu bakımdan dünya üzerin­deki Ermeni yayılışının, 1915´de Türklerin onlara uyguladıkları mevzii bir iç sürgüne bağlanma­sı, mantık dışı olduğu kadar ah­lak dışıdır da!

ZALİM BİZANS VE TÜRKLER

Ermeniler, M.S. 451 yılında Bizans Ortodoks Kilisesinden ayrılmışlardır. Bu ayrılıkçı tavır­ları Bizanslılar tarafından hiç bir zaman affedilmemiş ve Türkle­rin Anadolu´ya girişine kadar müthiş bir Bizans-Ermeni çatış­ması sürüp gitmiştir. Bizanslılar, Ermenileri ezmiş, sürmüş, prensliklerini ortadan kaldırmış ve zulüm uygulamıştır. Bizans, kendisine bağımlı Ermeni top­lumlarını ise, yabancı devletle­rin içine göndermiş ve onları “ajan halk” olarak kullanmıştır, 2. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu´ya girmeye başlayan Selçuklu Türkleri, karşılarında tek bir bağımsız veya bağımlı Ermeni Prensliği veya derebey­liği bulmamışlardır. Selçuklula­rın önündeki tek egemen güç, Bizans´tır. Selçukluların adım adım ilerlediği topraklar, üzerin­de bir sürü kavmin yanı sıra Er­menilerin de hasbelkader yaşa­dıkları Bizans topraklandır. Bu bakımdan Türklerin Anadolu´ya girişlerinde Ermeni topraklarım istila ettikleri iddiası, tarihin ger­çekleri karşısında kuyruklu bir yalandan başka bir şey değildir.

Aksine, birçok bilim yanı ağır basan Ermeni tarihçilerinin de ısrarla belirttiği gibi, Selçuklu Türklerini Anadolu kapılarında çiçeklerle karşılayanlar, dağınık ve Bizans tarafından ezilmiş Er­meni halktandır. Türkler, Ermenileri zalim Bi­zans´ın vahşi ve Ortodoks ege­menliğinden kurtarmışlardır.

Malazgirt Savaşı´nda Alpasla­n´ın zaferini, Van, Muş, Diyarba­kır ve Urfa´nın Türkler tarafın­dan ele geçirilmesinin büyük bir bayram havası içinde Anadolu Ermenilerince kutlandığını, yine bizzat Ermeni Tarihçi Urfalı Mateos yazmaktadır. Ermenileri zulümden kurtaranlar, onları tam 800 yıl adalet ve hürriyet havası içinde yaşatma insanlığı­nı ve büyüklüğünü göstermiş­lerdir. Bu bakımdan Ermeni va­tanını zorla işgal ettiler suçla­masını hak etmemişlerdir!

Tekrar edelim… Türklere karşı Ermeni İhtilalciliğinin temelinde Avrupalıların ve özellikle Rusların acımasız kışkırtıcılığı yatar. Örneğin 1900 yıllarında basılan bir Avrupa kartpostalına bakalım… Üzerinde kocaman Avrupa Konseri yazılı kartpostalda, hasta, yüzü ve eli sargılı bastona dayalı bir fesli Osmanlı Türk’ü yoldan geçerken tüm Avrupalı devletler ve Rusya ellerindeki enstrümanlarla cenaze marşı çalmaktadır. O esnada kenarda duran Yunan ve Ermeni çocuklar ise Osmanlıya küçük oyuncak toplarla ateş etmektedir. Ermeni terörü işte ilk olarak o yıllarda bu tür dış emperyalist güçlerce sistemli bir şekilde teşvik edilmiştir.

Bu tarihsel süreç devam etmektedir… Bu sürecin güncel yansımaları Amerikan Kongreleri’nde ve ABD Başkanlarının 24 Nisan konuşmalarında yer almaktadır. ABD Kongresinde Türk düşmanı Ermeni ve Rum lobilerinin ısrarlı gayretiyle daima yasalaşma aşamasında bekleyen «Ermeni Soykırımı”, her an, her zeminde gündeme gelebilir ve onaylanabilir. 2015 yılında ABD’de bu yönde büyük gösterilerin olacağına hiç kimsenin şüphesi yoktur.

Örneğin ABD basınından bir örnek verelim. Göğsünde «Kiss Me I Am Armenian = Öp Beni Ben Bir Ermeniyim” yazılı tişörtü ile propaganda yapan New Jersey doğumlu Bayan Hovsipian, kendisi ile röportaj yapan Robert P.Jordan isimli gazeteciye aynen şunları söylüyor: «Biz yalnızca Amerika’da 600 bin Ermenilik bir klanız (kabile). Arkadaşlarımın hepsi Ermenidir, aramıza yabancı almayız. Hep Ermeni kokan şeyleri ararım ve isterim. Türklere karşı freedom (hürriyet) istiyoruz.”

Türkler sanki ABD’li Ermeniyi esir tutuyor, bu yüzden özgürlük istiyormuş…

Geçelim…

Türkler, Ermenilere hep zulüm mü yaptı? 800 yıllık Türk zulmü masalı nedir?

