1 Mart Tezkeresi

TBMM de MHP’nin de katkıları ile kabul edilen tezkere sonunda bazı sahte kahramanlar TV ekranlarında atıp tutarak 1 Mart tezkeresini nasıl ret ettirdiklerini ballandıra ballandıra anlattılar. Daha dün akşam 21 Ekim 2014 Halk TV de Sayın Yalçın küçük Tayyip Erdoğan’ın nasıl Milletvekili yapıldığını anlatırken Şaban Sevinç ve Av. Haluk Pekşen çok bozuldular daha programın başlamasının 31. Dakikasında yayını keserek reklamlara gittiler.

Tabi anlayanlar anladı. İkinci gün yine Haluk Pekşen olayı bir daha anlatmaya başkadı.

Şimdi birlikte Turan Yavuz’un Çuvallayan İttifak kitabına birdaha göz atalım. Bakalım bu tezkere nasıl ve neden rededilmiş.

1 Mart Tezkeresi

Tezkere Neden Reddedildi?

Peki, ne olmuştu da herkesin kabul edileceğini sandığı 1 Mart tezkeresi TBMM tarafından reddedilmişti?

Cumartesi günkü oylama öncesi kim ne yapmıştı?

Washington’daki ‘at pazarlığından hemen sonra Amerikan tarafı tezkere için gün sayıyordu. Zira ABD’den yola çıkmış olan gemiler ve içindeki birlikler, 19 Şubat civarında Doğu Akdeniz’deydi.

Bu dönemde Ankara ile Washington arasındaki ‘üst düzey’ telefon trafiği de bir

Hayli artmıştı. Başbakan Abdullah Gül hemen hemen her gün ya Başkan Yardımcısı Cheney, ya da Dı­şişleri Bakanı Colin Powell ile görüşüyor, son durum hakkında bilgi veriyordu. Amerikan tarafı da hep aynı şeyi söylüyordu: «Oylama yapın artık…”

Şubat’m son günlerinde AKP’nin yaptığı grup toplantıları uzadıkça, tezkerenin oylama tarihi de bir sonraki güne sarkı­yordu.

Nihayet AKP, işin içinden çıkılması zor bir döneme geldiğine

Karar vererek topu 28 Şubat tarihinde yapılacak olan MGK toplantısına bıraktı.

31 Ocak tarihinde yapılan toplantıdaki gibi bir karar çıkması halinde, bu hükümetin elini rahatlatacak ve kendi seçmenine, «Biz bir şey yapamazdık. MGK böyle karar aldı” denecekti.

MGK Ocak ayı sonunda yaptığı 6,5 saatlik toplantıda, ırak ta ikinci cephenin açılmasına yeşil ışık yakmıştı:

31 Ocak 2003 tarihli MGK bildirisinde şöyle deniyordu:

«Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin 1441 sayılı karan uyarınca Irak’ın kitle imha silahlarından arındırılması gereğine inanmaktadır. Bu amaçla Irak yönetiminin, BM silah denetçilerinin faaliyetleri çerçevesinde şimdiye dek ortaya koyduğu işbirliğini aktif biçimde ve zaman yitirmeden sergilemesi önem taşımaktadır. Uluslararası toplumu tatmin edecek bilgi ve belgeleri süratle BM ile paylaşması, tüm bölge ülkelerinin de çıkarınadır. Barışçı bir çözüm yönünde çaba harcamaya devam edilmesi Türkiye bakımından hâlâ öncelikli bir hedeftir Türkiye barışçı bir çözümü yeğlemekle birlikte, askeri bir operasyon kaçınılmaz olduğu takdirde, ulusal çıkarlarını koruyacak önlemler almaktan da geri kalmayacaktır. Anayasamızın 92. maddesinin uluslararası yasallık koşulunun gerçekleşmesine1 bağlı olarak, istenmeyen olası gelişmelere karşı, tümüyle Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak üzere gerekli görülecek asken önlemlere işlerlik kazandırılmasına yönelik kararların alınmasını sağlayacak adımların, bir takvim uyarınca hükümetçe alınması konusunda tavsiyede bulunulması kararlaştırılmıştır”

Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, tezkere oylamasını 1 Mart Cumartesi günü olarak planlamışlar, cuma günü yapılacak MGK Toplantısından da 31 Ocak’taki gibi bir kararın çıkması durumunda sorun olmayacağı görüşündeydiler.

