Hiç tanımadığım Andre Malroux’u bana Attila İlhan anlatmıştı.
Josef Conrad ile birlikte, dünyanın son «gezginci” roman yazarlarından biriymiş.
Umut romanını da Attila İlhan çevirmiş.
«Ama,” demişti Attila İlhan, «bu adam dünyayı gezdiğine göre İstanbul’a da gelmiş olmalı. Oysa kitaplarından hiçbirinde Türkiye’ye geldiğine ilişkin bir ipucu bulamadım.”
Ardından sıkıntıyla deri koltuğunun arkalığına yaslandı. Bilgi Yayınevi’nin Tunalı Hilmi caddesi üzerindeki bir binanın bodrum katında tuttuğu yönetim yerindeyiz. Attila İlhan’ın odası kapıdan girince sağda, en dipteki oda. Artık öğrendim.
Devam etti Attila İlhan, «Olamaz, dedim kendi kendime. Bir yerlerde mutlaka söz etmiş olmalı. Bir şekilde Türkiye’ye uğramış olmalı. Aksi mümkün değil. Böylesine gezgin bir yazarın en azından Uzak Doğu Asya’ya yaptığı yolculuklarda bu topraklara ayak basmış olması gerek. Çırpınıp duruyor, arıyorum ama bulamıyorum.”
Çıt çıkarmadan dinliyorum. Belli ki bulmuş, hikayesi onun üzerine kurulu, ama nasıl bulmuş. Hoş olanı da bu. Müthiş bir anlatıcı Attila İlhan, ağzınız açık dinliyorsunuz. Koltuğumun altında daha önce Attila İlhan’a verdiğim, ama onun beğenmeyip bana iade ettiği dosya var. Dışarıda sevgilim bekliyor ve ben ağzı açık Attila İlhan’ın Josef Conrad’ı ya da Andre Malroux’u anlatmasını bekliyorum.
Malroux Türkiye’ye geldi mi, gelmedi mi? O sıralarda yirmili yaşlardayım. Ne Malroux’u bilirim ne de Conrad’ı… Attila İlhan’ı da yeni tanımışım, düz yazı yazdığından bile haberim yok. Hatta bana çok kızmıştı daha sonraları ve «Hangi Sol” adlı kitabını kızgınlıkla imzalayıp elime tutuşturmuştu.
O gün Malroux ve Conrad üzerine epeyce konuştuk, ama Türkiye’ye uğrayıp uğramadığı konusunu unuttu sanırım, bir daha oraya dönmedi. Ben de soramadım. Tekrar uğrayacağımı söyleyip yanından ayrıldım. Dışarıda puslu bir Ankara akşamı. Aklımda geleceğe yönelik hiçbir şey yok. Yazar falan olmak aklımın ucundan bile geçmiyor. Koltuğumun altındaki çevirileri de satamadığım için canım sıkkın.
Üç beş gün sonra yine gittim Tunalı’daki bodrum katına. Yine sağa döndüm ve doğruca dip odaya. Ama bu kez oda kalabalıktı. Nazlı Eray bir köşede, Ayşe Kilimci onun karşısında, yanlarında da Buket Uzuner… Üç genç yeteneği karşısına almış Attila ağabey, yine derin konularda dans ediyor. Beni görünce Çolpan İlhan’ı akıllara düşüren gülümsemesiyle şöyle bir baktı ve «otur” dedi. Konuşmasını sürdürdü. Öykü ve roman yazmanın tarihçesini anlatıyordu, ama bir şey de anlamıyordum. Zira konuşmanın tam ortasına rastlamıştım.
Sözlerini bitirince bana döndü, «Ne yaptın,” diye sordu. Dehşete düştüm. Bir şey mi yapacaktım? Bir önceki seferde bir şeyler yapacağımı söyleyerek mi çıkmıştım? «Hiç” anlamında omuzlarımı kaldırdım ve birden aklıma geldi:
«Malroux’un Türkiye’ye gelip gelmediğine ilişkin bir anınızı anlatıyordunuz, yarım kalmıştı,” diyebildim. Kızlar bana baktılar. Bir merak dalgasının odayı doldurduğunu anlayan Attila İlhan, bir önceki konuşmamızı kızlara da özetleyerek hikayesini sürdürdü.
«Evet,” dedi sonunda bana dönerek. «Hikayenin devamı şöyle. Buldum elbette. Böyle gezginci bir yazarın Türkiye’ye uğramamış olması düşünülemezdi. Ama nasıl? İşte öykünün bu kısmı çok heyecanlı.”
Gözleri parlıyordu anlatırken. Gülümsemesi de hep dudaklarına asılıydı.
«Bir cümleye rastladım ve o cümle kafama ‘dank’ diye vurdu. Yıllar öncesine ait bu anım. Şimdi bulmuş falan değilim. Kitaplarından birinde şöyle bir cümle vardı: ‘Adam öylesine aç, öylesine açtı ki, gözleri Galata köprüsünün altında balık bekleyen kedinin gözleri gibiydi…’”
Sustu. Cümlesinin üzerimizde yarattığı etkiyi irdelemeye çalışıyordu. Kızlar derin bir soluk alıp verdiler, ama ben yine de bir şey anlamamıştım.
Bana dönüp devam etti: «Yani adam Türkiye’ye, İstanbul’a gelmiş, Galata köprüsünün etrafını dolaşmış, geçtim İstanbul’u anlatmayı, köprünün ayağında balık bekleyen aç kedilere kadar ayrıntıya inmiş. Yazarlık işte böyle bir şey. Türünün son örneğiydi Malroux.”
İlk edebiyat dersimdi bu: Ayrıntılar bütünün zenginliğidir. Ayrıntılar olmadan bütün ortaya çıkmaz. Sultan Ahmet Cami’sini herkes anlatır, ama önünde kuş kovalayan çocukların duyarsızlığı bu görkemli mimarinin perspektifini oluşturur.
Uzun sürdü dostluğumuz, ama kötü bitti.