İlk Osmanlı Padişahı Osman Gazi, Bizans´ın zulmünden kurtarılan Ermenilerin ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anadolu´daki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya´da kurulmuş sonra bu merkez Bursa´ya taşınmıştı. Fatih Sultan Mehmet İstanbul´u aldıktan sonra, Ermeni ruhani lideri Hovakim´i İstanbul´a getirtmiş ve günümüze kadar yaşayacak Ermeni Patrikhanesi´ni kurdurmuştur. Yalan mı bütün bunlar?…

“… Melikşah´ın kalbi, Erme­nilere karşı şefkat ve iyilikle doluydu, İsa´nın evlatlarına çok iyi davrandı. Ermeni hal­kına refah, barış ve mutluluk getirdi.”

Ermeni Tarihçi Urfalı Mateos, 129 sayılı kroniğinde Selçuklu Sultanı Melikşah´tan böyle söz ediyordu. Aynı tarihçi, Sultan Kılıç Aslan ölünce şunları yaz­mıştır:

“… Kılıç Aslan´ın ölümü Hristiyanları yasa boğmuştur. Zira bu Sultan yüksek karak­terli ve hayırsever bir insan­dı.”

Mateos, Selçuklu sultanları için bunları yazarken, acaba sa­mimi miydi? Samimi olduğu muhakkaktır, çünkü Mateos´un yaşdaşı olan çeşitli tarihçiler ve kilise yazıcıları, buna benzer notlar tutmuşlardır. Çünkü Sel­çuklu Hanedanları, Bizans´ın yok etmeye çalıştığı Ermeni Kilisesi´ni himayesine almış, Erme­ni Kilisesi, manastırları ve papaz sınıfına Bizans senyörleri tarafından konulan ağır vergileri kaldırarak bunları vergiden muaf tutmuş, Ermenileri din, eğitim, ticaret ve içişlerinde ser­best bırakmış, en önemlisi Er­menileri Müslüman olmaya hiç bir zaman zorlamamıştır. Sonuç olarak, şunu açıkça söyleyebili­riz ki, Ermeniler Selçuklular dö­neminde gerek kavim olarak ki­şiliklerini, gerekse dinlerini ve ibadet yerlerini Türkler sayesin­de korumuşlardır.

FATİH´İN ADALETİ

Zaten, Dede Korkut´ları, Yu­nus Emre´leri, Karacaoğlan´ları, Mevlana’ları yaratan bir toplum­dan, Ermenilere karşı başka türlü bir tavır beklemek yersiz olurdu. Osmanlı Devleti´nin ku­ruluşu, gelişip yükselmesi ve so­nuç olarak Fatih Sultan Mehme­t´in İstanbul´u zaptıyla, Ermeni­lerin tarihinde hiç bir zaman görmedikleri mutlu, özgür ve güvenli yeni bir dönem başla­mıştı. Bizans´ın yıkılması de­mek, Ermeniler üzerindeki en son dinsel, siyasal, ekonomik ve kültürel baskının da bir daha gelmemecesine tarihin karanlı­ğına devrilmesi demekti.

Türkler, Ermenileri Müslüman yapmak için hiç bir zorlama yapmadılar. İlk Osmanlı Padişahı Osman Gazi, Bizans´ın zulmünden kur­tarılan Ermenilerin Anadolu´da ayrı bir toplum olarak örgütlen­melerine izin vermiş ve Batı Anadolu´daki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya´da kurulmuştu. Bursa´nın Osmanlılarca zap­tından sonra, bu dini merkez Bursa´ya taşınmıştı. Fatih Sul­tan Mehmet, İstanbul´u aldıktan sonra, Bursa´daki Ermeni ruha­ni lideri Hovakim´i 1461´de İstan­bul´a getirtmiş ve bir fermanla günümüze kadar yaşayacak olan Ermeni Patrikhanesi´ni kurdurmuştur. Böylece patriğin imparatorlukta yaşayan tüm Ermenilerin hem ruhani, hem örgütsel lideri olduğunu hükme bağlamıştır.

Fatih, Ermenileri kendi eliyle örgütlemiş, onları özgür kılmış, Müslümanların yararlandığı her türlü vatandaşlık haklarını bah­şetmiş, Ermeni ailelerinden as­ker alınmamayı hükme bağla­mış, hatta Ermenilere birçok ayrıcalıklar da tanımıştı.

Fatih Sultan Mehmet´in bu adaleti, bir anda dünya üzerinde büyük yankı yapmış ve İran, Kafkasya, Balkanlar, Kırım ve Doğu Anadolu´dan onbinlerce kişilik Ermeni göçleri İstanbul´a doğru akmaya başlamıştır. Os­manlı İmparatorluğu, Ermeniler için bir çekim merkezi olmuştur. İstanbul, huzur, barış, güven, refah ve ti­caret demektir. Ermeniler için bir “Paris” kabul edilen İstan­bul´da bu yüzden, Ermeni nüfu­su birden yükselivermiştir. Türk nü­fusu cephelerde savaşmakta, Er­meniler ise üremektedir.