Kısacası AKP için kararın MGK tarafından verilmesi gerekiyordu. Aksi takdirde kendi tabanlarına bunu anlatmanın ileriye dönük ne gibi tehlikeler barındırdığını, çok iyi biliyorlardı.

Önemli Görüşme

Tezkere öncesi Recep Tayyip Erdoğan iki ateş arasında kalmıştı.

Bir yanda onu destekleyen ve tezkerenin geçmesi durumunda kendisini dünyanın sayılı liderleri arasına sokacağını söyleyen Amerika Birleşik Devletleri, diğer tarafta da kendi inançları çerçevesinde, onu bugünlere taşıyan cemaati ve onun liderleri.

Görünürde Erdoğan, Cüneyt Zapsu aracılığı ile Washington’a, tezkerenin kabul edileceği sinyallerini yolluyordu. Ancak Konya’dan gelen haberler de Erdoğan açısından hiç de iç açıcı değildi.

Konya’da, Erdoğan’ın da bağlı olduğu Nakşibendi Tarikatı Şeyhi Tahir Büyükkörükçü oturuyordu.

Recep Tayyip Erdoğan, Irak Savaşı ile ilgili olarak Büyükkörükçü’ye bu konuda danışmış mıydı?.

Şayet danıştı ise, Şeyh Büyükkörükçü’nün söyledikleri sadece Erdoğan’da kalmayıp, AKP milletvekilleri arasında dia laktan kulağa yayılmış mıydı?

Erdoğan’a Konya’dan şu mesaj gitmiş miydi?

«Tarihte, gerektiği zamanlarda biz Türkler, diğer Müslümanlarla savaşmışızdır. Tarih kitaplarına açıp baktığımız zaman bunun örneklerini görürüz. Ama tarihte ve bugüne kadar hiç bir zaman, Hıristiyanlarla birleşip Müslümanlara karşı bir savaşın içine girmedik. Irak Savaşı’nda Amerika ya vereceğiniz destek, Hıristiyan ile birleşip Müslüman’a savaş açmak ve Hıristiyan’ın savaşını kendi din kardeşlerimize karşı yapma anlamına gelir. Sen bunu yaparsan, bununla, İslam tarihinde kara bir leke olarak yerini alırsın…”

Verilen mesaj Recep Tayyip Erdoğan üzerinde büyük etki yapmıştı.

Atını diğer yandan da Washington’a verilmiş sözler vardı.

Ama bu daha da önemli bir konuydu çünkü dünya ile ahret arasında sıkıştığı bir konuydu.

Erdoğan, mesaj karşısında, üzerindeki sorumluluğu atmak için tezkere konusunda grup karan alınmayacağını söylüyor ve milletvekillerini serbest bırakıyordu. Böylece kimseyi töhmet altında bırakmayacaktı. Herkes kendi iç dünyasında olayı tartacak ve ona göre oy verecekti.

Erdoğan’ın dört elle sarıldığı bir diğer konu da, savaşta Washington^ ikinci cephenin açılması konusunun MGK toplantısında ele alınması ve yeşil ışığın toplantı sonrası yayınlanacak bildiride belirtilmesiydi.

Böylece Erdoğan, ‘Müslüman’ın Hıristiyan’la birleşerek Müslüman’a savaş açması’ kararının kendisinin değil, askerlerin ağırlıkta olduğu Milli Güvenlik Kurulu’nun kararı gereği alındığını belki anlatabilecekti.