Görüldüğü gibi, Osmanlı İm­paratorluğu dört kıtada geliş­mekte ve buna ek olarak dört kıtaya yayılmış olan Ermeniler de “Güçlü ata binmiş” olmanın avantajı ile Türk ile bütünleşmiş bir komşu izlenimini korumaktadırlar.

AYRICALIKLI MİLLET

Osmanlılar, Ermenilere “millet-i sadıka”, yani sadık millet derlerdi. Çünkü Ermeniler, Türklerin kendilerine tanıdıkları hak ve bağışları, başarı ile kul­lanarak hızla güçlenmiş ve refa­ha kavuşmuş, Osmanlı ekono­misindeki köprü başlarını tut­muş ve ayrıca Osmanlı yönetim, yaşam ve kültür biçimleri ile açıkça ters düşmeme akıllığını samimiyetle göstermiş olduklarından, Os­manlı Saltanatının ve toplumunun güvenini ka­zanmışlardı. Savaşa gönderilme­dikleri için, onları cephede dene­me fırsatı yoktu. Cephe gerisin­de her türlü kazanç getirici mes­lekler onlara terk edildiği için, Osmanlının güçlü olduğu dö­nemlerde Ermenilerden bir hır­çınlık beklemenin bir anlamı olamazdı.

Böylece Ermeniler, Osmanlı yaşamında iş hayatında olduğu gibi kamu yönetiminde de önemli yerlere geldiler. Listeyi verelim: Ermeniler, Osmanlı yö­netimine 29 Paşa, 22 Bakan, 33 mebus, 7 büyükelçi, 11 Üniversi­te öğretim üyesi ve 41 üst dere­celi bürokrat-memur vermişlerdir. Erme­ni Nazırlar (Bakan) arasında Dı­şişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Nazırları gibi son derece önemli ve hassas mevkilerde bulunan­lar olmuştur. Bu liste ile gururlanmalıyız. İçimizi ferahlatmalı…

Ermeniler arasında, içten bir şekilde Osmanlı düzenine bağ­lanmış ve Türk insanına dostluk ve kardeşlik ruhuyla gönül aç­mış kişiler daima bulunmuştur. Osmanlı-Türk sanat, kültür ve müziğine büyük ve eşsiz katkı­larda bulunan Ermeni sanatçıla­rını, besteciliğini hiç bir zaman unutamayız. Bu sanatçılar hem Türkler, hem de Türkiye Ermenileri için bir övünç kaynağıdır. Leblebici Horhor Operetini ve Osmanlı Cenaze Marşını bestele­yen Dikran Çuhaciyan´ı nasıl unutabiliriz? Daha nicelerini…

Böylece Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu´nun diğer unsurları ile birlikte 19. yüzyılın sonu­na kadar büyük bir barış ve gü­ven içinde yaşamışlar ve Türk­lerle hiç bir zaman ciddi bir sorunları olmamıştır. Gerçek böy­le olduğu halde, günümüz Ermeni tarihçilerinin, Diaspora ve ASA­LA teorisyenlerinin Türklerin 800 yıl boyunca Anadolu´da Er­menilere zulmettikleri ve baskı yaptıkları iddiası, tarihin belki de en vicdansız ve en nankör id­dialarından biridir.

İçlerinde vicdan sahibi ve haktan yana Ermeni veya Batılı tarihçileri Türklerin hakkını yememe in­sanlığını göstermişlerdir. İşte isimlerini veriyoruz:

… Asoghik (Ermeni), Mateos (Ermeni), Voltaire, Lamartine, Claude Farrere, Pierre Loti, Nogueres, İlone Caetani, Philp Marshall Brown, Miçhelet, Sir Charles Wilson, Politis, Arnold, Bronsart, Roux, Grousset, Edgar Granville, Garmier, Toynbee, Bernard Lewis, Price, Bombaci, Bernard Shaw…

Önyargılı Ermeni şovenistlerinin mantık dışı tezleri bir yana, Türk milletinin (veya Anadolu’nun her türden Müslüman ahalisinin) 800 yıl boyunca Ermeni milletine büyük bir hoş­görü, kardeşlik ve insanlık duy­guları ile bağlı olduğuna, yine tam tersine Ermeni milletinin de Türkleri daima komşu – kardeş kabul ettiğine Anado­lu Tarihi şahittir. Gerisi boş laf…

Unutmayalım… Fitneyi Avrupalılar çıkardı… Londra 14 Aralık 1894 tarihli Punch dergisinde yayınlanan bir karikatürü gözümüzde canlandıralım. Belinde üzerinde Europa (Avrupa) yazılı bir kuşak taşıyan dev gibi bir genç kız, köşeye sıkıştırdığı fesli bir Türk’ü, üzerinde «Ermenilere Zulüm” yazılı bir kağıt göstererek duvarda asılı devasa bir kılıç ile tehdit ediyor. Avrupalılar ve Ruslar, Osmanlının her kötü gününde Ermeni sorununu baskıcı ve kışkırtıcı bir şekilde gündeme getirerek, bu sorunu suni biçimde sürekli alevlendirmişlerdir.

Günümüzde de aynı senaryo oynanmaktadır.

Bunu unutmayalım…

Bunları da sevebilirsiniz