Bu yüzden 28 Şubat Cuma günü, hem Washington için hem de Recep Tayyip Erdoğan için çok önemli bir gündü.

O gün yapılacak MGK toplantısında çıkacak olan tavsiye kararının ertesi gün yapılacak oylama ile birlikte, ABD artık Irak Savaşı’na gün saymaya başlayacak ve İskenderun açıklarında bekleyen onbinlerce Amerikan askeri ve teçhizatı Türkiye’ye girecekti.

Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı’nın arka odalarında oluşturulan ‘kriz masaları’ Ankara’daki gelişmeleri 24 saat takibe almış ve başta Paul Wolfowitz olmak üzere birçok birime, dakika dakikasına bilgiler yağıyordu. Neredeyse Ankara’daki hava durumu ile ilgili raporlar da dakika dakikasına gerekli yerlere bildiriliyordu.

Wolfowitz ve Grossman için uzun uğraşılardan sonra artık sonucun ucu gözükmüştü.

Aylar öncesinden başta Başkan Bush, Başkan Yardımcısı Cheney olmak üzere Rumsfeld ve Powell’e, «Siz merak etmeyin. Biz Türkleri çok iyi tanıyoruz. Ufak manevralar ile onları yanımıza çekeriz” şeklinde söz veren ve ‘Ankara’yı çantada

Keklik gören’ bu ikili için artık geri sayım başlamıştı.

İlk şok, Washington saatiyle sabahın erken saatlerinde geldi.

MGK toplantısı sona ermiş ama beklenildiği gibi hükümeti rahatlatacak bir tavsiye kararı çıkmamıştı. MGK tarafından yapılan açıklama acilen İngilizceye çevrilerek Washington’a fakslandı.

MGK toplantısı da 4,5 saat sürmüştü. Toplantı sonrası yapılan açıklama şöyleydi: «Milli Güvenlik Kurulu, 28 Şubat 2003 tarihinde aylık olağan toplantısını yapmıştır. Toplantıda; ABD’nin Irak’a olası müdahalesi konusunda, ABD ile yapılan müzakerelerde, ulaşılan sonuçlar değerlendirilmiştir. Kıbrıs konusunda ise BM Genel Sekreteri’nin son önerileri görüşülmüştür. Geçen bir aylık dönemde ülke genelindeki güvenlik ve asayiş durumu gözden geçirilmiştir..”

Milli Güvenlik Kurulu sessiz kalmıştı.

Konya mesajı hâlâ aklında olan Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül de sessiz kalıyordu.

Askerler Ne Yaptı?

Peki, asker niçin sessiz kalmıştı?

O günlerde yapılan yorumlarda Genelkurmay Başkanlığının, tezkerenin kabul edilmemesiyle AKP hükümetinin büyük yara alacağı ve deyim yerindeyse «Washington bunun hesabını AKP’den sorar’ düşüncesiydi.

Ancak işin içinde başka faktörler de vardı.

Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Bölükbaşı ve Marisa Lino larafmdan müzakere edilen ve hazır hale getirilen askeri anlaşma konusunda tedirgindi.

Zaten onbinlerce Amerikan askerinin Türk toprağında

Bulunması kendi başına bir tedirginlik unsuruydu.

Türk Silahlı Kuvvetleri, tezkere öncesi iki konuda rahatsızdı.

Bu rahatsızlık Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila tarafından manşetten verilmiş ve bir kuvvet komutanının görüşlerini içeriyordu. ‘Komutan’, «Tezkere böyle geçecekse, geçmesin daha iyi” demiş ve Amerikalıların Kürt gruplara uçaksavar da dahil olmak üzere ağır silahlar dağıtılması konusunda ısrar ettiklerini, ikili oynadıklarını ve Kürtlere başka, Ankara’ya başka konuştuklarını söyleyerek şunları ekliyordu:

«O kadar ki, ABD, Kürt gruplara uçaksavar dağıtmak konusunda ısrar ediyor. Hem de bir hayli fazla sayıda. Bu uçaksavarlar kimin uçağına karşı dağıtılıyor? O bölgede Saddam’ın uçak uçurmasına olanak yok. ABD uçaklarına karşı da kullanılmayacağına göre, geriye Türk uçakları kalıyor. Bir yandan işbirliği isteyip bir yandan Türk uçaklarına karşı uçaksavar dağıtmak da neyin nesi? Bu kuşku yaratmaz da ne yaratır?”

‘Komutan’, Genelkurmay Başkanlığı’nı ‘asıl rahatsız eden’ konuyu üstü kapalı bir şekilde Fikret Bila’ya söylüyordu.

«Türk askeri ülkesi için gereken önlemi almadan, ABD askerlerinin elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girmeleri, oradan Irak’a geçmeleri, faaliyetlerde bulunmaları söz konusu olamaz…”

Gerçi haberin yayınlandığı gün Genelkurmay Başkanlığından yapılan kısa bir açıklama ile haberin ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görüşlerini yansıtmadığı’ bildirilse de, ‘Komutan’ın söylediklerinden de başka daha önemli bir rahatsızlık vardı.

Genelkurmay’ın asıl rahatsızlığı, zaten 1990’lardanbuyan gergin olan asker-asker ilişkileri çerçevesinde, Türk ve AB heyetleri arasında mutabakata varılan anlaşma metni üzeri deydi.

Metinde, Türkiye’de konuşlandırılacak olan 62 bin AB askerinin belirli bir takvime göre açılacak ikinci cepheden

Kuzey Irak’a girecekleri belirtiliyordu. Hatta ilk başlarda 30 bin civarında askerin savaşa katılacağı belirtiliyordu.

Genelkurmay’ı rahatsız eden, Türk topraklarında kalacak yaklaşık 24 bin askerin ‘ne zaman Türk topraklarını’ terk edeceği konusundaydı.

Bu defalarca ABD’li yetkililere sorulmuş ve karşılığında, «Bilmiyoruz, bu konuda net bir karar alınmadı Washington’da” deniliyordu.

Kısacası Güneydoğu Anadolu’da büyük bir alan, etrafı çitlerle çevrilmiş, girilmez alan ilan edilmiş, ABD askerleri tarafından korunan ve işletilen bir alan. Bu büyükçe alanın içinde de bayrağı ile askeri ile lokantası, hastanesi, dükkânları ile sanki ABD toprağı. Ye kimse de yanından bile geçemiyor, çünkü yasak…

Bu rahatsızlık Washington’a iletildiğinde ise sessizlik hakim oluyordu. Kimse askerlerin ne zaman çekilecekleri konulunda kesin bir şey söylemiyordu.

Mutabakata varılan anlaşmada bazı hususlar vardı ama o maddeler de muğlâk ifadeler ile doluydu.

Genelkurmay’da birçok soru sorulmaya başlamıştı.

Acaba ABD, Irak Savaşı’nı ‘kısa sürede bitirirse ve bitirdikten sonra bu askerleri geri mi çeker, yoksa İran ve Suriye’yi de göz önünde bulundurarak Ankara’ya baskı yaparak söz konu ´i birliklerin Türkiye’de kalma sürelerini ‘süresiz bir hale’ mi getirirdi?

Genelkurmay Başkanlığının rahatsızlığındaki ana unsur, çıkış tarihi’nin belirsiz oluşuydu.

Bir diğer rahatsızlık da, Irak’ta Saddam rejimi yıkıldıktan ita kuzey Irak’ta ne tür bir oluşumun hakim olacağı konusuydu.

Acaba ABD, Saddam devrildikten sonra Kürt Devleti’ne izin verecek miydi?

O zaman bu nasıl izah edilecekti?

Top Milletvekillerinde

Geriye sadece 1 Mart günü yapılan tezkere oylamasının kahramanları kalmıştı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, gerçekten bir demokrasi örneği vermişti cumartesi günkü oylamada.

Tayyip Erdoğan’ın AKP Grubu’nu serbest bırakması ile parti içinde yaklaşık 40-50 fire beklenirken, oylamada bu sayı 100’e yakındı. AKP Genel Başkanı cumartesi sabahı topladığı grupta temsili bir oylama yapıyordu. Kimse ismini yazmayacak, sadece tezkereye evet ya da hayır oyu verecekti.

Oylama sonucunda 49 milletvekilinin tezkereye hayır dediği ortaya çıktı. Bu da Erdoğan’ı rahatlattı.

Washington’a verilen sözler artık yerine getirilecek demekti bu.

Tezkere oylaması sonucu bir yerde Recep Tayyip Erdoğan’ı kurtardı. Gerçi ABD ve Bush yönetimi ile ilişkileri bozulacaktı ama yine de Nakşibendî Tarikatı liderinin söyledikleri çerçevesinde Erdoğan büyük bir tehlike atlatmıştı.

Peki, AKP’li milletvekilleri niçin ikna olmamıştı ve tezkere karşısında bir tavır almıştı.

Genelde bunu 4 maddede sıralamak mümkün:

1.Türkiye’ye verilecek olan toplam 24 milyar doların zaman ve nasıl verileceği konusu havada kalmıştı, Recep Tayyip Erdoğan parti içinde soru yağmuruna tutuluyordu: ´ vermezlerse?..’ Cevap, ‘Onların ayıbı olur’ olunca, bu milletvekillerini tatmin etmemişti.

2.ABD’nin açıkça cevap vermediği ve AKP kurmaylarının milletvekillerine anlatamadıkları bir başka konu da, savaş başladıktan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak iç nereye kadar gidebilecekleri, Musul ve Kerkük’ün durumu bununla birlikte ABD tarafından bölgede bir Kürt Derviş kurulmayacağına dair güvence.

3.Diğer önemli bir soru, aynen askerlerin kendi aralarında sorduğu gibi, ABD askerlerinin Türkiye’de ne kadar kalacaklarına yönelik idi. Bu konuda da başta Başbakan Abdullah Gül olmak üzere AKP kurmayları net bir cevap veremiyorlardı çünkü Amerikalılar kendilerine net bir cevap vermemişti.

Bazı milletvekilleri kendi illerinin ‘adeta ‘kurtarılmış ABD toprağı’ olmasından çekmiyordu. Yapılacak ilk seçimlerde seçmenlerin bunu kendilerine hatırlatacağını biliyorlardı.

4.Son olarak da, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP kurmaylarının milletvekilleri üzerinde oluşturdukları baskılar geri tepti. Kurmaylar, diğer milletvekillerini ‘küçümser’ tavırlar ile nereye ve nasıl oy vereceklerini söylemeleri olumlu karşılanmadı.

O sıralarda parti içinde, «Onu ben oraya getirdim. Bunu ben milletvekili yaptım. Benim dediğimi dinler. Benim sözümden dışarı çıkmaz” türü söylemler22*, milletvekilleri üzerinde “olumsuz etki yapıyordu.

Hatta tezkere oylamasından önce Erdoğan’ın grupta yaptığı oylamada ‘hayır’ diyecek birçok milletvekili, bu tepkilerden dolayı ‘evet’ demiş ve parti liderliğini yanıltmıştı.

Fleischer’in Açıklamaları

3 Mart Pazartesi günü Beyaz Saray’da öğlen yapılan günlük brifingde Sözcü Ari Fleischer, yönetimin tezkere oylamasından duyduğu hayal kırıklığını dile getirirken, kapıyı tamamıyla kapamamaya da özen gösteriyordu.

Fleische, arka kanallardan verilen güvenceler doğrultusunda

22*Bu söylemlerdendir benzerini Paul Wolfowitz ve Mare Grossman da Washingtn’da AKP’ye ve hükümete yönelik kapalı kapılar ardındaki konuşmalarında sergiliyorlardı. Bu yüzden kendilerinden çok emindiler ve tezkere kabul edilmeyince de, o derere şok oldular.

193

«Türkiye ve Amerika şu sıralarda opsiyonlarını gözden geçiriyor” diyerek, topun hâlâ Ankara’da olduğunu söylüyordu. Beyaz Saray sözcüsü şöyle konuşmuştu: «Türkiye ile birlikte hareket etmek şüphesiz istenilen yaklaşım olurdu. Ancak askeri açıdan başka opsiyonlar da var. Başkan, var olan tüm opsiyonlara güveniyor ve başarıya ulaşacağına inanıyor.”

Basın brifinginde Türkiye’ye verilecek maddi yardım konusu da gazeteciler tarafından gündeme getiriliyordu. Fleischer, bu konuda da «Bu konu masada değil artık” demekten kaçmıyor ve Ankara’dan tezkerenin yeniden oylanmasıyla ilgili gelebilecek cevabı tehlikeye atmak istemiyordu. Sözcü şunları söylüyordu para konusunda: «Dediğim gibi Türkiye ve ABD, önlerindeki opsiyonları gözden geçiriyorlar. Şu anda bu konuda kesin bir şey söylemek imkânsız.

4 Mart Salı günü de yeni bir şey yoktu. Amerikan tarafında Beyaz Saray brifinginde gazeteciler bu sefer Türkiye’ye verilecek olan ekonomik paket üzerinde durmaya başladılar. Bir gazeteci, tezkerenin reddinden sonra Washington’un, ekonomik paketteki rakamları daha da cazip hale getirip getirmeyeceğini sordu.

Fleischer şunları söyledi:

«Türkiye ile görüşmelere devam ediyoruz. Türkiye bizim NATO müttefikimiz. Onlarla görüştüğümüz paket, Türkiye’nin, Irak’a karşı güç kullanılması durumunda vereceği katkı ölçülerinde saptanmış ve buna bağlıydı. Yani verilecek destek ve işbirliğine bağlı. Bu konuda onlarla görüşmelere devam edeceğiz.”

Bir gazetecinin, «Paketteki miktarı artıracak sorusuna ise «Hayır” cevabını veriyordu.

Bu arada Wall Street Journal gazetesi de aynı gün yayınladığı bir yorumda Bush yönetiminin ‘hissiyatını’ açıkça göz önüne seriyordu.

4 Mart tarihli yorumda şunlar dile getiriliyordu:

« Geçen hafta bu köşede, «demokrasiler karmaşıktır, ancak

Genelde doğru olanı yaparlar” umudunu dile getirmiştik. Kabul edelim ki, kuralı ispatlayan istisnayı, anında Türkiye’de görmeyi de beklemiyorduk.

Kısa görüşlü iç politika nadiren, cumartesi günü Ankara’da açıkça görüldüğü gibi, ulusal çıkarı sabote eder. İstanbul’da borsa dün, Irak’ı istila etmek için hazırlanan ABD askerlerine bir kalkış noktası olarak, ülkenin kullanılmasını parlamentonun reddetmesine ilişkin sürpriz haberden dolayı, yüzde 12’den fazla değer kaybetti. Yatırımcılar, Türkiye’nin siyasi elitlerinin bunu adamakıllı berbat ettiklerini fark ettiler.

Başka bir oylama ile tersine çevrilmediği takdirde söz konusu karar, ABD-Türkiye ilişkilerine uzun yıllar zarar verecektir. ABD ve Türk hükümetleri, ayrıntılar üzerinde uzun uzadıya çalıştılar, ancak Türkiye’nin uzun vadedeki çıkarlarına bakmaktan ziyade, daha çok iç siyasette puan kazanmakla meşgul olan bir müessese tarafından altları oyuldu.

Eski Ekonomi Bakam Kemal Derviş gibi, Batı yanlısı şahsiyetleri de içinde bulunduran Cumhuriyet Halk Partisi, sorumsuz bir değişmez tavır ile hayır oyu kullanırken, İslami eğilimli yeni hükümete sıkıntı vermek maksadı açık olan Türk ordusu önemli bir anda sessiz kaldı. Bütün bunlar ABD’nin, AWACS uçakları ve füzesavar savunma sistemlerinin Türkiye’ye verilmesine ilişkin onayı NATO’dan almak için verdiği mücadeleden sonra gerçekleşti.

Türklerin, birinci Başkan Bush’un, Körfez Savaşı’ndan sonra Saddam Hüseyin’i iktidarda bırakarak yürüyüp gitmesinden sonra, ABD’nin verdiği sözlerden endişe duymaları için çok neden olduğu şüphe götürmez. Ve Türk kamuoyu yoklamaları, bir Irak Savaşı’na karşı büyük muhalefet olduğunu göstermektedir. Ancak, özellikle ABD’ye yardımcı olmanın yararları çok belirginken siyasi liderlerin rolü, kamuoyu yönünde gitmekten ziyade onu şekillendirmektir.

Çok ihtiyaç duyulan nakit (ve ABD’nin iyi niyeti) bir kenara,, Türkiye, bir diktatörden ve BM yaptırımlarından kurtulmuş bu komşu Irak’tan, her ülke kadar yarar sağlayacaktır. Türkiye,

Özellikle Kürtlerle uğraşıda, savaş sonrası Irak’ta, kendisine daha büyük söz hakkı sağlamış olacaktır. Türk ordusu, örneğin, savaş sonrasında Kürtlerin silahsızlandırılmalarını ortaklaşa gözlemlemek ve Kürtlerin Türkiye’nin güneyine olası serbestçe girişini sınırlamak için Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin bir tampon bölgede görevlendirilmelerini istiyordu. ABD, artık Türklerin arzularını görmezlikten gelme ve savaş sonrasında Kürtlerle askeri ve siyasi yönden çalışma hususunda her türlü hakka sahip olacaktır. Ve Türkler, savaş sonrası Irak’tan gelecek petrolle ilgili her türlü kazancı unutabilirler.

Söz konusu karar, tersine çevrilmediği takdirde ABD’nin savaş planına bir darbedir. Amerikan askerleri gemilerde boşaltılmak için bekliyorlar. Dolayısıyla bunun bir bedeli de daha fazla gecikmedir. Pentagon, Türkiye’den hızla geçmesi planlanmış olan 60 bin kadar olmamakla birlikte, Kuzey Irak’a uçakla bazı birlikleri taşıyabilir…

Türkiye Başbakanı Abdullah Gül dün, yeni bir oylama için ivedi bir plan olmadığını söyledi. Adalet ve Kalkınma Partisi lideri Tayyip Erdoğan’ın bu hafta sonunda yapılacak seçimlerde parlamentoya girmesinin ve hemen ardından Başbakan olmasının beklenmesi, iyimser olmak için bir nedendir.

Bu, iktidardaki partinin başkanının -aslında karar veren kişi- başbakan olmadığı garip duruma son verecektir. Bu durum ona parlamentoda daha fazla etkili olma gücü verebilir. Cumartesi günü, 19 çekimser oydan dolayı mutlak çoğunluk elde edilemeyip, yasa reddedilmiş olmakla birlikte, ne de olsa 250’ye karşı 264 oy ile milletvekillerinin çoğu, ABD’nin asker konuşlandırmasını onaylamıştır.

ABD açısından alman derse gelince, savaşı başlatmak için daha fazla gecikme, yalnızca muhalefetin daha fazla müdahale etmesine imkân vermektedir. Amerikalı Demokratlar ve Fransızlar, Türkiye’deki oylamayı, Başkan Bush’un Saddam’a daha fazla zaman tanıması gerektiğinin bir emaresi olduğuna işareti ettiler. Tabii ki Iraklılar bu duruma memnun oldular.”

Bunları da sevebilirsiniz